TR EN

Dil Seçin

Ara

Töre Ve İslâm

“TÖRE” KAVRAMI, BUGÜNLERDE CİNAYETLERLE ANILIYOR. BAZI KESİMLER, YAPILAN YANLIŞLAR ÜZERİNDEN İSLÂMİYET’E SALDIRMAKTA HİÇ SAKINCA GÖRMÜYOR.

BU DURUMDA, TÖRE İLE İSLÂMİYET ARASINDA NE TÜR BİR İLİŞKİ OLDUĞU YA DA OLMADIĞININ İYİCE AYDINLATILMASI ACİL BİR İHTİYAÇ HALİNİ ALDI. DOÇ. DR. NİYAZİ BEKİ, SOMUT BİR ÖRNEK, “KIZ KAÇIRMA OLAYI” ÜZERİNDEN İSLÂMÎ BİR PERSPEKTİF İÇİNDE TÖRE OLGUSUNA SİZLER İÇİN IŞIK TUTUYOR.

 

Yazıda bahsi geçen töre, Fıkıh kitaplarında “örf” olarak ifade edilen töre değildir. Daha çok İslam’a aykırı olarak oluşan geleneklerdir. Bu gibi törelerin Müslüman bir ülkede, halkı Müslüman yörelerde oluşması, gerçekten manidardır. Bu manzaraya bakıldığı zaman, ilk akla gelen, bu yanlış törelerin oluşmasında, başka sebeplerin yanında dinin yanlış algılanmasından kaynaklanan hususların da olup olmamasıdır. Konuyu bu perspektiften irdelemeyi ve incelemeyi uygun gördük.

Biz bu yazımızda, bir uzman doktor olarak değil, hastalığın farkında olan bir hasta olarak konuyu inceleyeceğiz. Doktorun işine karışmak doğru değilse de, hastalığın teşhisine yardımcı olacak noktaları belirtmek hastanın görevidir. Biz bu noktaları söylemeye gayret edecek, asıl teşhis ve tedaviyi ehline bırakacağız.

 

TÖRELERİ TETİKLEYEN TÖRELER

Mevcut gayr-ı meşru töreleri ortaya çıkaran sebepler, aslında başka törelerin ürünüdür.

Her bir önceki yanlış töre, bir sonraki yanlış törenin devreye girmesini tetikler. Böylece zincirleme bir kaza gibi, halkalar halinde iç içe girmiş yanlış töreler zinciri boy göstermeye başlar. Örneğin, birbirine aşık olmuş iki gencin evlenmesine aileleri engel olur, ardından bu gençler izinsiz evlenmek için kaçmaya başlar, ailenin iznini almadan kaçan bu gençlerin töreyi çiğnedikleri için, törenin uygun gördüğü cezaya çarptırılmaları konusu gündeme gelir. Ardından-bazen-kızın küçük kardeşinin eliyle onun infazı gerçekleşmiş olur.

Peki, bu zincirleme kazaların halkalarını oluşturan sebepler nelerdir? Özellikle, Müslüman olmalarına rağmen bu cinayetlere sebebiyet veren insanların bile bile dine aykırı bir geleneği sürdürmeye çalışmaları izah edilebilir bir şey değildir. Bu geleneğin üzerinde, oturmuş bir “çevre baskısı” olarak ifade edebileceğimiz değişik faktörlerin tesiri olduğunda şüphe yoktur.

Fakat biz burada özellikle, dinin yanlış algılanmasından kaynaklanan faktörler üzerinde durmak istiyoruz. Ve konuyu bu çerçevede değerlendirmek üzere, yukarıda belirttiğimiz “zincirleme kazaları” küçük başlıklar altında incelemeye çalışacağız. Ailelerin gençlerin evlenmelerine engel olmalarının sebepleri:

 

EŞLER ARASINDA DENKLİK

Bazı çevrelerin iki gencin evlenmesine engel olmalarının gerekçesi, damat adayını kızlarına denk bulmamalarıdır.

İslam’da, evliliğin düzgün yürümesi için, eşlerin birbirine uygun olmalarına önem verilmiştir. Bu denklik özellikle kadın tarafı için aranır. Yani, erkeğin kadına denk olması, onun ayarında olması anlamına gelir. “Eşler arasında kefaet” diye de ifade edilen bu olgunun oldukça detaylandırıldığı da bilinmektedir. Alimlerin büyük çoğunluğuna göre, eşler arasında aranan denklik şu dört hususta cereyan eder: Din, soy, hürriyet ve meslek. Hanefî ve Hanbelîler bunlara maddî durumun iyi olmasını da eklemişlerdir. (el-Fıkhu’l- İslamî, 7/229)

Aslında, bu unsurların bulunması güzel olmakla beraber-cumhura göre-nikâhın sahih olmasının şartı değildir (a.g.e,7/232). Oysa, bazı kesimler, öyle işlerine geldiği için, bunu bahane ederek birbirini seven gençlerin evlenmelerine mani oldukları için, onların kaçmalarına sebep olurlar.

