Tuzu kuru olanlar şimdilik yedikçe yiyor, şiştikçe şişiyor. Ama!...
Şu “kıtlık haberleri” kulaklara kar suyu kaçırdı. Dünyanın nüfusu yedi milyara dayandı. Dünya acaba bu nüfusu doyurabilecek mi?
Dünya Gıda Örgütü’nün tahminlerine göre 2008 yılı üretimi rekor düzeyde olacak gibi. Ama yine de bu yıl tahıl stokları son yirmi beş yılın en düşük seviyesine inecek.
Kıtlık haberlerinin ardında küresel ısınma, kuraklık, biyoyakıta yönelme, düşük rekolte gibi sebepler duruyor olsa da, bunlar tatmin edici bir netice vermiyor.
Lafı gevelemeden asıl sebebi pat diye söyleyelim: Dünyada tüketim çılgınlığı yaşanıyor. Dünya hızla yağmalanıyor. “Benden sonra tufan “deniyor. (Bu söz gerçekle örtüşebilir. Biliyorsunuz ahir zamanda yaşıyoruz.)
Bilim ve teknolojinin “her derde şifa” olacağı masalına inananlar gübreden sulamaya, tohum ıslahından genetikle oynamaya kadar pek çok alanda üretimi artırmaya çabalıyor ama nafile.
Bu üretim bu tüketimin hızına yetişemez. Ee.. Ne olacak o zaman?
Ne olacağı var mı? Bu gidişin sonu “kıtlık”. Kıtlık lafını duyanların aklı başından gidiyor. Gider tabi. Dünyada her saat başı açlıktan kaç kişi ölüyor, haberleri var mı; haberleri olunca bunu önemsiyorlar mı? Hayır. Çünkü onlar artık birer “tüketim sarhoşu” olmuşlardır. Kıtlığı kavrayamazlar. Dünyadaki mevcut tarım alanları zaten kullanılıyor, hatta bunların çoğu “hor kullanıldığı” için bir süre sonra verim düşüyor. Yeni tarım alanlarını devreye sokmak çok pahalı.
Tarım ürünlerinde (fazla verim almak sebebi ile) çeşitlilik düşmüştür. Mesela elma. Ülkemizde neredeyse elli çeşit elma yetişirken bunların sayısı ikiye, üçe düşmüştür. Starking ile Golden. Neyse ki hâlâ Amasya elması üretimi devam ediyor.
Dünyanın yüzde doksanını doyuran tarım ürünü adedi yirmi civarındadır.
Çin ve Hindistan gibi nüfusu çok kalabalık ülkeler, artan gelirleri ile birlikte tüketim alışkanlıklarını değiştirdikleri gibi yeme-içme alışkanlıklarını da değiştiriyorlar. Çinli şirketler ileriyi düşünerek Afrika’da tarım alanları almaya başlamış.
Şimdi düşünün, bir kilo et üretmek için yedi kilo tahıl karşılığı, yani 155 litre su gerektiği hesaplanıyor. Tahıl yerine et yemeye başlayan bir nüfus başta su olmak üzere tüketimi yediye katlıyor.
Bir kilo mısır üretimi için dokuz yüz, pirinç için üç bin, bir pamuklu pantolon için 2-4 bin litre suya ihtiyaç var. Bütün dünya yılda fert başına üç-dört pantolon tüketmek yerine 14 pantolon tüketirse; birini eskitmeden çöpe atıp yenisini alırsa buna su yeter mi? Fabrikalar, şirketler, üretim bantları doymayan canavarlar gibi ha bire üretim yapıyor. Hava, su, toprak kirleniyor. Bu durumda, yani bu “fasit daire”de yaşamak bir “hayat tarzı” olarak devam ettiği sürece Kyoto’yu imzalasan ne olur, imzalamasan ne olur.
Hiç ihtiyacımız olmayan malları sürekli çeşitlendirerek alıp-satıyoruz. Bu “tüketim özgürlüğü” değildir. Bu düpedüz insanları büyüleyerek uçuruma doğru sürmektir. Ne bisiklet, ne “yeşil otomobil” bu felaketin önüne geçebilir.
Felaketi önleyecek yegâne çözüm “kanaat”tır. Ne demiş atalarımız: Yılan yılan iken toprağı yalayarak kullanır. Kanaat en tükenmez hazinedir.
Kıtlık korkusu dünyayı sarsıyor. Bu korku her geçen yıl artacak. Fabrika bacaları gökyüzüne duman püskürttükçe insanlar belki de dağ başlarına çıkıp karın doyurmak için bir tutam ot arayacak. Neyse ki bizim memleketimiz çok şükür o kadar sanayi esiri olmamış. Hâlâ ekilebilir arazi miktarımız nüfusa oranla çok fazla. Üstelik bu topraklar kirlenmemiş.
Toprağımızın kıymetini bilelim. Bakınız “su kıtlığı” gündeme gelince muslukları kısmaya başladık. Yumurta deliğin ağzına gelmeden verimli tarım arazilerimizi sanayiye kurban etmeyelim. Şu Bursa Ovası’nı görünce insanın içi sızlıyor. O güzelim nehirlerimizi sanayi kirliliğine terk etmeyelim. Tarımı hor görmeyelim. Zaten bundan sonra istesek de hor göremeyiz.
Kıtlık kapıda.
(Mustafa Kutlu)