Fikri hür, vicdanı hür, çağdaş, demokrat, insan haklarına ve çeşitliliğe saygılı, akılcı bireyler yetiştirmeyi amaçlayan eğitim sistemimizde uygulanan yöntemler, bu hedeflerle ne kadar uyumlu?
Yıllar önce, o zamanlar çok popüler bir haftalık dergi olan Nokta, İstanbul’da ilginç bir deney yapmıştı. Bir tiyatro sanatçısı olan Ezel Akay eline bir megafon alarak koyu renk elbiseler ve siyah pardesüler giyen ekibiyle birlikte önce güvercinleriyle ünlü Yenicamii’nin arkasındaki parka giderler. Parkta oturan, gezen, etrafı seyreden bir sürü insan vardı. Akay, elindeki megafonla kalabalığa doğru sert bir emir verir: “Herkes ayağa kalksın!” Emri duyan, Akay’ı ve ekibini gören istisnasız herkes derhal ayağa kalkar.
Sonra Eminönü İskelesi’ne geçerler. Akay, yine sert bir emirle: “Herkes yere çöksün!” diye bağırır. Gemiden inenler, bilet kuyruğunda bekleyenler, simitçiler, işportacılar, emri duyan herkes yere çöker.
Sonra Mecidiyeköy’deki stadyumun önüne giderler. Megafondan: “Herkes ellerini kaldırıp duvara yaslansın!” emri duyuldu. Stadyuma girmek için kuyrukta bekleyen futbol seyircileri, kokoreççiler, bayrakçılar derhal emre uyarlar.
Daha sonra da ekip bir fabrikanın önüne giderler. Mesai saati başlamak üzeredir. Fabrikanın girişine bir masa koyarlar ve masanın üzerinde düzmece bir evrak yerleştirerek işçilere emiri verirler: “Herkes içeriye girerken bu kâğıtlara parmak basacak!” Giren basar, giren basar. Kimsenin aklına “Siz kimsiniz hemşehrim? Neden bu kâğıtlara parmak basıyoruz?” diye sormak gelmez.
Son olarak da, Beyoğlu’na gelirler. İstiklal Caddesi’nde gezinen, vitrinleri seyreden kalabalığa yine sert bir emir verilir: “Herkes sıraya girsin, arama var!” Emri duyan herkes koyun sürüsü gibi sessizce sıraya girer. Ancak caddede dolaşan bir çift bu emre uymaz. Ekiptekilerden biri onlara doğru bağırır: “Hey siz ikiniz! Emri duymadınız mı?” Kendilerine seslenildiğini anlayan ve herkesin sıraya girdiğini gören adam cevap verir: “Who are you? What is happening here?” Sıraya girenler içerisindeki kravatlı takım elbiseli bir bey ekibe yardımcı olmanın verdiği gurur ve heyecanla lafa karışır: “Adam turist, İngilizce konuşuyor.” Ekip elemanı gülmemek için kendisini zor tutar:
“Ne diyor peki?”
“Siz kimsiniz, burada neler oluyor?”
Ve o iki turistin haricinde hiç kimse neler olup bittiğini, kendilerine böyle gün ortasında emirler yağdırıp sıraya sokanların kim olduğunu sormaz ya da soramaz.
KİŞİLİK VE KİMLİK PROBLEMİ
Mevcut Millî Eğitim’in felsefesine dikkatle bakarsanız, insanların kendi başlarına bir şey öğrenemeyecekleri, eğer kendi başlarına öğrenmeye başlarlarsa, zararlı şeyler haline gelecekleri yaklaşımını fark edebilirsiniz. ‘İstendik’ değil de ‘istenen’ yani öğrenim sürecinin aktörü olan öğrencinin (hatta velinin ve öğretmenin) bile, ne öğreneceği ve nasıl öğreneceği konusunda hiçbir tercih ve istek şansı yoktur.
Öğrencilerin istedikleri, yani kendi stil ve profiline uygun ve gerekli olan bilgi, beceri ve davranışların devlet tarafından belirlenmesi gerektiği, belirlenen müfredat çerçevesince verilmesi gerektiğinde tam bir fikir birliği görüyoruz, öyleki bunu sorgulayamazsınız bile!
Halbuki “onu öyle değil böyle yap!” ifadeleri ile özetleyeceğimiz bu yaklaşım, insanları çözüm üretemeyen, başkalarının kurtarıcılığına muhtaç hale getirmenin en kestirme yolu olmaktadır ve eğitimi, adıyla özdeş hale getirip bir eğip bükme, istenen şekile sokmaktan ibaret bir işleme dönüştürmektedir. Bugün adına eğitim kurumları dediğimiz müesseseler, aynı tip üründen milyonlarca üretmek gayesiyle kurulmuş bir fabrikadan farksızdır.
