TR EN

Dil Seçin

Ara

 Algı Hataları / İletişimde Mesajların Yanlış Algılanması

Algı Hataları / İletişimde Mesajların Yanlış Algılanması

Her insanın içinde kötü bir parça vardır. ‘Nefs’ veya ‘İd’ denilen bu parça özgür, sınırsız, sorumsuz ve doyumsuz olmak ister. Bu parçayı yok sayan “Hümanizm” akımı insancılık yaparak adaleti bozdu ve Hedonizmi doğurdu. 

İçimizdeki kötücül duyguların farkına varmayan hümanist akımlar, hümanisite ile karıştırıldı. İnsana saygı farklı insancılık farklı idi. Duvarları yık, zincirleri kır, istediğini yap diyen hazcı felsefe bize çok bedel ödetecek. İstediğini yapan istemediğini duymaya hazır olmalıydı. Yalnızlık, şiddet, boşanma ve intihar artışına bu gözle bakalım. İçindeki kötücül eğilimleri görmeyenler olayları çarpıtmaya çok yaklaşırlar.

Çatışmaların en büyük sebeplerinden biri mesajların doğru algılanmamasıdır. Bunun sebebi de algı çarpıtmalarının olmasıdır. 

Mesela kişi bir konuyu konuşurken kusurlu algı olduğunda, karşı tarafın kendisi hakkında yalancı dediğini düşünür. Alınganlık gösterir. Kusurlu algıda kişi kendisiyle alay edildiğini sanır. Kişi algıyı kusurlu alınca sinirlenmek, bağırmak, küsmek, çekip gitmek gibi otomatik tepki verir. 

Mesela birisi yolda giderken arkadaşıyla karşılaşır, “bana selam vermedi, görmezlikten geldi, beni aşağıladı” gibi otomatik tepkisi olur. Olay araştırıldığında karşı tarafın görmediği, belki dalgın olduğu ortaya çıktığında otomatik tepkinin yanlış olduğu anlaşılır. 

İnsan duygu boyutuyla tepki verip harekete geçer. O olayı analiz edip, daha sonra o kişiyle karşılaştığında “Geçen gün seni gördüm, hayrola selam vermedin?” diye sorduğunda “Dalgındım, farkında değilim” şeklinde cevap alırsa kusurlu algı düzelir. Böylece iletişim de kurulmuş olur. 

Bu durum toplumsal olaylarda da geçerlidir. Mesela zenciler kötüdür algısı olan toplumda otomatik tepkiler, aynı otobüse binmeme, aynı restoranda yemek yememe, onlarla evlenmemedir. Bu tepkilerin düzelmesi için kişinin düşüncelerinin anlaşılması gerekir. Zarar verme veya kötülük yapma niyetinin olup olmadığı gibi konular araştırılır, olmadığı görüldüğünde kusurlu algı düzelir ve sağlıklı davranış ortaya çıkar. 

Toplumumuzda algı çarpıklığı laikler ve dindarlar arasında da yaşanmaktadır. Başka bir örneğe baktığımızda, araba kullanan başörtülü birine başı açık bir kadın arabanın camını açıp “Cehenneme ben gitmeyeceğim, sen gideceksin” diyerek hakaret ettiğini görürüz. Bu davranışta da kusurlu algı vardır. Hâlbuki onun yerine “Ben yaşayamıyorum, o yaşıyor” diyebilse sorun yaşanmaz. Fakat egosunu üstün gördüğü için dini, egosuna göre değiştirmeye çalışmaktadır. Kendini cennetlik, karşı tarafı cehennemlik olarak görür. Bu olay eşitler ilişkisi değil, üstün-zayıf ilişkisidir. Bu durumda empati gerçekleşmez. Empatinin olması için eşitler ilişkisi olması gerekir. 

Mesela bir evlilikte koca, kadın-erkek doğasına inanmıyorsa, kendini kadından üstün görüyorsa o evlilikte eşitler ilişkisi olmaz, hep bir tarafın taviz vermesi gerekir. Halbuki Hz. Âdem’in çocuklarından beri eşitler ilişkisi vardır ve bütün insanlar eşit haklara sahiptir ve eşitler ilişkisi içindedir. Alçak gönüllü olmak, kendini değersiz görmek değil, eşit görmektir. Kişinin kendisinin ve karşısındakinin hem artılarının hem de eksilerinin olduğunun farkına varması empatiyi başardığını gösterir. Eşitler ilişkisinde kişi haklıysa karşı tarafa haklılığını anlatır, haksızsa kusurunu öğrenir. Fakat üstünlüğünü ilan edip karşısındakini ikinci sınıf insan olarak görürse eşitler ilişkisi olmaz ve kendini iyi bir şeyler almaya kapatır.

