TR EN

Dil Seçin

Ara

Evlilik Düşünenlere Öneriler – 1

Evlilik konusu her insanın hayatında bir şekilde yer alan bir konu. Genç bir insan için ne kadar önemli ise, anne baba için de aşmaları gereken en önemli bir dönemeç. Bu önemli konuda beraber mi hareket etmeli ya da tek başına mı karar vermeli? Karar verirken, seçim yaparken nelere dikkat etmeli? Evlenilecek kişide ne gibi özellikler aranmalı? Tercih yaparken en mükemmeli mi aramalı? .. Yazarımız bu gibi sorulara mesleki tecrübesini de kullanarak cevap verdi. Şimdi onu dinleyelim.

 

“İçinizden bekâr olanları evlendirin” mealindeki âyeti bizim arkadaşlar “Evlenmeyi düşünenlere yol gösterecek bir yazı yayınlayın” diye de tefsir ettikleri için, sıkıştırıyorlardı beni. Sonunda yazmak nasip oldu. Evlilik hazırlığı yapanların çeyizinde bulunsun diye önerilerimi kaleme aldım.

Şanslı olduğunuzu bilin. Bizim gençliğimizde bu konularda pek konuşulmaz, paylaşım yapılmazdı. Evli-barklı, olgun-oturaklı ağabeylerimiz hep ‘çok daha önemli’ konuları anlatır, bu konuya gelince susarlardı. Dinî dergilerde de yer almazdı bu konular, ‘gençlerin zihni dağılmasın’ diye. Öyle olunca da biz fısır fısır konuşurduk aramızda: “Evlensek mi acaba?” “Nasıl biriyle evlensek?” “Hoşlandığım bir kız var ama namaz kılmıyor, problem olur mu dersin?” “Büyüklerimin bulacağı bir kızla evlensem mutlu olur muyum sence?”

Şimdi ise bu konular daha rahat konuşuluyor. Doğru karar vermenizde benim yazacaklarımın da biraz olsun faydası olursa, ne mutlu bana.

 

EVLENMEK ŞART MI?

Kimse Robinson Crusoe değildir. O bile bir dost bulduğunda sevinçten havalara zıplamıştı. Kendi başına da dünyanın en huzurlu insanı olan ve hatta doğrudan rabbine muhatap olabilen Peygamberimiz (a.s.m) bile, bazen eşine “Ey Ayşe, konuş benimle” dermiş, hadislerde nakledilir. Konuşmak, paylaşmak ve yardımlaşmak, bu zorlu sınav dünyasına tek başına gelen insanın en büyük ihtiyaçlarından biridir.

Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “İnsanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil [karşılık] bir kalbin mevcut bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler [paylaşsınlar] ve lezaizde [güzel şeylerde] birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar.”

“Evet, bir işte mütehayyir [hayret içinde] kalan veya birşeye dalarak tefekkür eden [düşünen] adam, velev zihnen olsun [hayalî bile olsa], ister ki, birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın.”

“Kalplerin en lâtifi [duyarlısı], en şefiki [şefkatlisi], ‘kısm-ı sani’ [diğer yarım] ile tabir edilen kadın kalbidir.”

Zaten evlilik sadece bu ruhsal ihtiyaçları değil, insanın barınma, beslenme ve üreme gibi en temel biyolojik ihtiyaçlarını dahi karşılayan bir kurumdur. O yüzden de her zamanda, her kültürde el üstünde tutulmuş, şart gibi görülmüş, hatta kutsanmıştır.

Gelin görün ki, evlilik en fazla şikâyet edilen kurumdur da aynı zamanda. Bir problemi olan, işleri yolunda gitmeyen, gençliğindeki ideallerini yakalayamamış kişiler, evliliğinden şikâyet ederler genellikle. Sanki bekârlığında çok mutluymuş gibi, sanki bekâr kalsa ideallerine ulaşacakmış gibi. Hem evlenir, hem şikâyet ederler; hem şikâyet eder, hem de evlilikten vazgeçmezler. Tabii olan da bekârlara olur. Kafaları karışır: “Evlenmesem mi acaba?”

Siz bakmayın onlara. Bazen “Bekâr bayan yarımdır, evlenince tam olur. Bekâr erkek yarımdır, evlenince tamamen biter” gibi espriler yaparlar ama, bal gibi bilinir, açıkça da görülür ki; çoğu bekârın hedefsiz ve sonuçsuz bir koşturmaca hâlinde geçen hayatı, evlenince, bir tezgâhın başına oturup üretime başlamak gibi bir değişim geçirir ve maddî, manevî, sosyal sahalarda üretim, genellikle evlendikten sonra olur.

