TR EN

Dil Seçin

Ara

Yanlış Eğitim Anlayışı: Çekiç Çivi Örneği

Yanlış Eğitim Anlayışı: Çekiç Çivi Örneği

Eğitim çekiç-çivi misali, ver al şeklinde değil de; dalda zamanla kızaran elma misali çerçevelenmiş ve karşılıklı birbirimizin hayatını güzelleştirdiğimiz bir ortamda verilmelidir.

Hepiniz bilirsiniz, bir çocuğun babası hakkındaki düşüncelerini dile getirdiği o meşhur anlatıyı… “Babam her şeyi biliyor”dan başlayıp, “babam hiçbir şey bilmiyor”a devam eden ve en sonunda “keşke babam olsaydı da sorabilseydim” diyen o iç yakan düşünceyi…

Hayatın birçok anlamını içinde bulunduran bu anlatıda benim sepetime düşen, benim yazımda ilgilendiğim anlamı, eğitimin zamanın içine yayılması gereken bir anlayış olduğudur. Anlatının içinde geçtiği gibi bugün biz 30, 35, 40, 45 gibi farklı yaşlarda olan babalar ve anneler, bu kadar tecrübeye rağmen birçok yönünü çözemediğimiz hayatın düğümlerini küçük omuzlara yüklemek ve çekiç çivi misali, ver al şeklinde bir yaklaşımla zamanı kısa tutarak, sonuç beklemek, tabiri caizse insafsızlık değil midir?..

Yaptığımız her eylemin, sözün arkasından çocuğumuzdan, öğrencimizden istediğimiz doğrultuda bir karşılık beklemek bizi çekiç yapacağı gibi çocuğumuzu, öğrencimizi de bir çivi yapacaktır ki, verdiğim örnek hakkında derinleme açıklamaya ihtiyaç yoktur sanırım… Ama en azından şu söylenebilir ki, çivi sertleştikçe çekiç sertleşecek; ya çekiç kırılacak ya çivi, ya da hayatın kendisi…

Çoğu zaman malasef bu durumlarda hayatın kendisi kırılıyor ve biz isteğimiz şeyi alma adına çocuğumuz, öğrencimiz ile aramızdaki iletişimi, yani hayatı kırıyoruz. Oysa eğitim hayatın kendisine yer bulduğu mekanlarda verilebilir. Hayatın tadını almayan, yaşamayı sevmeyen veya bizim hayatı yaşamayı öğretmediğimiz bireylerden dönüt beklemek beyhudedir ki, eğitim zaten hayatın kendisi içindir. Hayatı, yaşamayı sevmeyen, sevdirilmeyen bireylerden yaptığımız eylemlere söylediğimiz sözlere uygun cevap beklemek söylediğim gibi boşa zaman harcamaktır…

Burada anlatmaya çalıştığım eğitimin çekiç-çivi misali, ver al şeklinde değil de; dalda zamanla kızaran elma misali çerçevelenmiş ve karşılıklı birbirimizin hayatını güzelleştirdiğimiz bir ortamda verilmesi gerekliliğidir.

Düşünün bir kere gücünüzle, çocuğunuza, öğrencinize istediğiniz davranışları kazandırdınız—ki çoğu zaman bu kalıcı olmaz. Ama böyle yaparak onun hayatını olumsuz bir yönde etkilediniz ve onun duygularının düşüncelerinin kanatlarını kırdığınızı… Çivi bile çekicin darbelerine dayanamaz ve odun parçasının içine gömülür ki, bizim ‘içine kapanıklık’ dediğimiz hadise bu olsa gerek.

Benim bu konudaki düşüncem: doğaya bakmak… Biz canımızdan çok sevdiğimiz çocuğumuzu kucağımıza almak için niçin dokuz ay bekliyoruz; bir elma dalda ne kadar zamanda kızarıyor ve yenmeye hazır hale geliyor; bir çiçeğin en güzel renklerini kuşanması için kaç hafta geçiyor; bir çiftçinin ektiği buğdayın başak haline gelmesi için kaç mevsim geçiyor… Sabır ve zaman…

Evet, bir çiftçinin tarlaya savurduğu buğdayların başaklarını görmesi için üzerinden bir kışın geçmesi gerekiyor…

Bana kalırsa insan kısa zamanlarda dönüt beklemektense, çocuğuyla, öğrencisiyle ilişkisini karşılıklı sevginin, iletişimin olduğu, hayatın yaşandığı bir ortama getirmeli. Daha sonra çocuğunun, ögrencisinin beyninin koridorlarına elindeki buğdayları sabırla atmalı… Ve zamana bırakmalı… Belki görmek nasip olur…

Belki de sizin ardınızdan derler: keşke babam burada olsaydı da sorabilseydim ona her şeyi…