Çocuklar ailenin lideri oluyor!
Değerler ve kültürlerimiz artık aileler tarafından değil, sosyal medya tarafından aktarılıyor ve öğretiliyor. Çocuklarımız için bir pusula görevi gören ailelerimiz, büyüklerimiz, teknolojinin gelişmesiyle birlikte artık yoklar. Pusula görevini şimdilerde medya kanalları aldı. Çocuklarımız pusulasız kaldı. Çocuklarımıza bizi biz yapan, aileyi ayakta tutan soyut değerlerimizin öğretilmesi gerekiyor. İyi insan olmak, sözünde durmak, başkalarının haklarına saygı göstermek... bugünlerde çok da göremediğimiz değerlerimizden. İşte bu değerlerimizi önceden kültürel olarak otomatik öğreniyorduk, ailelerimiz öğretiyordu… Şimdi aileler de öğretmeyince çocuklar tamamen pusulasız kaldılar.
Çocukerkil aileye evrildik…
Sosyal normlar, aile için iç kale gibidir. Akıllı telefonların kullanımıyla birlikte sosyal normlarımızın zayıfladığını rahatlıkla söyleyebiliriz. 21. Yüzyılla birlikte birçok doğrular ve kurallar değişti. Bu yeni duruma uyum sağlayamayan, eski sorulara eski cevap vermeye çalışan aileler, bu duruma uyum sağlayamıyorlar. Eski annelik babalık pratikleri ve şimdiki annelik babalık pratikleri çok fazla birbirine uymuyor.
Geçmiş dönemlerde bir evin, ailenin kuralları vardı. Sosyal normlar vardı, toplumsal normlar vardı. Aileyi koruyordu ayrıca aileyle ilgili çeşitli değerler vardı. Bunlar aileyi koruyordu. Şimdi bu değerler ve sosyal normlar değişti. Sosyal normlar aileyi iç kale gibi koruyordu. Bunlar toplumdaki gelenekler, örf, adetler, çeşitli kültürel değerlerdi. Bu şu anda zayıfladı. Burada medyanın çok ciddi etkisi var.
Aktarımı aile büyükleri yapıyordu şimdi medya…
Daha önce kültür aktarımını anne, baba, anneanne, babaanne, dede… aile büyüklerimiz yapıyordu. Şimdi kültür aktarımını medya yapıyor. Biz aileyi iç kale gibi görürken şimdi iç kale olarak göremiyoruz, duvarlar yıkıldı. Akıllı telefonlar ise ailenin açık kapısı. Çocuklar çok şeye; farklı fikre, yaşına uygun olmayan doğrulara maruz kalıyorlar. Ve gözlemliyoruz ki anne-baba bunu yönetmekte zorlanıyor.
Varlık içinde olgunlaşmak mı, yokluk içinde olgunlaşmak mı?
Kültürel olarak geçmiş kuşaklar zorluklar içinde olgunlaşıyordu. Yeni kuşaklar ise varlıklar içinde olgunlaşmak zorunda. İstediklerini daha kolay elde ediyorlar, daha çok şeye sahipler, daha çok imkanları bulunuyor. Varlık içinde olgunlaşmak ve bunu yönetmek daha zor. Anne-baba ise iyi niyetle ve çocuklarına iki, üç kişilik sevgi veriyorlar. Klinik tecrübelerimizde de en çok rastladığımız tablo. İki, üç kişilik sevgi verince çocuklar kendini dünyanın merkezinde zannediyor. Ataerkil, anaerkil aileden, çocukerkil aileye doğru evriliyor. Yani öyle bir durumda evin patronu çocuk, evin lideri çocuk oluyor. Yani çocuğa odaklı çalışıyor ve yaşıyor aileler…
Çocuklarımızı amaçsız yetişiyor!
Günümüzde aileler çocuklarını yetiştirirken somut değerleri önceliyor. Asıl gerekli olan soyut değerlerinin öğretimidir. Annelik, babalık demek, çocuğu mutlu etmek değildir. Çocuğun o anlık mutluluğu olarak düşünülüyor. Halbuki çocuğun üç sene, beş sene sonraki mutluluğu, on sene sonraki mutluluğunu yani gelecekte çocuğa yorulacağı, terleyeceği, emek vereceği bir hedef koymamız lazım. Çocuklarımızı amaçsız yetiştiriyoruz. Ego ideali öğretmiyoruz onlara. Bu somut ego ideali evin olsun, araban olsun, çocukların olsun değil. Hayatta nasıl bir insan olmak istiyorsun diye, ego ideali vermemiz lazım. Soyut değerleri öğretmemiz lazım. İyi insan olmak, sözünde durmak, başkalarının haklarına saygı göstermek… Nasıl bir binada dairelerin sınırları var. Sosyal insan ilişkilerinde de sınırlar var. Mesela fedakarlığı, paylaşımcılığı, yardımseverliği… önceden bunlar kültürel olarak otomatik öğreniliyordu. Aileler öğretiyordu, şimdi aileler de öğretmeyince çocuklar tamamen pusulasız kaldı. Onun için burada bütün suçu gençlere yüklemek yanlış.