O yüzden Bediüzzaman’ın “Bekârlık, bîkârların kârıdır” sözüne katılıyorum. Bekârlık, bu dünyadan payı olmayanların işidir yani. Yine Bediüzzaman’ın, hakikatli bir sözü daha var ki: “Bekâr erkek, üçte iki erkek, üçte bir çocuktur. Bekâr kadın, üçte iki kadın, üçte bir erkektir.” Yani erkeklerin haylazlıktan kurtulup olgunlaşmaları, bayanların ise kişiliklerini oturtmaları için evlenmeleri lâzımdır.

Peki, evleneceğiniz kişiyi nasıl seçeceksiniz?

 

ÖNCE NE İSTEDİĞİNİZİ BELİRLEYİN

“Ne iş olsa yaparım abi” diyen birinin, iyi ve uygun bir iş bulması çok zordur. Oysa kişi ne istediğini belirlese, aradığını bilmenin rahatlığı ile çok daha kolayca bulabilir hedefini. Evlilik için de böyledir bu. Nasıl biriyle evleneceğine karar vermek, işin yarısını halletmek demektir. Ama bunun için de önce kendi kişiliğinizi, yönelimlerinizi ve ihtiyaçlarınızı belirlemeniz gerekir. Yani kendinizi tanımanız lâzımdır önce.

İkili ilişkilerde, aile hayatında sizin için önemli olan nedir? Huzur mu, paylaşım mı, destek mi, heyecan mı, güven mi? Vazgeçemeyeceğiniz öncelikler hangileridir, kesinlikle kabul etmeyeceğiniz şeyler nelerdir? Bunların adını koymanız gerekir. En az on cümleyle ihtiyaçlarınızı, beklentilerinizi, şartlarınızı sıralayın; elinizde ve aklınızda bulunsun.

Tabiî bu istekleri sıralarken, abartmayın da lütfen.

Adam arkadaşına sormuş:

-Evlenmiyor musun?

-Şartlarımı tutan birini bulursam evlenirim.

-Ne istiyorsun ki?

-Güzel olsun, akıllı olsun, dindar olsun, zengin olsun, kültürlü olsun, şefkatli olsun, ciddi olsun, itaatli olsun, bir de esprili olsun.

-Ama abi, birden fazla evlilik yasak artık.

Fıkra, önerimi unutturmasın lütfen. Ne istediğinizi belirlemelisiniz mutlaka. On cümle yazın en azından.

 

FİKİR UYUMU ŞART, AMA YETMEZ

Hayat arkadaşını seçerken en çok dikkat edilmesi gereken nokta, fikir birliğidir. Hayatı beraber yaşayacağınız kişinin hayatı ne gözle gördüğü, hedefinin ne olduğu ve değer yargıları, en çok üzerinde durulması gereken konudur.

Hayat, keyif peşinde, rahat içinde mi yaşanacak, yoksa idealler peşinde, gereğinde fedakârlıkla mı? Kazanılan para ile daha iyi yaşamak mı hedeflenecek, yoksa o kazanç olabildiğince hayır yollarına mı harcanacak? Çocuk sahibi olunduğunda, çocuk hangi ölçülere göre büyütülecek, ona nasıl bir eğitim verilecek? Sosyal hayatta kimlerle nasıl bir diyalog kurulacak? Bu gibi temel tercihlerde uyum, iyi bir evlilik için olmazsa olmaz şarttır.

Sizin hayatınızı uğruna feda edebileceğiniz ideallerinizi eşiniz yarım kulakla dinliyorsa, her satırını didik didik okuyup yaşamaya çalıştığınız kitaplarınızı eşiniz dinlerken uyukluyorsa, siz teheccüde bile kalkarken eşiniz yatsıyı bile kılmadan yatıyorsa, bırakın sevgiyi, saygı bile kalmaz aranızda.

Bir araştırma okumuştum. “Evlilikte mutluluğun şartları nelerdir?” sorusuna her iki cinsin en çok verdiği üç cevaptan birisi, hatta birincisi ‘inanç ve ideal birliği’ imiş. (Diğerleri de sevgi ve cinsel uyum.) O yüzden evlenmeyi düşündüğünüz kişide ilk bakacağınız nokta, aynı idealleri paylaşıp paylaşmadığınızdır. Yani size sizin yolunuzda yoldaş da olabilmelidir eşiniz.

