TR EN

Dil Seçin

Ara

Kur’ân, Kadının Miras Payını Eksik mi Vermiştir? İslâm Hukukunda Kadının Miras Hakkı Nasıl?

İslâm Hukukunda kadının miras hakkının erkeğe göre daha az ve hatta ikili birli yâni erkeğe iki ve kadına bir pay olarak tespit edildiği ve böylece zayıf fıtratı olan kadına zulüm yapıldığı, asrımızda, bilen bilmeyen herkes tarafından ileri sürülen bir iddiadır. Meseleyi bilmeyen ehl-i imana izah etmek ve bilip de ısrarla İslâm'ın aleyhine konuşmak için bu mevzuyu malzeme yapan belli kesimleri de susturmak için, konuyu kısaca aydınlatmak ve meseleyi bilinmeyen yönleriyle gözler önüne seriyoruz.

İslâm Hukukunda kadının miras hakkının erkeğe göre daha az ve hatta ikili birli yâni erkeğe iki ve kadına bir pay olarak tespit edildiği ve böylece kadına zulüm yapıldığı, bazıları tarafından ileri sürülen bir iddiadır. Meseleyi bilmeyen ehl-i imana izah etmek ve ard niyetli olarak İslâm’ın aleyhine konuşmak için bu konuyu malzeme yapanları da susturmak için, meseleyi bilinmeyen yönleriyle gözler önüne sermek istiyoruz.

Öncelikle şunu hatırlatmak isteriz ki, bir makinenin en iyi çalıştırma programı ve esasları, herhalde ustası tarafından hazırlanan kataloğunda yazılıdır. Katalog dışında makinenin çalışma esaslarıyla ilgili söylenen sözler ve ileri sürülen görüşler, sadece ve sadece makinenin bozulmasına yol açacaktır. Basit bir çamaşır makinesinde durum böyle olduğu gibi, en ileri teknolojiye sahip bir bilgisayarda da durum böyledir. İşte insan, kudret i ilâhiyenin en özel bir sanatı ve rabbani bir makinesidir. Bu kâinat içinde en kıymetli makine olan insanın patırtısız ve gürültüsüz çalışabilmesi için, Sâni’i Zül-Celâli olan Allah tarafından Kur’ân denilen bir katalog gönderilmiştir. İnsan makinesi, bu kataloğa göre çalıştıkça, huzur ve saadete erişecektir; bu katalog içindeki kaidelere aykırı bir şekilde muamele yapıldıkça, huzursuzluklar, ihtilâller ve anarşi devam edip gidecektir.

İşte miras paylarının tespiti de Kur’ân’da, insan fıtratına, yapısına en uygun olacak şekilde İslâm Hukukunda belirtilmiştir. Bu sebepledir ki, Kur’ân kataloğu, vefat eden kişinin mirasını taksime yönelik kaideleri vaz’ettikten sonra, insanların her zaman bu kaidelerin hikmetlerini anlayamama durumlarına karşı miras âyetini nasıl hikmetli cümlelerle bitirdiğini Elmalılı şöyle açıklar: “…(bu mirasçı olanlar) babalarınız ve oğullarınız; bunların hangisi menfaatçe size daha yakındır bunu bilemezsiniz. Bütün bunlar Allah tarafından bir makinenin kesin çalıştırma esasları gibi fariza, yâni mutlaka takip edilmesi gereken esaslar olarak takdir ve tavsiye olunmuştur. Şüphe yok ki, bu miras paylarını (farizaları) takdir eden Allah, hem her şeyi bilen Alîm’dir ve hem de her hükmünü mutlaka bir hikmete mebni (uygun olarak) takdir eden Hakîm’dir.”1

İşte Kur’ân denilen insan ve kâinât kataloğunun isabetli olduğunu gösteren bir meseleyi ve özellikle de âyetin dikkat çektiği konuyu beraber inceleyelim:

 

KUR’ÂN, KADININ MİRAS PAYINI EKSİK Mİ VERMİŞTİR?