Sosyal medya bir tehdit mi?
Ortak değerleri ve ortak hedefleri olan ailelerin yetiştirme ortamı daha sağlıklı ilerliyor. Baskı yapan, çocuğu aşırı ezen, otoriter aileler olabiliyor. Böyle durumda çocuk ters köşeye gidiyor. Anne babanın tam tersi oluyor. Yahut da tamamen her şeye izin veren annelik babalık… Pratik nedeniyle anne baba sosyal medyayı tehdit olarak görüyor, görmemek gerekiyor. Sosyal medyanın tehdit boyutu da var, fırsat boyutu da... Sosyal medya, teknoloji tarafsız.
ABD’de Nebraska Üniversitesi’nin yaptığı bir çalışma var. Bu çalışmada iyi çocuk yetiştiren huzurlu ailelerde üç tane ortak özellik tespit edilmiş: Birincisi; çocuklarla birlikte zaman geçirmeyi seven aileler. İkincisi; karı koca birbirine lütufkâr aileler olduğu söylenen, iltifatla konuşan aileler. Üçüncüsünde de birlikte ibadethaneye giden aileler olduğu görülmüş. Yani bu neyi gösteriyor aslında? Ortak değerleri, ortak hedefleri olan ailelerde çocuk daha sağlıklı yetişiyor. Eğer anne baba arasında çatışma varsa çocuk böyle durumlarda kendi çıkarına göre bazen anneyi, bazen babayı tutuyor, o çatışmayı da manipüle ediyor. Çok rahat manipüle ediyor.
Çocukluk narsisizmine dikkat!
Tek ebeveynli ailelerde anne fedakâr oluyor. Hem annelik babalık yapmaya çalışıyor ve o fedakârlığı çocuğu benmerkezci yapıyor. Çocukluk narsisizmi oluşuyor. Yani çocuk zaten doğası itibariyle narsist olmaya eğilimli. Primer narsisizm diyor, bebekler için. Dünya kendi etrafında dönüyor, dönüşüyor.
Çocuk büyüdükçe sevgi yatırımını ailesine yapar, annesine yapar, topluma yapar ve paylaşmayı öğrenir. Paylaşmayı öğretmezsek çocuğa, küçük yaştan itibaren her şeyi almak ister. Küçük yaşta oyuncak arabayı ister. Büyüyünce küçük arabayı ister, büyük arabayı ister. Bunun için anneyi babayı meyveli ağaç gibi görüp silkeliyor çocuk. Bunu önlemek için eğitim küçük yaştan başlıyor. Ev huzurlu bir ortam, sıcak bir ortamsa sosyal medya zarar vermiyor.
Çocuk ile yol arkadaşı olmak gerekiyor…
Evde ses tonu yükseliyorsa, şiddet varsa, anne ve baba eve gelmekte zorlanıyorsa ya da tek ebeveynli ailelerse, böyle durumlarda aslında çocuğu biz genellikle farkında olmadan iyi niyetle annenin babanın yaptığı şu oluyor, çocuğu karşımıza alıp düzeltmek istiyoruz. Halbuki doğru olan, çocuğumuzu yanımıza alıp birlikte yürümek, prensip olarak… Yani onu alıp da bir hamur gibi, bir heykel gibi şekil vermeye çalıştığımız zaman, bu zamanda çocuklarda özerklik duygusu çok fazla. Çünkü sosyal medyanın etkisiyle çocuk anne babaya küçük yaştan itibaren çok kolay hayır diyor. Böyle durumlarda gerekçeleriyle birlikte çocuğa bunun yanlışlarını anlatmak gerekiyor. Çocuğa baskı, tehdit, korkutma, sindirmeyle yaklaştığımız zaman çocuk böyle durumlarda kendine haksız saldırı gibi algılıyor bunu ve karşı çıkıyor. Özgüveni yüksek bir çocuksa, anneye babaya şiddet uyguluyor, vuruyor fırlatıyor, televizyonu kırıyor, kumandayı kırıyor. Eğer özgüveni düşük ise siniyor. Ergenlik döneminde evden kaçmaya başlıyor. Annenin babanın çok önemli sevdiği bir şey varsa da tam zıttı oluyor. Mesela başarı odaklıysa, çocuk tembel oluyor. Yani aile titiz, çocuk dağınık oluyor. Bir nevi intikam alıyor anne babadan. Bunu önlemek için çocuğu karşımıza alıp düzeltmek değil, onunla birlikte yürümek yani yol arkadaşı gibi olmak gerekiyor. Yol arkadaşlığında ne vardır? İki kişi birbirini tamamlamaya çalışır. Birbirini düzeltmeye çalışmaz. Anne çocuğu, çocuk anneyi düzeltiyor. Yani anne-çocuk, baba-çocuk savaşları başlıyor.