Aslında, Malikî alimlerinin ifade ettiği gibi, bugün denklik sadece ‘’din’’ ve “sağlık” açısından değerlendirilmelidir, (bk. a.g.e, 7/234)

Hukukçuların büyük çoğunluğunun kabul ettiği denklik kurumu, Kerhî ve Sevrî gibi bazı hukukçular, İslam’ın ön gördüğü eşitlik anlayışına ters düştüğünü söyleyerek reddetmişlerdir. Aslında Kur’an ve sünnette denkliği gerektiren bir hüküm de mevcut değildir. Evliliğin uyum içerisinde yürümesine katkısı olur diye kabul edilen denklik kurumunun ortaya çıkmasında, sosyal gruplaşmaya ve aristokratik yapılanmaya gereğinden fazla önem veren Arap toplum yapısının da etkisi vardır. (TDVY, İlmihal- II/214).

Bediüzzaman Hazretleri de “Şer’an; koca, karıya küfüv olmalı, birbirine münasip olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimi diyanet noktasındadır/asıl denklik dindeki denkliktir” (Lemalar, Envar, 197) diyerek bu konudaki görüşünü ortaya koymuştur.

Her zamanın bir hükmü vardır. Eskiden gereğinden fazla etkisi olan soy-sop, meslek farkı bu gün artık aynı etkiyi göstermekten uzaktır. Bunun farkında olmayan bazı çevreler, hâlâ klasik metotta ısrar ettikleri için bir çok yanlışların oluşmasına sebep oluyorlar.

İşte böylece, bazı kimseler, dinin olmazsa olmaz şartı gibi algıladıkları bu kurumu, nefislerinin arzusuna uygun buldukları için mal bulmuş mağribi gibi bütün kuvvetleriyle sarılıveriyorlar. Dinin pek çok açık emirlerini çiğnemekte bir sakınca görmeyenler, bu konuda tam dindarlık hırkasını giyerler ve taassupla sarınırlar.

Böylece bu çevreler, “Müslüman iki sevgili gencin” normal şartlara göre evlenmelerine engel olunduğu için, zincirleme trafik kazaları gibi, zincirleme töre kazalarına sebebiyet vermekten kurtulamıyorlar.

 

AİLELER ARASI HUSUMET

Evlenmek isteyen gençlerin bu arzularına engel olan gerekçelerden biri de aileler arasında var olan husumetler, düşmanlıklardır. Aslında, bu husumetlerin sebebi ne olursa olsun, bunu bir an önce ortadan kaldırmak, barışmak, birer din kardeşi olduklarını göstermek, İslam dininin emridir. Bunu yapmadıkları için zaten suçludurlar.

Bu suçlarını koz kullanarak, evlenmek isteyen iki gencin bu arzularını engellemekle, başka bir suçun oluşmasına da vesile olurlar. Bu ikinci suçun tetiklediği kız kaçırma gibi dince yasak olan başka bir fiilin oluşmasına neden oldukları için üçüncü bir suç işlemiş olurlar. Eğer-Allah korusun-bu iş “namusu temizleme” safsatasıyla bir töre cinayeti işlense, dördüncü bir suça imza atmış olurlar. Yeri gelince şunu belirtelim ki, törenin emriyle “namusu temizleme” yapanlar, ruhlarını öyle kirletirler ki, ancak cehennem onu temizler.

 

AİLE TAHAKKÜMÜ

Önce, hakkın hatırını âli tutarak bu konuyu özetlersek, diyebiliriz ki, karşılıklı iki aileyi beğenmekte gelin ve damat adaylarının ana ve babalarının muvafakatleri, kişisel kabulde ise adayların tercihleri dikkate alınmalıdır. Bu konuda kriterler ise-yukarıda arz ettiğimiz üzere-dinî, İçtimaî ve ahlâkî olmalıdır. Sosyal hayatın dinamikleri, toplumsal statüleri ve mesleki ölçütleri-özellikle aileler için-çok önemli saadet ve huzur kaynaklandır. Bazı aileler, kızlarını adam yerine koymayı onursuzluk sayarlar. Evin reisi olarak anne-baba dururken kızın gönlünü almak da ne demek!? Gerekçe de hazır: “kızını dövmezsen dizini döversin,” “kızı serbest bırakırsan ya davulcuya ya da zurnacıya gider.”

Bu Atavarî ve çokça suistimale uğrayan anlayışın çok ciddi biçimde gözden geçirilmesi gerekmektedir. Kısmi bir doğru, mutlak bir yanlışa düşmenin vesilesi kılınmamalıdır. Söz gelimi, bu anlayışa binaen, kızlarını zorla akrabalarıyla evlendirmeye çalışan ebeveynler vardır. Kız da o adamdan kurtulmak ve sevdiğiyle evlenmek için kaçma yolunu tercih eder. Ve iblisin kız kardeşi olan “gayr-ı meşru töre” devreye girer ve infaz gerçekleşir. Hem, maktul olan kız, hem katil olan erkek kardeşi hayattan koparlar. Diğer bir ifadeyle, kız kabre, oğlan hapse girer, buna sebep olan anne-baba ise, hayat boyu vicdan azabı çekerler. Ahiret azabı ise çok daha şiddetlidir.

O halde, zincirleme kaza şeklinde gerçekleşen töre uygulamalarına dinî bir hakikatmiş gibi sarılmanın hiçbir anlamı yoktur. Nefislerimizin arzularını töre kalıplarının ardında gerçekleştirerek gidilecek bir Cennet de yoktur.