 

Kültür Algıyı Biçimlendiriyor 

Kültür, kişinin algısını biçimlendiriyor. Bunun aşılması ancak adaletin kültür içinde birinci erdem olmasıyla mümkündür. Aynı kültüre mensup kişilerde aidiyet hissi oluşur. O kültürün sembolleriyle özdeşleşir. Bu durum da insanın mutluluğuna ve istikrarlı toplum hayatına katkı sağlar. 

Baskın kültürün sabiteleri vardır ve o sabiteler üstün olarak kabul edilir. Dünyada Hollywood kültürü baskın kültürdür. Popüler kültür olarak bütün dünyada sinema, televizyon, gazete gibi medya yoluyla propagandası yapılmaktadır. Arkasında ekonomik ve propaganda gücü olan bu kültür kendine benzetmek için yeme zevkini, kıyafet zevkini değiştirmeye çalışır. Böylece daha fazla blucin satacak, daha fazla fastfood zincirleri açarak dünya ekonomisini elinde tutacaktır. 

Kültürün psikolojik savaş gibi siyasi ve ekonomik olarak kullanılması söz konusudur. Üstün kültür böyle durumlarda eşit olmayan oyun alanları oluşturur. Futbolu ortaya çıkartır, bir oyun alanı açar. Çizgi film çıkartır, başka bir oyun alanı açar. Bunun gibi vasıtalarla bütün dünyanın kültürel eğlence standartlarını belirler. 

Bunların hepsi baskın kültürün üstünlükleridir ve bu da adil bir rekabet doğurmaz.

 

Baskın Kültür Kendi Hayat Tarzını Diretiyor

İnsanı zorla değiştirmenin yanı sıra överek değiştirmek de vardır. Överek değiştirmede, zevk tuzakları oluşturup, insanları kendi savaş alanlarına çekip o tuzaklara düşürerek zevke alıştırmak söz konusudur. Baskın kültür, kültürünü kabul ettirebilmek için kendi kültürel ödül-ceza sistemini oluşturur. Ödül sisteminde nasıl ünlü ve zengin olacağının şeklini anlatır. Başarılı olmak için kapitalist olunması gerektiğinin empozesini yapar. İnsanların hedeflerini değiştirir. 

İnsan hayatında hedefin ne olduğu çok önemlidir. Hayat serüveninde ilerlerken iyi bir insan mı yoksa başarılı olmak mı doğru hedeftir? 

Hedef, iyi bir insan olmaksa, başarılı olmak veya olmamak bu yolda ilerlerken ara hedeflerden biri olur. İnsanın vardığı değil, hedeflediği nokta önemlidir. Sosyal adaletin sağlanması ve kültürler arasında adil rekabetin olması için bu hedefin verilmesi gerekir. Adil rekabet ve alternatif yaşam biçimlerine karşı özgür olunmasına serbest fikir piyasası, serbest kültür piyasası denir. Her kültürün kültürel çeşitliliğini sunabilmesi için demokratik çoğulculuk olması gerekir. Her kültürel tercih saygıdeğer, eşsiz, biricik ve özeldir. Biri diğerinden üstün değildir. 

Avustralya’daki Aborjinler, Amerika’daki Moon Tarikatı gibi gruplar teknolojiyi ve medeniyetin bazı gereklerini reddediyorlar. Bu kültürleri zorla değiştirmeye veya yok etmeye gerek kalmadan zaman içinde yok olacaklardır. Taliban tarzı gruplar modern fen bilimlerini öğrenmiyorlar. Elektriği kullanma gibi çağın temel ihtiyaçlarını ve teknolojiyi reddettikleri için geriye sadece kendi kültürleriyle dini birleştiren ve şiddetle sonuç almaya dayanan bir yol kalıyor. Böylece İslam dinindeki cihad gibi bazı kavramlar da Avrupalılar tarafından yanlış tanımlanıyor. Hıristiyanların ve oryantalistlerin birçoğu cihadı kutsal savaş olarak kabul ediyor. Hâlbuki cihadın büyük ve küçük cihad gibi maddi ve manevi ayrımı vardır. Büyük cihadın, kişinin iç dünyasındaki arzu ve istekleriyle, nefsiyle yapıldığı, küçük cihadın ise dış düşmanlara karşı yapıldığı bilinmiyor. Bu sebepten dolayı maalesef Kuran-ı Kerim’in şiddeti onayladığı ve İslam coğrafyasında şiddetin yöntem olarak benimsendiği önyargısı mevcuttur…