TR EN

Dil Seçin

Ara

Peygamberimizin Tefekkür Dünyası

Peygamberimizin Tefekkür Dünyası

Sürekli ihtiyaçlarının peşinde koşan, çevresindeki güzelliklerden habersiz yaşayan ve derin düşünme nimetinden nasipsiz kalan günümüz insanlarının aksine Peygamberimiz ve ashabı, kâinatı bir kitap gibi okuyan, tefekkürle haşir neşir insanlardı. Adeta mahlûkat üzerindeki gökler ve yer dolusu ilahi imza ve mühürleri görebilmek/okuyabilmek için yarış halinde idiler.

Müslümanların ilimde ve araştırmada ileri gitmesinin temelleri bu derin tefekkür sayesinde kâinatı bir kitap gibi okumayı alışkanlık haline getirmeleri ile atılmıştı. Kuran’ın ilk emri “oku” evvel emirde kâinat kitabının okuması olarak anlaşılmıştı.

İnsanların tabiatla bütünleştiği, kâinata bakınca bu inancın neş’esinin yaşanabildiği zaman dilimi idi Asrı Saadet. Geçmişte İslam büyükleri aynı çizgiyi sürdürdü. Örneğin İmam Gazalî’nin dünyasında astronomi “marifetullah”a bir vesile idi. Ve “Astronomi bilgisi olmadan marifetin eksik olduğunu” söyler İmam Gazalî.

İsterseniz Peygamberimizin hayatına bir bakalım ve tefekkürün Onun hayatında nasıl bir esas halini aldığını ibretle seyredelim:

Abdullah bin Abbas, Peygamber’in amcasının oğlu ve hanımı Hz. Meymune validemizin de yeğenidir.

Rivayet ettiği bir hadiste, bir gece Peygamberimizin yanında kalır.

O sıralar yaşı onbeşe yakın bir gençtir Abdullah. Uyumayıp Resûlullah’ı izler. Bir miktar uyuduktan sonra uyanan Resûlullah’ın, yeryüzünde ortalığın sessizliğe büründüğü, şimdiki gibi yerdeki ışık kirliliğin göğü perdelemediği bir zamandır ve gökyüzü, bütün haşmetiyle, yıldızlar olanca güzellikleriyle parıldamaktadır.

Peygamberimiz evinin avlusuna çıkıp yıldızları seyretmeye koyulur. Bu gece manzarasını adeta kendinden geçmişçesine, büyük bir hayranlıkla uzun uzun seyreder. Ve “Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün ard arda gelişinde akıl sahipleri için âyetler vardır” âyetini okur.

Akabinde dudaklarından “Onlar göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler; ‘Rabbimiz!’ derler, ‘Sen bunu boşuna yaratmadın!’” âyetleri dökülür. Ondan sonra da teheccüt namazına durur.

Bir sefer esnasında gece vakti Resûlullah’ın hâlini merak eden bir sahabi de Peygamberimizi izlemeye koyulur:

Uyandıktan sonra, Peygamberimizin yüzünü göğün ufkuna çevirdiğini ve tefekkür ayetlerinin dilinden akmaya başladığını görür.

O kudsî Nebî’nin gecesinde, abdest alıp namaz kılan, sonra yatan ve bir müddet sonra uyanan, sonra göğe bakıp tefekkür âyetlerini okuyan, sonra tekrar namaz kılan bir güzel örnek görür.

Hz Âişe ise bu hâli, Resûlullah’ın gece tefekkürüne dair sürekli bir hal olarak rivayet etmekte; Onun, ilgili tefekkür âyetlerini okuduktan sonra, şöyle dediğini de söylemektedir: “Bu âyeti okuyup da (üstte aktardığımız ayet) uzun uzun tefekkür etmeyenlerin vay hâline!”

Resûlullah’ın tefekkürüne dair en çarpıcı tablolardan biri ise, Onun (asm) bahçeler ve hurmalıklar içerisindeki tavırlarıdır:

Bir gün Ebu Talha’nın bahçesinde ve başka bir gün Beyruha kuyusu başındadır. Meselâ Ebu’l-Heysem et-Teyyihan, bahçesine su çevirdiği bir vakit Resûlullah onun bahçesini şereflendirdi. Keza Kuba köyündeki, Gars kuyusunun bulunduğu bahçeye de zaman zaman giderdi.

Yahut Eris kuyusunun bulunduğu bahçeye ki, bir gün Resûlullah’ı arayan ve ne evinde ne mescidinde bulamayan Ebu Hureyre, Onu (asm), Neccar oğullarına ait bir bahçede tefekkür hâlinde bulmuştu.

Ebu Musa el-Eş’arî de bir gün Eris kuyusunun kenarına oturmuş, ayaklarını kuyuya sarkıtmış, bahçe içindeki meyveleri, yeşillikleri yani ilâhî sanat tablolarını seyredip tefekkür eder halde görür Onu.

Ashabdan Abdullah bin Selam’ın haber verdiği üzere, “Resûlullah aleyhissalatu vesselam oturup konuştuğu zaman çok sık nazarını semaya çevirirdi” ve nazarını semaya çevirdiğinde gördüğü şey hilâl olduğunda da, doyumsuz tefekkür örnekleri sergilerdi. Bir keresinde, yeni hilâli görüp seyrederek, “(Ey hilâl!) Benim de, senin de Rabbin Allah’tır” buyurmuştu meselâ. Bir diğer vakit, yine yeni hilâle yüzünü dönüp, “Seni yaratan Allah’a inandım” buyurmuştu.

Bir diğer hatırada ise; akşam üzeri Güneş kırmızı bir tepsi suretini almış, son huzmeleri hurmalıklar arasından Mescid-i Nebevîye ulaşıyordu. Resûl-i Ekrem, kendi ifadesiyle “susması tefekkür, konuşması zikir, bakışı ibret bakışı” ile bu manzarayı seyrediyordu.

Etrafındaki sahabe ise, yeni bir günün dağların arasında kayıp gittiği bu büyük dönüşüm vaktini az sonra okunacak ezanın akabinde namazla karşılamak üzere, abdest için koşuşturmaktadırlar. Bedir sonrasında böyle bir akşam üzeri manzarasına şahitlik eden ve henüz müşrik olan Cübeyr bin Mut’im’in kalbi ilk kez imana ısınmıştı.

İşte, Resûlullah’ın kâinatı tefekkürü, herhangi bir ‘gün’ün en açık yönlerinden biriydi. Ne mutlu Onu örnek alıp gününü ‘kazanılmış bir gün’ edenlere.