TR EN

Dil Seçin

Ara

Anı Yakalamak

Nasihat; ateşin, çeliği kıvama hazırladığı gibi istenilene getirme çabasıdır insanı. Her ne kadar ateş gibi hararetli olmasa da içinde ateşten kelimeler barındırır; çünkü bütün yaşanmışların kelimelere sıkıştırılmış halidir nasihat.

 

Nasihat; ateşin, çeliği kıvama hazırladığı gibi istenilene getirme çabasıdır insanı. Her ne kadar ateş gibi hararetli olmasa da içinde ateşten kelimeler barındırır; çünkü bütün yaşanmışların kelimelere sıkıştırılmış halidir nasihat.

Yaşayanların, görenlerin, bilenlerin bir anahtarıdır; bu üç ateşten kapıdan geçmeyenler için, hayat yolunun koridorlarını; başka, sıkıntısız, bir kapıdan geçmeleri için. Söyleyenin samimiyeti kadar dinleyenin de, beyninin koridorlarının söze açık olması lazım gelir ki söylenen söz beynin koridorlarından akıp insanın ruhunda hayat bulduğu gibi, havada sinek sayılırken boşlukta toz olup da gidebilir.

Sözün sahibinin heybesinin vazgeçilmez bir katığı olarak samimiyeti yanına alırken unutmaması gereken en önemli şey insanların gerçek şahsiyetlerini, kaplumbağanın vücudunu kalın kabuğun altına sakladığı gibi, kalın bir duvarın arkalarına saklamalarıdır. Hayatın hengâmesi içinde dışarıdan gelebilecek bütün etkilere karşı, bu duvarın arkasında korumaya alır insan kendisini. Kolay kolay da açmaz kapısını herkese kendi dünyasında, kalın duvarın arkasında, şekillenir düşünceler, duygular, tanımlamalar, çıkarımlar… Bizim bu kalın duvarın arkasına ulaşıp oradaki yanlışları doğru yapıp doğruları da yanlışlardan ayırmak gibi bir niyetimiz varsa ilk önce böyle bir duvarın varlığından haberdar olmalıyız.

Bilmeliyiz ki uluorta söylenen her söz bu duvarın kapılarına çarpıp demir paralar gibi yere düşmektedir ve kapının ardına ulaştırmanın iki yolu vardır: Bunlardan birincisi, büyük acıların ve sevinçlerin ardıdır; çünkü hiçbir insan gizleyemez acının ve sevincin karşısında kendisini ve o zaman kelimelerimizin inci tanesi gibi kabuğuna, muhatabımızın ruhuna yerleşme ihtimali vardır eğer yerindeyse, doğru seçilmişse…

Peki o kadar vaktimiz yoksa beklemeye, bulamıyorsak sevinçleri büyük acıları, elde yoksa. O zaman anını yakalamak lazım… Ya ay ışığının altında saatlerce süren oturmalarda, ya tozlu yollarda saatlerce otobüsü gözlerken, ya da ışıklar kapandıktan aynı odada uykuyu beklerken…

Şahsen ben öyle yapıyorum beş buçuk yaşındaki oğlum için. Işıkları kapadıktan sonra söyleyeceğim sözleri bire bir, herhangi bir etkiden uzak… Biliyorum ki gündüz kalabalıkta; alışılmış, her gün söylenen sözler hedefi vuramayan kurşun gibi sağından solundan geçip gidiyor onun. Meselelerimiz küçük sayılır ama önemli… Kahvaltısını niçin yapmadığı, komşunun evinden niçin izinsiz oyuncak arabayı getirdiği gibi… “Kahvaltıyı yapmazsam ne olur ki?.. Onlar oyuncak arabayla oynamıyorlar ki…” gibi sorular, söylemler geliyorsa bilirim ki kapı aralanmıştır. Kelimeleri itelerim yavaşça içeri.

Bazen ışıkları kapalı olması da yetmez, “Baba uykum var, sonra konuşalım; tamam yarın kahvaltıyı yapacağım, arabayı da vereceğim” cümlesi geliyorsa yapacak bir şey yoktur. Üstünü örterim, odadan çıkarım, kapıyı kapatırım…

Bu yazının konusu değil ama söylemeden geçemeyeceğim. Oğluma elimden geldiği kadar günümüzün nasihatleri gibi, sadece başarı üzerine kurulmuş nasihatlerden uzak durmaya çalışıyorum. Verdiğim nasihatler hayatta bir duruş kazanmasıyla ilgili; adam olmak gibi, insan olmak gibi… İstiyorum ki başarılı olmaktan çok mutlu olsun…