TR EN

Dil Seçin

Ara

Düşünmek Yaşamaktır / Bir Tefekkür Örneği

Düşünmek Yaşamaktır / Bir Tefekkür Örneği

“Allah, yaratmasını dilediği kadar artırır.”

(Fâtır Suresi, 1)

 

Şu yeryüzü sergisinde sergilenen eserleri temaşa etmek insanın ruhuna doyumsuz duygular tattırıyor. Etrafımıza baktığımızda yeşil yaprakların çoğu hayvanların sofrasına konulmuş, bir kısmı da birer vitamin, mineral ve besin deposu olarak bizlere tahsis edilmiş.

İşte ıspanak, pancar, lahana, marul gibi büyük yapraklardan çeşitli, leziz yemekler yapıyoruz. Lahana ve marul yaprakları bir gonca gibi birbiri üstüne sarılmış, en dıştakiler örselense de içtekiler tazeliklerini, bütünlüklerini muhafaza ederler.

Bak şu kış günü şehir meydanlarını süsleyen kıvırcık salatalıkların akrabalarından olan bitkilere… Bir kısmının orta yaprakları sarı, dış yapraklar yeşil, bir kısmının da ortası mor, kenarlar yeşil yaratılmış.

Bir de küçücük yeşilcikler var, işte kekik, nane, tere, roka, maydanoz hatta çay gibi küçük yaprakçıklar ise şifalarıyla, kokularıyla, aromalarıyla, vitaminleriyle sofralarımızı süslüyorlar.

...

Belki şöyle birşey diyen çıkar: “Tamam hayvanlar ve insanlar yeşilliklerle beslenip, et, süt gibi şeyler üretiyorlar, bunların hepsi fevkalade ve harika olaylar. Fakat otların sabit, hayvanların hareketli oluşları yüzünden bu iş bana tabii, basit bir şeymiş gibi geliyor. Eğer Cenâb-ı Hak hareketsiz, elsiz, ayaksız bitkiler, yapraklar yaratsaydı ve bunlar uçan, kaçan hayvanları yakalayıp, yeselerdi daha çok hayret içinde kalacaktım?”

Rabbimizin ilim ve kudreti sonsuz olduğundan böyle bitkiler de yaratır, bazı bitkilerin yaprakları bir vazo veya sürahi şeklinde yaratılır, içine giren sinek ve böcekler bir daha dışarı çıkamaz ve o bitkiye rızık olur. Bazı bitkilerin yaprakları ise menteşeli bir çene gibi, üzerine gelen böceklerin üzerine kapanıp, onları güzelce sindiriyor. Allahın yaratıcılığında bir sınır olmadığını gösteriyor.

...

Günlük hayatımızda en çok gördüklerimizden biri de insan ve çeşitli hayvanlardır. İnsanların iki, öbürlerinin dört ayak üzerinde yürüdüklerini, koştuklarını, çeşitli hareketler yaptıkları halde dengelerini koruduklarını görürüz. Fakat ülfet, ünsiyet ve yeknesaklık yüzünden bunlar hiç dikkatimizi çekmeyebilir.

Birisi diyebilir ki; keşke Cenâb-ı Hak öyle hayvanlar yaratsaydı ki, onların elleri ve ayakları olmamakla beraber öbürlerinin yaptıkları her şeyi yapabilselerdi, ben de tefekkür edip, imanımı kuvvetleştirseydim.

Öyle ise gel şu yılan denen hayvanları seyredelim. Elsiz ve ayaksız olan bu canlılar ötekilerin yaptığı her şeyi yapıyorlar. Ormanın engebeli zemininde ne kadar rahat hareket ediyorlarsa, çölün kızgın kumlarının üzerinde de aynı kolaylıkla kayıyorlar. Elsiz, ayaksız oldukları halde en yüksek ağaçlara tırmanıp, daldan dala atlayabiliyorlar. Elsiz, ayaksız, yüzgeçsiz ve paletsiz tatlı sularda ve denizlerde yüzüyorlar. Rablerinin sanatına ve kudretine şahitlik yaptırıyorlar.

