TR EN

Dil Seçin

Ara

Eğitimde Demokratik Açılım

Sorgulayıcı bir yaklaşımla biraz eşelendiğinde açıkça görülecektir ki, Türkiye’nin kangrenleşmiş görünen ve on yıllardır çözümsüzlük girdabında sıkışıp kalmış tüm problemlerinin kaynağı demokrasi kıtlığıdır. Kalıcı çözüm de en geniş mânâda ve modern dünya standardında kişisel ve kitlesel hak ve özgürlüklerdir. Son zamanlarda çokça tartışılan ve “demokratik açılım” olarak bilinen yaklaşım haklı olarak bir heyecan dalgası ve iyimser bir beklenti yaratmıştır. Sadece Fırat’ın doğusunun değil, batısının da problemlerinin kökünü kurutabilecek potansiyele sahip olan bu proje ile Türkiye kafasını kumdan çıkarma ve ülke gerçekleriyle yüzleşme cesaretini göstermiştir. Devlet, teşhisini doğru koyduğu probleme nihayet cesaretle damardan müdahale etmeye hazırlanmaktadır. Zamanın da rüzgârını arkasına alan bu açılım ile geri dönüşü olmayan bir yola girilmiştir ve Türkiye’de artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Çünkü zamanı gelmiş ve zihinlerde yankı bulan bir akımı durduracak hiçbir güç yoktur. Yıllardır evhamların esiri olarak yaşamış ve hürriyetle esareti karıştıran pür telaş kişiler de bu süreçte zihinlerindeki prangaların teker teker çözüldüğünü görecek ve tam insanlığın olmazsa olmazı olan gerçek hürriyetle tanışacaklardır. Ve göz kamaştırıcı hürriyet güneşinin insanları kör değil, görür yaptığını göreceklerdir.

Bir devlet politikası olarak formüle edilen ve tartışmaya açılan demokratik açılım projesi yüzeysel bakanların zannettiği gibi müzmin bir yaraya merhem sürmeye yönelik basit bir operasyon değildir. Bu, insanlara insanlığını teslim etme projesidir ve yeni bir yaklaşımı simgeleyen zihinsel bir devrimdir. Bu proje ile, ülkeyi geriliğe ve üçüncü dünyalığa mahkum eden naylon insan tipi yaratma planları rafa kaldırılmaktadır. Bu proje, insanlara güdülecek bir hayvan sürüsü veya programlanabilir bir robot serisi olarak bakan yaklaşımın iflas ettiğinin ilanıdır. Bu insanlık dışı yaklaşım yirminci yüzyılın ilk yarısında cehalet, istibdat ve duygusallığın hükmettiği zeminde en hızlı esen rüzgâr idi. İki dünya savaşı ile insanlığı yok olmanın eşiğine getiren bu yaklaşım modern dünyada insanların akıllarını başlarına almaları ile 1950’lerde terk edildi. Batılı ülkeler bir paradigma değişikliği ile geçmişte bir tehdit ve zayıflık olarak gördükleri farklılığı bir zenginlik ve güç kaynağı olarak algılamaya başladılar. Dışlayıcı tek tipçiliği terk edip kişisel ve kitlesel hak ve hürriyetleri ön plana çıkaran kucaklayıcı bir yaklaşım ile eski savaş kıtasını bir barış adasına çevirdiler. 1950’lerde temeli atılan AB projesi ile de bu yaklaşımlarını kurumsallaştırdılar ve Batı Avrupa’da savaş dönemini bir daha geri gelmeyecek şekilde kapattılar.

1950’li yıllarda Batı Avrupa’da yükselen demokrasi güneşinden Türkiye de nasibini aldı ve uzun yıllar süren baskıcı bir rejimden sonra halk özgürlüklerle tanıştı. Ancak bu demokrasi Süreci 27 Mayıs 1960 darbesi ile inkıtaya uğradı ve halkın iradesi devre dışı bırakılıp katı bir devletçi rejime geri dönüldü. Bunun sonucu olarak Batı ülkeleri özgürlüklerden aldıkları şevk ve heyecan ile yeni geleceklere uçarken Türkiye’de halk özgürlüğün ne olduğunu anlayamadan kendilerini ülkenin sahibi ve hamisi ilan eden elit bir azınlığın hizmetçiliğine mahkûm edildi. Bu mutlu azınlık, hamilik iddiasına inandırıcılık kazandırmak ve tartışmasız saltanatını devam ettirebilmek için de devamlı şekilde iç ve dış düşmanlar icat etti, ve bizi dışarıdan ve içeriden düşmanlarla sarılı olduğumuza bir güzel inandırdı.

