TR EN

Dil Seçin

Ara

Şirk Neden Bağışlanmaz?

Allah size kendinizden bir misal verdi: Elinizin altındaki köle ve hizmetçilerinizden, size verdiğimiz rızka ortak olup da sizinle eşit hale gelebilecek ve birbirinizi sayar gibi sayacağınız kimseler olur mu? Akıl eden bir topluluk için âyetleri Biz böyle açıklıyoruz.”

— Rum Suresi, 30:28

 

Kısaca “şirk” sözcüğü ile ifade ettiğimiz Allaha ortak koşma” eylemi, üzerinde pek büyük bir hassasiyetle durulması gereken bir konudur. Zira Yüce Allah, tevbe edilmediği takdirde, bu günahı asla bağışlamayacağını Kur’ânda açıkça bildirmiştir. Bununla birlikte, günlük hayatta, çoğu zaman farkında bile olmadan, dolaylı veya dolaysız şekilde, Allaha imanımızın saflığını bozacak ve bu imana şirk kırıntıları bulaştıracak şekilde telkinlere maruz kalabiliyoruz. Göklerde ve yerde, bütün âlemlerde, büyük küçük, gizli açık her şeyi her haliyle kuşatan İlâhî egemenliğe kayıtsız şartsız iman etmekle yükümlü olduğumuz halde, bir de bakmışız, o egemenlik çeşitli sebepler arasında parça parça edilip bölüştürülmüş, bu parçalardan kimi dünyaca büyük kişilere, kimi tabiata, kimi tesadüfe, kimi yıldızlara, kimi de daha başka şeylere yakıştırılmış gitmiştir.

Daha da önemlisi, böyle bir paylaştırmanın ne kadar büyük bir suç teşkil ettiğini fark edemeyişimizdir. Allah nasıl olsa her şeyin yegâne hakimi değil mi? Yeryüzündeki biz âciz ve fâni kullardan bir kısmı, Onun mülkünden bir kısmını şuna veya buna yakıştıracak olsa, bunun Allaha ve Onun egemenliğine ne zararı olabilir? Dünya dolusu günahları bağışlayan Allah, bir kulunun ağzından çıkan önemsiz bir sözü niçin bağışlamaz da Kulum Bana şirk koştu.” diyerek cezalandırır?

Zaman zaman da Allaha bir olarak inanmak ile Ona ortak koşmak arasında bir fark görmeyen itirazlarla karşılaşırız: Canım, din adamı Allah der, bilim adamı da doğa veya sebepler yahut kanunlar der; ikisi de aynı şeyi kasteder.” gibi...

Hayır, ikisi de aynı şeyi kastetmez. Gerçi ikisi de yaratma kudretine sahip bir varlıktan söz eder. Ancak bunlardan birincisinin kastettiği, Yer ve Göklerin Yaratıcısıdır; diğeri ise Onun yarattıklarından birini veya bir kısmını kasteder ve Allah’ın sıfatlarını ve mülkünü onların arasında paylaştırır. Gariptir ki, Allah’ın mülkü hakkında pek cömert davranan ve onu Allah’ın yarattıkları arasında hiç umursamaksızın dağıtıveren kullar, kendilerine ait şeylerin başkalarına peşkeş çekilmesi karşısında hiç de hoşgörülü değillerdir.

Bir sabah size ait işyerinize geldiğinizde şöyle bir manzarayla karşılaştığınızı düşünün:

Bekçi, kulübenin etrafını çevirmiş, orayı kendi mülküne dahil etmiş. Çaycı, çay ocağının bağımsızlığını ilân etmiş. Sekreterler kendi bölümlerinin, odacılar koridorların, memurlar kendi odalarının patronu olup çıkmışlar. Gerçi sizin asıl büyük işveren olarak kalmanıza bir itirazları yok; size saygıda kusur da etmiyorlar. Ancak bir şartla: Burada bizim de ortaklığımız var.” diyorlar. Halbuki sahiplendikleri şeyi elde etmek için ne bir masraf yapmış, ne bir çaba harcamışlardır.

Yahut, hizmetçinizin, bir sabah karşınıza dikilip Bu evde benim de hakkım var.” diyerek kendisine düşen payı istediğini düşünün.

Veya size ait bir tablonun, bir bestenin, bir kitabın üzerinde, sizin imzanızın yanı sıra, sizin memurlarınızın da eser sahibi” olarak imza atmış olduğunu farz edin.

Dünyada böyle bir şeyi kabullenebilecek kimse var mıdır?

İşte, âyet-i kerime, “şirk” dediğimiz hadisenin içyüzünü, bize, kendimizden örnek vermek suretiyle böyle açıklıyor: Elinizin altındaki köle ve hizmetçilerinizden, size verdiğimiz rızka ortak olup da sizinle eşit hale gelebilecek ve birbirinizi sayar gibi sayacağınız kimseler olur mu?”

Şunu da dikkatten uzak tutmayalım: Bizim paylaşmaya razı olmadığımız şey, gerçekte kendi mülkümüz değil, bu dünyada geçici bir süre kullanımımıza sunulmuş bir emanetten ibarettir. Bu emaneti kendileriyle paylaşmaya razı olmadığımız kimseler de bizden farkı olmayan, bizim gibi etten ve kemikten yapılmış insanlardır.

Allah’ın mülkü ise, hiç yoktan yaratılmış gökler ve yer gibi bir âlemdir. Üzerinde nefes alıp verdiğimiz şu gezegene bir bakın: Tavanı inci gibi yıldızlarla bezenmiş, tabanına rengârenk halılar serilmiş, her köşesi bir cennet bahçesi gibi süslenmiş, milyonlarca tür canlı ile şenlendirilmiş; konuklarının önüne her mevsim, her gün, her saat sayısız ziyafet sofraları serilen bir dünyanın yaratılmasında hangi sebebin, hangi yıldızın, canlı veya cansız hangi varlığın payı vardır?

Böyle bir dünyanın üzerinde her an Rabbinin nimetlerinden nicelerine erişmekte olan insana, bu âlemin bir kısım varlık ve olaylarını Allaha ortak koşmak yaraşır mı? Esas itibarıyla kendisine ait olmayan emanet malını kendisinden farkı olmayan kullar arasında paylaşmaya razı olmayan insan, Allah’ın kendi mülkünü, yine o mülkün bir parçası olan yaratıklar arasında bölüştürmeyi nasıl olur da küçük bir kusur gibi görüp geçiştirir?

Âyet-i kerime, işte bu noktada bizi ciddi ve derin bir tefekküre davet ediyor; akıl eden kimseler için Allah’ın âyetlerini işte böyle açıklıyor:

Allah size kendinizden bir misal verdi:

Elinizin altındaki köle ve hizmetçilerinizden, size verdiğimiz rızka ortak olup da sizinle eşit hale gelebilecek ve birbirinizi sayar gibi sayacağınız kimseler olur mu?

Akıl eden bir topluluk için âyetleri Biz böyle açıklıyoruz.