“Şimdilik istediğim gibi değil, ama ileride düzelir” diye de kendinizi kandırmayın. Âyetteki uyarıyı hatırlatırım: “Sen sevdiğine hidayet edemezsin, ancak Allah dilediğine hidayet eder.” Değişeceğine dair garantiniz var mı? Ya da o, garanti verebiliyor mu? Yoksa siz kumar meraklısı mısınız? Veya tehlikeyi çok mu seviyorsunuz?

Ancak fikir uyumu önemli derken, ölçüyü de kaçırmayın. En önemli noktadır bu, ama tek önemli nokta değildir. Gereklidir, ama yeterli değildir. Bu noktada özellikle bir fikir grubu içinde olan ve idealleri yolunda yaşayan kişilerin çokça düştüğü bir hata vardır: İyisine-kötüsüne bakmadan, sırf aynı fikirleri paylaştığı için, kişiliği ile uyumsuz biriyle evlenmek. “Zaten benim fikrimde olan az. İdeallerimi paylaşan birisini bulursam, huyuna-suyuna bakmaz evlenirim” diyenler hayli çok. Ama unutmayalım ki, meselâ Hz. Zeyd ile Hz. Zeynep de aynı yola baş koymuşlardı. Fakat bu, mutlu bir beraberlik kurmalarına yetmedi.

Zaten düşünürsek, aynı ideali bile farklı insanlar farklı biçimlerde yaşamaz mı? En basit bir örnekle, evde oturup kitap okumak, yazı yazmak da bir ideale hizmet biçimidir; sürekli gezip sohbetlere, faaliyetlere katılmak da. Ama arada dağlar kadar fark vardır. Sadece fikir birliğini önemseyip kişilik uyumunu yok saymak, ciddi bir hatadır. Fikirleri size uyanlar içinde, huyu da size uyan birini mutlaka bulursunuz.

 

SEVGİ GEREKLİ, AŞK İSE RİSKLİDİR

Klasikleşmiş bir tartışma konusudur: Evlilikte aşk lâzım mı, değil mi? Yine klasik bir cevap olarak da herkes “Tabiî ki lâzım” der. Oysa bence sevgi şarttır, ama aşk şart değil, hatta risklidir. Hemen itiraz etmeyin, önce isimlendirmeyi doğru yapalım. Kullandığım anlamda sevgi, karşısındakine ihtiyacını hissetmek, onunla beraber olmaktan mutluluk duymak, onun eksiklerini de hoşgörmektir. Aşk ise ona muhtaç olmak, onsuz olamamak, eksiklerini ise görmemektir. Böyle bir aşk, aslında sağlıksız bir ruh hâlidir. Peki sağlıksız bir duyguyla sağlıklı bir beraberlik nasıl kurulur?

Depresyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçların, abartılı aşk duygularını da azalttığını biliyor muydunuz? Saplantı düzeyindeki aşk, bir hastalık bile sayılabilir.

Ama modern çağın klişelerinin dayatmasıyla, çoğu gençler aşk evliliğini en büyük hayal olarak kabul ederler. Bu kişilerin çoğu, aşık olduklarında karşılarındaki kişinin eksiklerini, uyumsuz yönlerini görmez, o coşkulu duygunun esiri olup mantığı tamamen bir kenara atarak yanlış evlilikler yaparlar. Aşık olmuş birisi için, karşısındaki kişi, dünyanın en mükemmel insanıdır, kusursuzdur. Hatta onun için yaratılmıştır. O olmazsa hayat boyu mutsuz kalacaktır.

Oysa aşk bir duygudur ve duygular da geçicidir. O yüzden bir süre sonra aşk küllenmeye başladığında, (ki bazıları buna altı ay süre biçerler) önceleri görülmeyen yanlışlar göze batmaya başlar. Coşkuyla başlayan ilişki hüsranla biter çoğunlukla.

Aslına bakarsanız, aşık olan için bu denli riskler taşıyan bu duygu, aşık olunan kişi için de rahatsız edicidir. Düşünün; siz öylesine, gelişigüzel bir söz söylüyorsunuz, “İnecek var şoför bey!”, aşığınız “Ne uyumlu bir cümle kurdun” diyor. Siz sıradan, gündelik bir davranışınızı yapıyorsunuz, o “Ne güzel içiyorsun çorbayı” diyor. Böyle, olduğundan büyük görülmek, insanı rahatsız etmez mi? İlişkinin doğallığını, davranışların içtenliğini öldürmez mi?

Zaten o yüzdendir ki, çılgınca aşık olanlar, genellikle aşklarına karşılık bulamaz, acı çekerler. “Delice sevdim, ömrümü verdim” diye başlayan şarkılar, “O beni sevmedi, kalbini vermedi” diye devam eder. Anlamsız bir kapris de değildir bu. Aklı başında hiç kimse, olduğundan büyük görülmek, hak ettiğinden fazla ilgi ve sevgi görmekten mutlu olmaz, kısa süreli bir zevk dışında.