Rejimin özü devlet hakimiyetini tesis edip halkın itaatkâr olmasını sağlamak olunca bu rejim içinde eğitimin rolü de kendiliğinden ortaya çıkıyordu: Aslında bir azınlık saltanatı olan bu rejimin cumhuriyet olduğuna halkı inandırıp desteğin devamını temin etmek için çocukları yıllar süren ideolojik bir eğitime tabi tutmak. Bunu da tek bir merkezden ve sorgulamaya fırsat vermeden yapmak ve öğretmenleri sıkı bir denetim altında tutmak. Böylelikle beyinleri modası geçmiş ezberlerle dumura uğramış, özgüvenden yoksun, korkak ve itaatkâr silik karakterli bireyler yetiştirmek. Devlet tekelindeki radyo ve televizyonlarla bu eğitimi pekiştirmek, ve milli güvenlik türü derslerle ve modern dünyanın çoktan terk ettiği zorunlu askerlik uygulaması ile de ideolojik eğitim sürecini zihinlere silinmeyecek şekilde kazımak.

Özgürlük, insanları hayvanlıktan çıkarıp gerçek insan yapan öz bir değerdir. Türkiye, kuruluş yıllarından itibaren halkın devletle olan özgürlük sahasının genişletilmesi mücadelesine sahne olmuştur, ve bu mücadele bugün de devam etmektedir. 1980’li yıllarda özel radyo ve televizyonlara izin verilmesiyle eğitimdeki devlet tekeli kısmen sona erdi. İnternet’in yaygınlaşması ile de haber ve bilgi kaynakları çeşitlendi, ve devletin insanların göz ve kulakları üzerindeki ambargosu büyük ölçüde sona erdi. 2000’li yıllarda AB’ye katılım süreci ile özgürlüklerin sahası daha da genişledi ve süreci inkıtaya uğratma gayretleri bu sefer akim kaldı. Bu sürecin sonunda halk korkularını atıp gerçek cumhuriyetle tanışacaktır.

Peki, demokratik açılımını başarı ile tamamlamış bir Türkiye’de eğitim nasıl olacaktır? Bu sorunun kısa cevabı: ABD ve AB gibi demokratik ülkelerde eğitim nasıl ise Türkiye’de de öyle olacaktır. Öğretmenler dahil geniş halk kitlelerinin iliklerine kadar işlemiş olan asılsız korkuları bünyelerinden atmaları ve tedirginlikle yaklaştıkları özgürlüklere alışmaları elbette zaman alacaktır. Ancak sürecin sonunda onlar da gerçek insanlığın farkına varacak ve kendilerinin yıllardır nasıl aldatıldıklarını göreceklerdir.

Doğru bir cumhuriyette devlet efendi değil hizmetçidir. Fonksiyonu ise halka dikte etmek değil hizmet vermektir. Bir ev veya iş yerinde, bir hizmetçinin, ideolojisini hane halkı veya iş yeri mensuplarına empoze etmeye kalkması ne kadar abes ise, demokratik bir devletin de halka belli bir ideolojiyi empoze etmeye kalkması o kadar abestir.

Demokratik ülkelerde ideolojiler ve hayat tarzları bireylere aittir. Hayat görüşü ve tarzlarında farklılık; fakat hayat görüş ve tarzlarına saygıda birlik vardır. Bu farklılık kavgaya sebep olmaz, aksine kavgayı bitirir ve barış ve huzuru tesis eder-aynen herkesin istediği tip ve ölçüde ayakkabı giymesinden doğan farklığın birlik ve huzurun teminatı olduğu; ve herkese tek tip ayakkabı giydirmeye kalkmanın itiraz ve huzursuzluklara sebep olup birliği bozduğu gibi.