Pedagoji ve eğitim gerçekleri; çocukların kendi başlarının çarelerine bakmasını öğrenmesi için onların işine karışmamak lazım geldiğini söylüyor; onlara hükmetmediğimiz takdirde kendilerini idare etmeyi öğrenebileceklerini gösteriyor. Dahası onları zorlamadığımız takdirde kendilerini bulacaklarını anlatır.
Anne veya babasının her söylediğinin niçin öyle olduğunu, davranışlarının tek doğrulu davranış olup olmadığını sorgulayan ve merak eden bir çocuğa dayanmak, çoğu aile için zor görünebilir. Tırnakları kesilmiş bir ev kedisi gibi merakı ve şüphesi bastırılmış bir çocukla yaşamak daha kolaydır çünkü. Hele, bunun üzerine biraz da itaat-saygı kaymağı sürülürse istenen ideal çocuk tipi karşınızdadır.
NASIL BİR EĞİTİM?
Eğitim adına yüklenen bilgiler sınav denen aktivitelerle öğretmen tarafından geri istenir. Bu uygulama ve tavırlar, öğrencinin “ne söyleniyorsa onu yap, icat çıkarma..! sorma, düşünme, itaat et” gibi bir anlayışları benimsemeye götürür. Eğitimi boyunca sürekli bilgiyle yüklenen, nesne konumunda kalan öğrencinin bilgiyi üreten ve kullanan özne konumuna çıkamamasını anlamak zor değildir herhalde.
Sonuçta sürekli ikinci el bilgiye mahkûm edilen, kendisinden orijinal ve yeni hiç bir şey istenilmeyen eğitim sürecinden çıkan bireyin, hayata atıldığında orijinal ve yeni bir şey üretme şansı bulamamasını da çok görmemeliyiz..
Gerçekte birbirinden çok uzak kavramlar olan “öğrenme” ile “öğretme’yi benzer kavramlar zannediyoruz. Mevcut eğitim zora dayanan yani insanların kendi başına bir şey öğrenemeyeceği varsayımı üzerine kurulmuştur. Belleğe bilgi yığmaya dayanan bu yöntemle—adına ister ezber deyin isterse bilgi odaklı öğretme merkezli eğitim deyin ya da başka bir ad verin fark etmez—insanlar bir şey öğrenmiyor aksine merak ve ilgilerini kaybediyorlar.
Öğretilenlerden kuşku duymayan ve tek doğrulu eğitim sistemine bağlı kalan toplumlarda insanlar bir tür “köleliğe” mahkûm olmaktan kurtulamazlar. Ekonomiden siyasete bir çok alanda bu kölelik zihniyetinin örnekleri ortadadır.
Çocuklara, doğal öğrenme eğilimlerine (örneğin oyun) aykırı ve baskıcı, aşırı zorlamaya dayalı yöntemlerle, ardışık tekrarlatmalar yoluyla belleğe nakşetmek şeklindeki eğitim onların zihnini köleleştirmeden öte bir işe yaramayacaktır.
Eğer insana ve onu hayvanlardan farklı yaratan Allah’a saygı duyuyorsak Onun bize bahşettiği en değerli özelliklerimizi, merakı ve öğrenme gücünü harekete geçirecek bir eğitim modeli ortaya koymalı, sorgulamayı, düşünmeyi eğitimin bir numaralı hedefi haline getirmeliyiz. Öncelikle yapılması gereken meraka dayalı kuşku ve araştırmaya dayanan eğitim, öğrencinin kendi öğrenme profiline, kendi ihtiyaçlarını kendisinin keşfetmesine fırsat veren bir ortamda sunmanın yollarını araştırmaktır. Eğitimcinin kesinlikle öğretme konumunda kalmayacağı bu yeni modelde öğretmen, ders arkadaşı konumunda kalacak, üreticiliği, yenilikçiliği, araştırıcılığı ve sevgisi ile öğrencilere rehber olacaktır.
Aksi halde ne millî ne de eğitim vasfı kalmayan eğitim sürdükçe hiç şüpheniz olmasın ki düşünce suçu, kıyafet yasakçılığı, halkın haksızlıklar karşısında sessiz ve sorgusuz vaziyeti sürecektir. Belletilenler dışında bir şey düşünmesi istenmeyen ezber nesillerinin sürekli tüketen ama hiçbir orijinal şey üretemeyen vaziyeti devam edecektir.