Önce bu sorunun yanlışlığını ve dolayısıyla buna binâ edilen bazı yanlışlıkları açıklayalım: Kuran, sadece murisin (miras bırakanın) mirasçıları arasında kız ve erkek beraber bulunması halinde, erkeğe iki pay ve kıza bir pay vermektedir. Halbuki, kadın demek, sadece murisin evlâtları değildir. Murisin annesi de kadındır; karısı da kadındır; ana baba bir veya baba bir yahut ana bir kız kardeşleri de kadındır; ninesi de kadındır. Halbuki Kur’ân’ın dışındaki birçok hukuk sistemleri ve meselâ Avrupa’dan alınan Türk Medeni Kanunu, bahsettiğimiz kadınları tamamen mirastan mahrum bırakmaktadırlar. Oysa Kur’ân mirastan onlara da pay verir. Neden sadece Kur’ân’ın evlâtlar arasındaki taksim tarzı gündeme getiriliyor da, meselâ Türk Medeni Kanununun diğer kadınları meselâ anneyi mirastan mahrum bıraktığı haller sorulmuyor? Her meselede olduğu gibi, bu mevzuda da yine çifte standart uygulanıyor.

O halde öncelikle, “Kadın nedir ve bunların hem İslâm Hukukundaki ve hem de Türk Medeni Hukukundaki miras durumları nasıldır?” Bu soruların cevabını verip, sonra da ikili birli taksimi açıklayalım.

 

MİRAS BIRAKANIN KADIN MİRASÇILARI VE MUKAYESELİ OLARAK PAY DURUMLARI

Vefat eden geride miras bırakan murisin mirasçıları arasında şu kadın mirasçılar bulunabilir:

 

I- ANNENİN MİRASÇILIĞI

Türk Medeni Kanunu ve bunun alındığı diğer hukuk sistemleri, bir asra yakındır, murisin evlâtları bulunması halinde, bırakınız anneyi mirasçı sayıp az da olsa bir pay vermeyi, anneyi ve hatta babayı görmezden gelmiş ve mirastan mahrum bırakmıştır. Ancak murisin fürû’u yâni çocukları ve onların çocukları... çocuklarının çocukları bulunmaması halinde, anne ve babaya miras intikâl edebilmektedir. 

Bu yüzdendir ki, bugün huzurevlerine düşen veya buralara da gelemeyip sokaklarda kalan yaşlıların çoğu, Medeni Kanunun bu hükmünün zulmüne maruz kalmışlardır. Gidin huzurevlerine sorun; çocuğu sağ iken bütün malvarlığını onun üzerine tapulayıp da, sonradan bir kaza ve hastalık sonucu çocuğunun vefat etmesi ve bu kanun hükmü gereği ana ve babanın mirastan mahrum olması sebebiyle perişan olan ana babaların hallerini görün. 

Şimdi sormak hakkımız değil mi? Acaba ana kadın sayılmıyor mu? Eğer sayılıyor ise, neden beşerî sistemlerin anayı yâni en muhterem bir kadını tamamen mirastan mahrum bırakması değil de, sadece Kur’ân’ın evlâtlar arasındaki ikili birli taksimi itirazlara hedef oluyor?2

Kur’ân, çocukları bulunsa da anneye mirastan mutlaka südüs yâni altıda bir pay ayırmaktadır. Avrupa hukuk sistemleri son zamanlarda bu adaletsizliği anladıklarından dolayı, anneye ve babaya, başka evlâtların varlığı halinde dahi, tıpkı Kur’ân’ın hükmü gibi, altıda bir pay vermeye başlamışlardır. Yeni hazırlanan ve bir türlü kanunlaşamayan Türk Medeni Kanunu Tasarısında da bu hüküm, dinimizin esası olan Kur’ân’da bulunduğundan dolayı değil, Avrupalılar kabul etmeye başladıklarından dolayı kabul edilmiştir.(*)