Demokratik ülkelerde birliğin kaynağı farklı olma özgürlüğünün garanti altına alınmasıdır, ve bu eğitimde de böyledir. O yüzden demokratik ülke okullarında yerel ideolojik ezberler değil evrensel değerler öğretilir ve benimsetilir. Öğrenciler doğruları ezberlemeye değil onları sorgulamaya teşvik edilir.

Demokratik ülkelerde eğitimin patronu halkın kendisidir, ve o yüzden eğitimde merkeziyetçilik değil yerellik esastır. Örneğin ABD’de Eğitim Bakanlığının (bakanlık adında ‘’Milli’’ ibaresi yoktur) ne öğretmen atama yetkisi vardır, ne de müfredat hazırlama. Bütün bunlar eyaletler ve eyalet içinde de seçimle gelen yerel yöneticilere aittir. ABD Eğitim Bakanlığı eğitimle ilgili istatistik bilgiler hazırlar, bilimsel araştırmalar yaptırır, ihtiyaç olan yerlere maddî destek sağlar ve gönüllülük esasına göre genel koordinasyonluk hizmeti verir. Eğer bir mahalde veliler okul müdüründen memnun değilse aralarında imza toplayıp Eğitim Müdürlüğüne başvururlar ve müdürün değiştirilmesini talep ederler. Öğretmenlerin de kontratları bir veya birkaç yıllıktır. Performansı yetersiz bulunan öğretmenlerin kontratları yenilenmez. Bunun sonucu olarak devlet okullarının eğitim kalitesi özel okullardan aşağı kalmaz.

ABD’de özel okullardan 7400’ü Katolik kilisesine ait okullardır ve bu okullarda normal müfredatla beraber papaz ve rahibeler tarafından istenilen miktarda uygulamalı din dersleri verilir. Bazı okullar bir kilise (veya cami)’nin parçası olarak inşa edilir ve öğrenciler buralarda okul saatleri içinde ibadetlerini de ifa edebilirler. Ve bu ilave derslerin içeriği veya kimler tarafından verildiği hiçbir denetime tabi değildir. Dahası, dinî cemaat okullarından mezun olanlar devlet okulları mezunları ile eşit şartlarda üniversiteye girerler. Bizim laikliği aldığımız Fransa’da devlet okullarında din dersi verilmez, ve ilk ve orta öğretimde dini kisveye izin verilmez. Ama aynı Fransa’da çocuklarının din eğitimi de almasını ve dini kisve giymesini isteyen aileler çocuklarını dini bir cemaat okuluna gönderebilir ve bu özel okul ücretini devlet öder.

Peki ABD, yasak Kur’an veya İncil kursları ile nasıl mücadele ediyor? Ve bu tür kurs açanlar bizde olduğu gibi 2 yıla kadar hapis ve para cezası istemiyle yargılanıyorlar mı? Bir Amerikalının bu tür sorulara cevabı herhalde “Sizde biraz geri zekâlılık mı var veya siz başka bir gezegenden mi geldiniz?” olurdu. Çünkü gerçek bir laik demokratik ülkede din devlete karışmadığı gibi, devlet de dine karışmaz ve onu kontrol altına almaya kalkmaz. Herkes çocuklarını istediği zaman istediği kursa din dersi almaya gönderir, ve bu kurslar ne izne tabidir ne de denetime. Dinini serbestçe öğrenmek ve öğretmek bizim ulaşmayı hedeflediğimiz muasır medeniyet ülkelerinde herkesin en temel bir insanlık hakkıdır. Ve ne hikmetse, serbestiyetin esas, yasakların istisna olduğu bu ülkelerde ne irtica tehlikesi var, ne de ayrımcılık korkusu. Var olan şey, gerçek mânâda insanlık.

Bunlar muhtemelen bazıları için kolay yutulacak cinsten lokmalar değil.

Bazılarımızın cumhuriyetin sonu olarak gördüğü birçok uygulama ABD gibi demokratik ülkelerde olmazsa olmazlardır.