Son peygamber Hz. Muhammed’in getirdiği bu son dinin, biri iman, diğeri İslam olmak üzere iki altın sütun üzerinde yükselmesinin pek çok hikmeti vardır. Bu yazımızda bu hikmetlerden birkaç tanesini hatırlamaya, iman ve İslam kavramının bizlere neler kazandırdığını açıklamaya çalışacağız.
İmanın mümine kazandırdığı emniyet duygusu
İman; sözlük anlamı itibariyle güven ve emniyeti telkin eder. İman sahibi olan şuurlu bir mümin iliklerine kadar kendini emniyet ve güvende hisseder. Kâinatın eşsiz hükümdarı, sonsuz ilim ve kudret, nihayetsiz hikmet ve merhamet sahibi olan Allah’a iman etmekle her şeyin üstesinden gelen bir hâminin himayesine girer ve çok güçlü bir istinat noktasına sırtını dayar. Her hadisede Yüce Yaratıcının sonsuz hikmet ve merhametinin izlerini görür, en zor şartlarda bile ümidini kaybetmez ve mutlu yaşamayı başarır. Çünkü, kâinatı idare eden Allah’ın hikmetine, merhametine güveni tamdır.
Keza, mümin olan kimse, hiçbir iyiliğin karşılıksız kalmayacağına, hiçbir kötülüğün göz ardı edilmeyeceğine inandığı, ölüm ötesi hayata ve adalet mahkemesine iman ettiği için, yaptığı iyiliklerinin boşa gitmeyeceğine, gördüğü haksızlıkların da karşılıksız kalmayacağına inanır ve haşir akidesi gibi bir istimdat noktasını bulur ve güçlü bir enerji ve kuvvetli bir umut noktası elde eder.
İmanın karşıdaki insanlara verdiği güven duygusu
İman eden kimsenin unvanı mümindir. Mümin ise, sözleriyle, fiilleriyle, tutum ve davranışlarıyla başkasına güven ve emniyet telkin eden kimse demektir.
Müminin bu anlamını göz önünde bulunduran Hz. Peygamber, bunun amelî olarak yerine getirilmesinin gereğini şöyle ifade etmiştir: “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki bir kul, komşusu zulüm ve haksızlığından emin olmadığı sürece gerçek mümin olamaz.” (Zevaid, 1/53)
Hz. Aişe’nin aktardığına göre peygamberimiz bu konuda yine şunları söylemiştir:
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse komşusuna eza, cefa etmesin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse, güzel söylesin veya sussun. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse, misafirine ikramda bulunsun.” (a.g.e, 8/167)
Yine imanın dışa yansıyan yönünü ders vermek üzere Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
“Sizin en hayırlınız kendisinden iyilik ümit edilen ve kötülüğünden emin olunan kimsedir. En kötünüz ise, kendisinden ümit beklenmeyen ve kötülüğünden emin olunmayan kimsedir.” (a.g.e, 8/183)
“Sizden biriniz kendisi için sevip istediğini kardeşi için de sevip istemedikçe gerçek mümin olamaz.” mealindeki hadiste mümin olan kimsenin sosyal sorumluluğu hatırlatılmaktadır.
Öyle zannediyoruz ki, Allah’ın bir isminin Mümin, Allah’a iman eden kimsenin de unvanının mümin olması, imanın hem bir nur hem bir kuvvet olması yanında, hem de bir emniyet, bir güven kaynağı olduğunu da göstermektedir. Ayrıca, ilahî vahyi getiren Hz. Cebrail’in “Cibril-i emîn” unvanına sahip olması, bu vahyi insanlara ders veren Hz. Peygamberin de “Muhammedu’l-emîn” olarak şöhret bulması ve vahyin geldiği mekân olan Mekke’nin de “el-Beledu’l-emîn” unvanına sahip olması, Kur’an’a ve Hz. Muhammed’e iman etmenin--insanlık camiası için--ne kadar güven ve emniyet verici bir unsur olduğunu göstermektedir.
Burada ünlü tefsir âlimi Zemahşerî’nin--iman ve emniyeti ders veren--bir beytinin tercümesini sunmakta fayda vardır:
“Ey insan oğlu! Hz. Amine’nin oğlu Hz. Muhammed-i Emîn’e, iman et ki, o korku dolu kıyamet günü korkulardan emin olasın.”
İslam’ın Müslüman’a kazandırdığı barış duygusu
İslam “Silm” kökünden gelmekte ve barışı ifade etmektedir.
Gerçek Müslüman kendi iç âleminde barışı temin etmiş, ikilemlerden kurtulmuş kimsedir. Çünkü, Müslüman her şeyin Allah’ın elinde olduğuna iman ettiği için, Ona tevekkül etmekte ve Ona teslim olmaktadır. Her şeyin dizgini elinde, her şeyin anahtarı yanında, her şeye nüfuzu geçen bir yücelikte olan Allah’a iman etmek, Ona teslim olmayı gerektirir. İslam’daki iman anlayışı tevhidi, tevhit teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül iç barışı temin eder ve her iki cihanda da huzur ve mutluluk kazandırır.
İslam’ın sosyal hayata katkıları
İslam unvanını alan hakikî bir Müslüman kendi iç âleminde barışı temin ettiği gibi, sosyal hayatta da barışı temin etmeye namzettir.
Efendimizin tanımına göre “Müslüman, başkasının, elinden ve dilinden selâmette kaldığı/rahatsız olmadığı kimsedir.” (a.g.e, 1/56)
Buna göre “Müslüman’ım!” diyen kimsenin her şeyden önce bu unvanın gereğini yerine getirmesi, ne eliyle, ne de diliyle kimseye zarar vermemesi gerekir. Gönlünden sevgi damlamalı, dilinden bal akmalıdır. Elleri yalnız yardıma kalkmalıdır. İmanıyla dünyaya ışık saçmalı, nur dağıtmalı; İslam unvanıyla da insanlık camiasına barış ve huzur ortamını sağlamalıdır.
Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi, “Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yok” diyebilmelidir. Şu hadis-i şerifin uyarısını kulağına küpe yapmalıdır:
“Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, bir kul, kalbi ve lisanı gerçek manada teslim olup Müslüman’ca bir tutum sergilemediği/başkasını selâmete teslim etmediği sürece gerçek Müslüman olamaz.” (Zevaid, 1/53)
Sağ ellerinde, insanlığa güven ve emniyeti temin eden iman meşalesini, sol ellerinde insanlığı sahil-i selâmete çıkaran, onları silme (barışa) teslim eden İslam sancağını tutan gerçek müminler ve hakiki Müslümanlar, bu günkü dünya barışının ve yarınki ahiret saadetinin yegâne garantisidir.
İslam dini, insanlık camiasının muhtaç olduğu hakikî cihan medeniyetinin bütün unsurlarını, dünya barışı için gereken bütün kriterleri, müsamaha ve toleransları ihtiva etmektedir. Bu sebeple denilebilir ki, eğer İslam dini hayatımıza hayat olsa, iç dünyamızda ve toplumumuzda gerçek barışı yaşayacağız.