İşte beşerî hukuk sistemleri, biraz sonra izah edeceğimiz gibi, “nasıl kız hakkında, hakkından fazla verdiğinden böyle bir haksızlığa sebep oluyor, öyle de, vâlide hakkında hakkını kesmekle daha dehşetli haksızlık ediyor. Evet Rahmet-i Rabbâniyenin en hürmetli, en halavetli, en lâtif ve en şirin bir cilvesi olan validelerin şefkati, hakâik-ı kâinat içinde en muhterem ve en mükerrem bir hakikattir. Ve vâlide, en kerîm, en rahîm, öyle fedakâr bir dosttur ki, o şefkat sebebiyle bir vâlide, bütün dünyasını, hayatını ve rahatını, çocuğu için feda eder. Hatta vâlideliğin en basit ve edna derecesinde olan korkak tavuk, o şefkatin küçücük bir parıltısıyla yavrusunu müdafaa için ite atılır ve arslana saldırır…

İşte böyle muhterem ve muazzez bir hakikati taşıyan bir vâlideyi, evlâdının malından mahrum etmek, o muhterem hakikata karşı ne kadar dehşetli bir haksızlık, ne derece vahşetli bir hürmetsizlik, ne mertebe cinayetli bir hakaret, arş-ı rahmeti titreten bir küfrân-ı nimet ve insanoğlunun sosyal hayatının gayet parlak ve faydalı bir tiryakına zehir katmak olduğunu, insaniyetperverlik iddia eden insan canavarları anlamazlarsa da, elbette hakiki insanlar anlar ve Kur’ân’ın hükmünün mahzâ hak ve adalet olduğunu bilirler.”3

 

II- NİNENİN MİRASÇILIĞI

Annenin olmaması halinde ninenin durumu da yukarıda izah edildiği gibidir. Günümüz Medeni Kanunu, ancak evlâtların ve baba ile ananın olmaması hallerinde nineye pay verirken; Kur’ân, evlâtlar bulunsa da, baba ile annenin olmamaları halinde bunları da mirastan mahrum bırakmamaktadır. Yine soruyoruz: Acaba nine kadın değil midir? Neden bu mesele gündeme getirilmemektedir?

 

III- KIZ KARDEŞLER

Kur’ân, erkek fürûun veya erkek usûlün bulunması hali dışında, mahfuz hisse diyebileceğimiz belli hisselerle kız kardeşlere mirastan pay vermektedir. Halbuki Türk Medeni Kanunu, kız veya erkek füru’ yâni, mûrisin erkek çocuklarının bulunması halinde, kız kardeşleri tamamen mirastan mahrum bırakmaktadır. 

Meselâ, iki kız evlât ve iki tane de kız kardeş bırakarak vefat eden bir kişinin mirası, Kur’ân’a göre şöyle paylaşılır: İki kız çocuk terekenin 2/3’ünü alırlar, geriye kalan 1/3’ü ise aralarında eşit paylaşmak üzere kız kardeşlere kalır. Halbuki Türk Medeni Kanununa göre ise, mirasın tamamı kız evlatlara bırakılır ve kız kardeşler mirastan mahrum kalır.

Buraya kadar yapılan tahlillerden anlaşılmaktadır ki, kadın denince sadece mûrisin evlâtları akla gelmemelidir. Anne, nine, kız kardeşler ve benzerleri de kadın olarak hesaba katılmalıdır. Oysa Türk Medeni Kanunu bunları mirastan tamamen mahrum ederken, Kur’ân bunlara her şeyi kuşatan merhametiyle pay vermektedir. 

O halde İslam’da kadının miras payı eksik demek, ya meseleyi bilmemek ya da kötü niyetli olmak demektir. Ayrıca kadına bir ve erkeğe iki pay şeklindeki taksim, yukarıdaki izahlardan anlaşılacağı üzere, sadece kız ve erkek evlâtlar arasında mevzubahistir. Bütün kadınların miras paylarında gözetilen genel bir kural değildir.

