Fahr-i Kâinat Efendimiz’in (sav) Kur’an nurunu insanlığa hediye ettiği ilk yıllarda, müşrikler tarafından tahammül edilmez hakaretlere maruz bırakılıyor, hor görülüyor ve hatta Taif’te olduğu gibi insafsızca taşlanıyordu.
O sıralarda 22 yaşında olan Hz. Zeyd (ra), O Zât’ı (sav) muhafaza eden melâike ordusunu bile kıskanıyor ve kendisi gibi genç olan diğer sahabeler tarafından O’nun etrafında oluşturulan koruyucu etten duvarın en önünde yer alıyordu.
Bu yüce sahabe, güneşin ortalığı âdeta kavurduğu bir günde gazve’ye hazırlanırken. Peygamberimizin alnında parıldayan ter damlacıklarını gördü. Her bir damla, Zeyd’in kalbine bir hançer gibi saplanmıştı. Dayanamadı, başını öfkeyle yukarı kaldırarak güneşe çevirdi ve hiç kımıldamadan ona bakmaya başladı.
Fahr-i Kâinat Efendimiz (sav) bütün âlemleri kuşatan nuraniyetiyle bir şeyler olduğunu hissetmişti. Hemen Zeyd’e döndü ve kolunu tutarak.
“Zeyd,” dedi. “Ne yapıyorsunuz? Güneş’i söndüreceksin...”
Zeyd, bakışlarını yere çevirdi. Ve Peygamberler Peygamberinden yansıyan bir nur, güneşi ona muhatap etti.
Güneş:
“Yâ Zeyd,” diyordu. “Ben Efendimizi (sav) incitmek ister miyim hiç? Sadece O’na daha yakın olmayı arzu etmiştim.”
İman ve sevgi sırrındaki bu akıl almaz hikmet, Mekke sokaklarından bir sevda bestesi gibi bütün âlemlere yansıdı ve O’nu sevenlerin gönlüne ulaştı.
Zeyd’den bütün gençlere bir mesajdı bu.
Ve “Onu benim gibi sevmelisiniz.” diyordu.
Sekizinci vefat yıldönümünde, sevgili yazarımız Dr. Halûk Nurbaki’yi rahmetle ve hasretle anıyoruz.