Üstelik bu tip gerçekçi olmayan sevgiler, abartılı hayranlıklar, yöneldiği kişinin zihnine bir tedirginlik kazır: “Ben onun zannettiği gibi mükemmel değilim. Öyle olmadığımı fark ettiğinde ne olacak?” Böyle seven, sevdiğini zorlu bir cendereye sıkıştırmıştır yani. Ve göğe çıkaranlar, hayallerinin gerçek olmadığını görünce ortada bir yerde kalamaz, bu kez de yerin dibine batırırlar sevdikleri kişiyi. Büyük beklentiler büyük hayal kırıklıklarını hazırlar. Ve “Allah belanı versin” diyen şarkılar yazılır en sonunda.

Siz siz olun, eğer karşınızdaki size olduğunuzdan daha fazla kıymet veriyorsa, sizi olduğunuzdan mükemmel görüyorsa, size sırılsıklam aşıksa, uzaklaşın ondan.

Dozunca seven, hatalarınızı da gören, ama iyi yönlerinizin hatırına onları affeden, sizden abartılı şeyler beklemeyen, zorlamayan, destekleyen bir sevgi çok daha güzel değil mi?

 

TEK BAŞINA DA MUTLU MUSUNUZ?

Meşhur atasözüdür: “İki çıplak bir hamama yaraşır.” Yani, iki mutsuz birleşince mutlu olmaz, daha da mutsuz olur. Tek başına mutluluğu bulamamışsanız, ancak bir başkasına dayanarak mutlu olacaksanız, olmayın daha iyi. Zaten olamazsınız da. Üstelik bu dayanma tarzı, o hapşırınca sizin nezle olmanıza yol açacak, fazla dayandığınızda da omuzu ağrıyacaktır.

O yüzden derim ki, eğer bekârken de mutlu, kendi içinde uyumlu bir insansanız, evlenince daha da mutlu olursunuz büyük ihtimalle. Yok eğer bekârlığınız sıkıntılı, problemli, huzursuz geçiyorsa, evlenince mutlu olma hayali kurmanız gerçekçi değildir. Kendi içinizde bir toparlanma yaşamalısınız evliliği düşünmeden önce. Unutmayın, iyi bir evlilik kötü bir hayatı düzeltmez; ancak düzelmiş bir hayatta iyi bir evlilik yapılır.

Bu sözlerimle bazılarının tatlı hayallerini bozuyor olabilirim ama olsun. Tüm sıkıntılarının evlenince mucizevî biçimde geçeceğini sanmak, maalesef çok düşülen büyük bir yanılgıdır. Evliliğe bu kadar fazla anlam yüklemek de hem mantıksızdır, hem de riskli. Karşınızdaki de sizin gibi bir insandır; beyaz atlı prens değil.

Bu aldatıcı beklentinin uzun vadede en çok görülen sonucu ise, (başlarda da dediğimiz gibi) evlilik de mutluluk getirmezse eşini suçlamaktır. Şu diyalogu o kadar çok yaşadım ki bugüne kadar:

-Çok sıkıntılı ve mutsuzum doktor bey.

-Sebep nedir sizce?

-Eşim. Evlendiğimden beri bana destek olmuyor hiç.

-Bekârken çok mu mutluydunuz peki?

-Eeee, sorunlarım vardı tabiî. Gençliğimde de tedavi görmüştüm aslında.

Bu gibi kişiler (hayal ve masalların da etkisiyle) evlenince tüm sorunlarının aniden biteceğini bekledikleri için, aynen devam eden sıkıntılar ciddi bir hayal kırıklığını ve öfkeyi de beraberinde getirir genellikle. Oysa, eğer biz değişmezsek, yarın bugünden farklı olmayacaktır. Nikâhta sadece keramet vardır; mucize değil.

O yüzden, önce siz tek başına da mutlu olmayı öğrenin, sonra evlenin. Mutluluk paylaşıldıkça artar.