Erkek ve kız evlâtlar arasında bu kaidenin uygulanmasının ise pek çok hikmetleri vardır. Şimdi kısaca bu hikmetleri görelim:

 

IV- KIZ EVLÂTLARIN MİRAS PAYLARI

Kur’ân, Medeni Kanunun tamamen mirastan mahrum ettiği anne ve kızkardeşler gibi kadınlara belli oranlarda miras payları verirken, mûrisin çocukları arasında ikili birli taksimi emretmesindeki, bazı hikmetleri sıralayalım:

 “Muhakemesiz medeniyet, Kur’ân, kadına yâni sadece erkek kardeşiyle beraber bulunan kız evlatlara veya erkek kardeşiyle beraber asabe olan kız kardeşlere, üçte bir miras payı verdiği için, âyeti tenkit etmektedir. Halbuki; cemiyet hayatında ekseri hukukî hükümler, ekseriyete (çoğunluğa) göre tespit ve tayin olunur. Ekseriyet itibariyle de, bir kadın, kendini himâye edecek ve nafakasını temin edecek bir erkekle evlenir. Erkek ise, ona yük olacak ve nafakasını ona bırakacak birisiyle teşrik-i mesai etmeye mecbur olur. İşte bu durumda bir kadın, babasından erkeğe göre yarım pay alsa, kocası tam pay aldığı için eksiğini tamamlar. Erkek ise, babasından iki pay alsa da, bir parçasını evlendiği kadının nafakasına harcar; böylece yarım pay alan kız kardeşine eşit hale gelir. İşte Kur’ân’ın adaleti böyle iktiza eder ve böyle hükmetmiştir.”4

Evet, İslâm Hukukunda karı ile koca arasında mal ayrılığı rejimi vardır. Yâni erkek kendi malvarlığı üzerinde ve kadın da kendi malvarlığı üzerinde tasarruf haklarına sahiptirler. Kadın tasarruf hakkı bulunan malından, ailenin müşterek giderlerine katılmak mecburiyetinde değildir. Erkek ise, kadının ve çocukların nafakalarını temin etmekle şer’an mükelleftir.

Netice olarak, meseleyi bir bütün olarak ele almadan peşin hükümler vermek gerçekçi ve ilmî olmaz. Eğer siz sadece gözü esas alarak bir ceylan yavrusunu, sırf gözünün güzelliğinden dolayı kendi yavrunuza tercih ederseniz, büyük hata işlemiş olursunuz. Zira bütünüyle kıyaslandığında, en çirkin bir insan yavrusu, en güzel ceylandan daha güzeldir, değerlidir. İşte hukuk sistemleri de böyledir. Meselenin bütün yönlerini bilmeden ve Bektaşi gibi, sadece meselenin kendince problemli gördüğün bir yönünü nazara vermek ve Kur’ân’daki esasları tenkit etmek, hakka ve hakikata uymaz.

Kısaca beşerin hükümleri ve kanunları, beşer gibi ihtiyâr oluyor, eskiyor, değişiyor ve tebdil ediliyor. Fakat Kur’ân’ın hükümleri ve kanunları, o kadar sabit ve rasihdir (kuvvetlidir) ki, asırlar geçtikçe kuvvetini daha çok gösteriyor. İşte size deryadan bir damla ve kısa bir işaret! Çünkü ârif olana bir işaret yeter.

 

Kaynaklar:

(*) Bu durum 1992 Aralık ayı itibariyledir.

1. Kur’ân, Nisa Sûresi, Âyet, 11; Elmalı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, sh. 1308-1309.

2. TMK. md. 439-442

3. Bediüzzaman, Mektûbât, 11. Mek- tûb. sh. 41den.

4. Bediüzzaman, Sözler, 25. Söz, sh. 409-410’dan faydalanarak.