Kılavuz kaptan olabilmek gerekiyor…
Çocuğu anneciğim diye seviyoruz, yanlış. Çünkü o ayrı bir kişi. Çocuk 7-8 yaşındaysa, 10 yaşından küçükse hoşuna gidiyor. Ama ondan sonra çocuk artık ben ayrı bir insanım diyor, 10 yaşından sonra bireyselleşme başlıyor. Anneciğim değil, ben ayrı bir bireyim deme ihtiyacı hissediyor çocuk. Ayrı bir bireyim dediği zaman, ona anneciğim dendiğinde, sen benim uzvum gibisin, kolum gibisin demiş gibi oluyor anne baba. İnsan uzvuna nasıl davranılır? Yat, yat, kalk kalk der. Çocuk öyle olmak istemiyor. Ayrı bir birey o.
Yani çocuk bizim çocuğumuz ama bize ait değil. Ayrı bir birey. O özelliğini vermediğimiz zaman çocuk anneyle de kutuplaşmaya başlıyor. Kutuplaşmanın olmaması için ona kendi özgür alanını bırakmak gerekiyor. Büyük hata yapmadıkça mesela yalan söylemek, uyuşturucu kullanmak, evden kaçmak gibi şeyler yapmadıkça; ya odasını düzeltti, düzeltmedi bunu yaptı, bunu yapmadı… Bazı şeyleri yaşayarak öğrenir çocuk. Onun için ona hata yapma hakkı tanımamız gerekiyor ki hayatı öğrensin. Uyarı vazifemiz var. Uyarı vazifesini yapacağız ama sonuçlarını yaşayacak, bir bedel ödeyecek, öğrenecek. Anne olarak devamlı yanında olmak istiyoruz. Orada artık kılavuz kaptan gibi olacak. Yani kaptanlık yapıyorsun, çocuğun hayatını biz yönetmeye çalışıyoruz. 10 yaşından önce çocuğun hoşuna gidiyor bu ama 10 yaşından sonra bu çocuk artık ergenlik dönemine girdiği için ben kimim, nereye yönelmeliyim diye sorular soruyor, bireyselleşmeye başlıyor.
İyi bir insan yetiştirmek iyi bir fabrikatör olmaktan önemsiz değil!
Bu süreçte her birimize önemli görevler düşüyor. Yollar yapmak, fabrikalar kurmak, köprüler inşa etmek çok güzel ancak; iyi insan yetiştirmek de çok çok önemli.
Bir Çin atasözü var: ‘Bir senelik ürün istiyorsanız buğday ekin. 10 senelik ürün istiyorsanız ağaç dikin. 100 senelik ürün istiyorsanız insan yetiştirin.’ diyor. İyi bir insan yetiştirmek iyi bir fabrikatör olmaktan daha önemsiz değil. Bunun için yatırım yapılması gerekiyor. Politikaların da buna göre düzenlenmesi elzem. Evet olumsuzluğu görelim ama ümitsizliğe hiçbir zaman düşmeyelim. Yanlışı kabullenmek, öğrenilmiş çaresizlik olmasın, çare ve çözümlere odaklanalım. Çokça örnek verebilirim ki benzer sorunlar yaşayan ama düzelen binlerce aile var. Onun için hiçbir zaman karamsar olmayalım.
Yaşanan hayat olayları ve krizler bazen yeni doğumlara, yeni gelişmelere sebebiyet verebiliyor. Belki de yeni bir doğumun arefesindeyizdir…
Pusulalarımıza sahip çıkalım…