 

KONUŞABİLMEK LÂZIM

Evlilik anlaşmaktır. İnsanlar da konuşa konuşa anlaşırlar. Beğendiğiniz kişi dış görünüşüyle, huyuyla, yaşama biçimiyle size çok uyuyor ama konuşmaya başladığınızda bir kopukluk oluyorsa, dikkat edin. Dozunda olunca tartışmak bile güzeldir, ama konuşamamak tam bir felâkettir. Onunla konuştuğunuzda zihniniz açılıyor, bir bir daha üç ediyorsa, bu çok güzel. Eğer fazla olumlu bir katkı almıyor ama meramınızı anlatıp onu da anlayabiliyorsanız, bir bir daha iki ediyor demektir ki, idare eder. Ama onunla konuşurken kendinizi anlatamıyor, onun da ne demek istediğini kavramakta zorlanıyorsanız, yani bir bir daha iki bile etmiyorsa, işiniz zor. Hayat boyu mimiklerle anlaşamazsınız çünkü. Onunla konuşamazsanız, ya kendi kendinize konuşmaya başlarsınız, ya da başkalarıyla. İkisi de risklidir.

“Mutlaka evlenin. Anlaşırsanız mutlu olursunuz, anlaşamazsanız filozof” diyenlere de katılmıyorum. Size muhatap olabilen, zihninizi açan, fikrinizi zenginleştiren biriyle evlenirseniz, filozof değil evliya bile olabilirsiniz.

 

FLÖRT NE İŞE YARAR?

Konuşma deyince akla beraber çıkma ve flört de geliyor. İnsanların birbirlerini tanımak istemeleri çok normal. Ama flört dönemi, gerçek beraberliği aksettirmez çoğu zaman. Eğer flört, gerçek hayatın aynısı olarak yaşanabilse, belki evliliğin nasıl gideceğine dair ipuçları verebilir, ama bunun da başka bedelleri vardır tabii. Bildiğimiz anlamdaki flört, yani arada sırada görüşüp gezmek, sohbet etmek ise, aslında gerçek hayatta olunandan farklı bir kişiliğin sergilendiği bir dönemdir.

Örneğin kişi günün yirmi üç saati tek başına, sessiz ve sakin bir hayat sürüyorsa, biriken sohbet ve gezme ihtiyacını günde bir saatlik buluşmalara saklıyorsa, o bir saatte çok konuşkan, canlı, eğlendirici biri gibi davranabilir. Ve çıktığı kişi de canlı, atak, sosyal insanlardan hoşlanıyorsa, onun gözüne uygun görünebilir. Ama iş evliliğe gelince, o hareketli görünen kişinin günde ancak bir saat gezmeye ve sohbete dayanabildiği, aslında çok durgun ve sakin bir hayatı sevdiği açığa çıkar ve sürtüşmeler başlar.

Ben üç-dört yıl flört edip birbiriyle çok iyi anlaşan, ama evlenince birkaç ayda hayal kırıklığı yaşayan nice insanlar gördüm. Evlilik hayatı başlayınca, “Reklamları izlediniz, şimdi haberler” anonsu yapılmış gibi olur.

“Peki, flört bile yapmadan evleneceğimiz kişiyi seçebilir miyiz?” diyebilirsiniz. Aslına bakarsanız, bir insanın karşısındaki kişiyi tanıması, o kadar da uzun bir zaman gerektirmez. Yapılan araştırmalar özellikle bayanların, karşılaştıkları kişiyi ilk üç dakika içinde değerlendirip kategorize edebildiğini göstermiştir. Dikkatli bir insan için yüz hatları, mimikler, ses tonu, konuşma biçimi, hatta kullanılan kelimeler bile kişiliğe dair önemli işaretler taşır. Ve özellikle bayanlar bu tip işaretleri çok iyi değerlendirirler.

Meselâ karşınızdaki kişiye “Hava bugün ne güzel, değil mi?” diye sordunuz diyelim. Hepsi de ayrı bir kişilik yapısına işaret eden çeşit çeşit cevaplar alabilirsiniz:

- Gerçekten harika bir hava var, insanın içi coşkuyla doluyor. (Canlı, iyimser.)

- Böyle havaları çok mu seversin? (Karşısındakiyle ilgilenen.)

- Hı hı. (Kontrollü ve ketum.)

- Haklısın, çok güzel, değil mi? (Uyumlu, paylaşımcı.)

- Esas üç gün önce çok daha güzeldi. (Geçmişte yaşayan.)

- Yaa, bu güzel havada eve tıkıldık işte. (Şikâyetçi, karamsar.)

- Ne demek istiyorsun yani? (Şüpheci, sürtüşmeci.)

Bakın, bir tek sorudan ne kadar çok ipucu çıkıyor. Yeter ki ona iyi bakın, dikkatli dinleyin ve ipuçlarını değerlendirin. Böyle yapan, yakışıklı prensi bulmak için yüzlerce kurbağayı öpmek zorunda kalmaz.

Siz şimdilik bu önerileri düşünedurun, gelecek sayıda da böyle önerilerle yazımıza devam edeceğiz.