Eğer iki ayaklı, dört ayaklı ve ayaksız hayvanların dışında daha başka hayret ve hayranlık duyacağım ayaklılar var mı dersek eklembacaklılar denilen yengeçleri seyredelim. Karada, denizde ve tatlı sularda yaşayabilen bu hayvanların göğüs bölgesinden beş çift bacak çıkar. O kadar çeşitlidirler ki 26 familyada toplanmış 4000 tür tespit edilmiştir. Bunlara on ayaklılar manasına gelen dekapodalar da denir.

...

Göğüsten bacaklılardan başka sadece denizlerde yaşayan bir de kafadan bacaklılar sınıfı denilen hayvanlar vardır ki bunlara da cefalopodalar denir. Başlarının ön kısmından vantuzlu ve çengelli 10 adet kol uzanır. Bunlar hem el, hem ayak vazifesi görür. Bunlar vasıtasıyla hem avlanır, hem hareket ederler. Mürekkep balıkları, kalamarlar, ahtapotlar en çok bilinen kafadan bacaklılardır. Boyları 20 cm’den 18 m’ye kadar değişen cinsleri vardır.

Fâtır suresinin mealini verdiğimiz yukarıdaki ayetini düşünerek canlıların hareket organları olan ayaklar hakkında çok sathi tefekkürümüze kırkayakları da katalım.

Ayaklarının çokluğundan dolayı bizde bunlara kırkayak, başka ülkelerde ise yüzayak (centipeda) denilmiş. Yoksa eskiden kimse çıkıp da bunların ayaklarını saymamış. Ancak son zamanlarda birçok canlı gibi bunlar da ilim adamlarının araştırma alanına alınmış. Bugün bu hayvanların ayak sayısının 15 çiftle, 191 çift arasında değiştiği tespit edilmiş.

...

Eğer denilse; “Ben, Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı mahlukatı dilediği kadar artırıp, çeşitlendirdiğini kabul ediyorum ama acaba bunu tahdit eden, sınırlayan nedir, yani acaba neden 1000 veya 2000 ayaklı bir tür yaratılmamış?

Bunun cevabı, kısaca “hikmettir,” deriz. Yani kâinatın kalbi hükmünde ve ancak dörtte biri toprak olan bir kürede yüzbinlerce türün yaşaması, beslenmesi ve neslini devam ettirmesi için elbette bir sınırlama olacaktır. Bunu da yapan Hakîm ismiyle yine yaratıcımız olacaktır.

...

Biraz da tohum ve çekirdeklere bakalım. Bunlardan bir kısmı kuşlara ve diğer hayvanlara rızık oluyor. En güzelleri de bizim soframıza konulmuş. Fakat bunlardan buğday (bulgur), pirinç, nohut, fasulye ve mercimek gibi temel besin maddelerimizi oluşturanlarla çocukluğumuzdan beri bir tanışıklığımız olduğundan onlara karşı ünsiyet ve ülfet kazanmışız, onları yerken hiç düşünmeyiz.

Ama bir de çayımızın yanında çerez olarak önümüze gelen badem, fındık, Antep fıstığı, yer fıstığı, ceviz, ayçiçeği ve kabak çekirdeği vs gibi tohumlar adeta “tırnak kadar cismim var, dünya kadar lezzetim var” diye haykırıp, onları yerken şükür ve tefekkür etmemizi isterler.

Hatta kilo problemi olan bazı insanlar kendilerine çerez ikram edilmesinden ya da yanlarında yenilmesinden hoşlanmazlar. Çünkü o kadar lezzetliler ki bir kere başlayınca kâsenin dibi görünene kadar kendini tutamayacağını bilir.

Bir de susam ve çörek otu tohumcukları gibi daha minikler var ki bunlar da küçücük cisimlerine yüklenen dağ gibi lezzetleri, şifalı yağları ve nefis kokularıyla elbette tefekkür ve şükrü hak ediyorlar. Kahve ve kakaonun da o güzel kokuları ve tatlarıyla aslında birer tohum ve çekirdek olduğunu hatırlayıp, bu güzel nimetlere bizi lâyık gördüğü için Rabbimize şükredelim.