MÜSPET HAREKET
Bediüzzaman Hazretlerinin bütün hayatında takip ettiği değişmez bir düsturu “müspet hareket” etmektir. “...Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müspet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.” (Emirdağ Lahikası) diyerek asayişin ancak müspet hareketle ve iman hizmetiyle gerçekleşeceğini vurgular.
Ve bütün yetkililere hem nur talebeleri, hem de nur risaleleri şu mesajı verirler:
“Asayişi muhafazanın tek yolu insanların kalplerine iman ve marifet nurunun yerleşmesidir.”
FİKİR HÜRRİYETİ
Üstat, “Medenilere galebe çalmak ikna iledir, anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir.” meselelerin fikir ortamında ve medenice tartışılmasını arzu eder. Zira, fikirler ancak sulh ortamında ve asayişin hâkim olmasıyla rahatça tartışılabilir. Silah sesleri arasında korku ve dehşet ortamında kiminle, neyi ve nasıl tartışabiliriz?
Üstadın “fikir hürriyeti mücadelesi” tâ eski Said döneminde başlamış, daha sonra mahkemelerde yaptığı o eşsiz müdafaalarla devam etmiştir.
Hürriyetin esası insana verilen cüzi iradeye dayanır. Herkes bu dünyada ahiret hesabına bir imtihan geçirmektedir ve bu imtihanın önemli bir şartı insanların kendi iradelerini diledikleri gibi kullanabilmeleridir.
İnsanın diğer varlıklardan üstünlüğünün önemli bir yönü de bu hürriyet ve irade meselesidir.
Üstadın hürriyet hakkındaki şu tespitlerini de nazara vermek isterim:
“İnsanlar hür oldular, amma yine abdullahtırlar.” (Tarihçe i Hayat, Birinci kısım)
“Hürriyetin şeni odur ki; ne nefsine, ne gayriye zararı dokunmasın.” (Tarihçe-i Hayat, Birinci kısım)
Birinci hükme göre, insan Allah’a isyanda hür olamaz. Bir çocuk, babasına isyanda, bir asker komutanına isyanda ve bir vatandaş kanunları çiğnemekte serbest olamazken insan, Rabbine isyanda nasıl hür olabilir?!..
İkinci hükümde ise, hürriyet sadece başkasına zarar vermekle sınırlandırılmamış, insanın kendisine de zarar vermesi yasaklanmıştır.
Bir başka eserinde de şu görüşe yer verir:
“Belki, hürriyet budur ki: Kanun-u adalet ve te’dibden başka hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukuku mahfuz kalsın, herkes harekât-ı meşruasında şahane serbest olsun.” (Beyanat ve Tenvirler)
İşte hürriyeti bu manada değerlendirenler, hem dünya saadetini hem de ahiret saadetini birlikte yakalamış olurlar. Böyle fertlerden teşekkül eden bir cemiyette ise huzur ve güven tam manasıyla tahakkuk eder.
Hürriyet ve demokrasi konusunda şu acı gerçeği de görmek mecburiyetindeyiz: Bugün iman hakikatlerinin tefsiri olan Nur Risalelerini muhtaçlara ulaştırma hizmeti, demokrasinin hâkim olduğu birçok Avrupa ülkesinde büyük bir kolaylıkla yürütülürken, diktanın hâkim olduğu bazı İslâm ülkelerinde aynı kolaylıkla intişar edememektedir. Üstadın hürriyet ve asayiş taraftarı olmasına, bununla da kalmayıp bu kavramların mücadelesini vermesine bu açıdan da bakmak gerekir. Demirperde döneminde bu hakikatlerden uzak kalan Rusya’nın bugün bu hizmetle buluşması ve ona kucak açması da bu gerçeğin açık bir delilidir.
Fikir ve insanca yaşama hürriyetlerinin genişletilmesinden endişe etmemek gerekir. Özgürlüklerin genişletilmesi, yaygınlaştırılması hiçbir tehlike arz etmez, aksine büyük hayırlara, rahatlamalara sebep olabileceği gibi birçok istismarların ve aksülamellerin de önüne geçilmiş olur. Türkiye bunun en güzel örneğini yakın mazisinde vermiştir. Bu dönemde büyük bir demokratik atılım yapılmış, hem din ve vicdan hürriyetini kısıtlayan 163. maddenin, hem de Marksist ve komünist bir sisteme karşı getirilen 141 ve 142. maddelerin yürürlükten kaldırılmasıyla büyük bir demokratik atılım gerçekleştirilmiştir. Bu büyük icraattan sonra ne komünizm tehlikesi büyüme göstermiş, ne de bazı mihrakların kasıtlı olarak abarttıkları bir irtica hareketi görülmüştür.
Bilindiği gibi 163. madde ile mağdur edilenler, daha çok, nur talebeleri olmuştur. Onlar sadece iman ve Kur’an hakikatlerini kalplere ve akıllara yerleştirmeye çalışmışlar, aktif siyasete girmemişler, hele silahlanmayı hatırlarından bile geçirmemişlerdir. İki binden fazla beraat kararı almalarına rağmen yine mahkemelerin sonu gelmemiş, memleketimizin her tarafında bir hukuk terörünün estirilmesine devam edilmiştir. Üstat Bediüzzaman’a ve talebelerine uygulanan bu sindirme ve korkutma hareketi, birçok insanı huzursuz etmekten öte bir işe yaramamış ve bu iman davası muhtaç gönüllerde gittikçe daha da artan bir hızla yerleşmiş, hâkimiyetini devam ettirmiştir.
Fikir hürriyetinin azami derecede uygulandığı Avrupa’da, farklı ırkların, inançların ve kültürlerin aynı devlet içinde birlikte yaşamaları safhası çoktan aşılmış, Avrupa Birliği adıyla birçok devletler sınırlarını birbirlerine açmışlar, paralarını birleştirmişler ve bir tek devlet gibi hareket etmeyi menfaatleri açısından daha faydalı bulmuşlardır. Böyle bir yaklaşım o devletlerin hiçbirinin iç işlerine karışma olarak yorumlanmamış ve genel kabul görmüştür. Milletimiz gerek kendi içinde, gerek komşuları arasında aynı manayı yaşamaya ve yaşatmaya daha layıktır. Bunun önünün açılmasından korkulmamalı, kısıtlamaların ülke menfaatlerine zarar getireceği unutulmamalıdır.
ASLÎ GÖREV
Demokrasi ve açılım denilince bir nur talebesinin hatırına öncelikle bu iki kavramın iman hizmetinde kazanacakları mana gelir.
Konuyu Üstat Hazretlerinin şu dua cümleleriyle noktalayalım:
“Size katiyen ve çok emarelerle ve kat’i kanaatimle beyan ediyorum ki, gelecek yakın bir zamanda, bu vatan, bu millet ve bu memleketteki hükümet, âlem-i İslâm’a ve dünyaya karşı gayet şiddetle Risale-i Nur gibi eserlere muhtaç olacak; mevcudiyetini, haysiyetini, şerefini, mefahir-i tarihiyesini onun ibrazıyla gösterecektir.” (Emirdağ Lahikası, Afyon Emniyet Müdürlüğüne)