“Bir adamın kuvve-i gadabiyesi olan dafiası ve kuvve-i şeheviye olan cazibesi olmazsa ölmüş olmuş olur ve hayy iken meyyittir.”
— Münazarat
Günlük hayatımızın her safhasında, işlerimizi iki esastan birine oturturuz; ya bir menfaat elde etmek için çalışırız, yahut muhtemel bir zarardan korunmak için tedbirler alırız.
Ders çalışan bir öğrencide, başarılı olma iştiyakı ile sınıfta kalma korkusu birlikte yürürler ve her ikisi de, o öğrenciyi aynı noktaya ulaştırırlar.
Zarar etmemek için her türlü tedbiri alan bir tüccar, bunun yanında kâr etmenin de bütün yollarını ölçüp tartar ve bu iki esas üzere kararını verir, işlerini yürütür.
İşte, insanın fayda sağlama, lezzet alma, zevk etme, makam sahibi olma gibi hedeflerinin tümü ‘kuvve-i şeheviye’ denilen bir cazibe merkezine takılıdır. Bunların zıtları olan; zarardan korunma, elem ve kederden uzak durma, malını, makamını ve rütbesini kaybetmeme gibi bütün koruyucu unsurlar da, kuvve-i gadabiye’nin dallarıdır.
Günümüzde, ‘şehvet’ denilince neyin anlaşıldığı malûm. Bu noksan ve kısır değerlendirme, insanın menfaat ufkunu son derece daraltır.
Gazap denilince, başkalarına karşı katı ve sert davranmanın, hatta zulmetmenin anlaşılması da birincisi gibi büyük bir hata ve eksik bir değerlendirmedir; insana düşman olarak yine insanı gösteren dehşetli bir tehlikedir.
İnsanın şehvet kuvveti, “her türlü meşru hedefe ulaşmak ve dünya nimetlerinden, helâl dairesinde, azamî ölçüde faydalanmak” şeklinde anlaşılmalıdır.
Dünyada hiçbir gayesi olmayan, hiçbir şeye karşı içinde bir istek, merak ve iştiyak duymayan insan, Bediüzzaman Said Nursi’nin ifadesiyle “Hayy iken meyyittir.” Yani, görünürde diri olduğu halde, hükmen ölüdür. Her türlü meşru menfaate karşı ilgisiz ve kayıtsız davranan insan, bu yönüyle ölüleri andırır; istek duymamakta onlarla birleşir.
Öte yandan, inandığı değerlere, hayatına, malına ve mülküne zarar vermek isteyenlere karşı çıkmayan, öfkelenmeyen ve onlarla mücadele ihtiyacı duymayan insan da, yine “hayy iken meyyittir.”
Bu ikinci ölü sessizliği, insan için, birinciden çok daha tehlikelidir. Birincide menfaati kaçırmak, ikincisinde ise zarara düşmek ve sonunda iflâs etmek tehlikesi söz konusudur.
“Her zaman def-i şer celb-i nefa racihtir.” Yani, şerleri, zararları gidermek, menfaat celp etmekten daha önde gelir. Bu kaideye göre, sözünü ettiğimiz vecizede de, ‘kuvve-i dafia’ öne alınmış, ‘kuvve-i cazibe’ ikinci sırada kalmıştır.
İnsana verilen maddî ve manevî her sermayenin, bir kullanma sahası, bir de ona zarar veren düşmanı vardır. Şehvet ve gazap kuvveleri bunların tamamına bakar.
Kalbin iştiyakı, inanmak ve Yaratanı sevmektir; düşmanı küfürdür, şirktir.
Aklın hedefi, ilim tahsil etmek, marifet sahasında ilerlemektir; düşmanı cehalettir, yanlış düşüncelerdir.
Gözün isteği görmek, düşmanı körlüktür.
Misalleri çoğaltabiliriz.
Bütün bunları hiç düşünmeyerek, şehvet denilince sadece evlilik hayatını anlamak, insanın derecesini çok aşağılara düşürür.
Bu günün önemli bir yanılgısı, lezzet ve menfaati haram dairesinde aramak ve dafia kuvvesini bu yanlış hedefe zarar getirecek unsurlara karşı kullanmaktır.
Bu dünya, insan yaratılışına konulan bu iki temel kuvvenin doğru ve yanlış kullanımlarıyla âdeta kaynaşmaktadır.
Bu önemli sermayeyi yerinde kullananlar, iman ve fazilete talip olur, cennete iştiyak duyarlar. Karşı cephede ise, küfür vardır, ahlâk çöküntüsü vardır; bilerek veya bilmeyerek cehenneme doğru koşma vardır.
Bu iki gurup insandan birincilere düşen önemli bir görev, bir taraftan doğru yolda yürürken, öte yandan cehennem yolcularını uygun bir dille ikaz etmek, onları da cennet yoluna ve rıza çizgisine çekmeye çalışmaktır.
Bu bahtiyar insanlar, gazap kuvvelerini cehenneme götüren yollara karşı kullanır ve hiç ayrım yapmaksızın bütün insanlık âlemini bu tehlikeli yürüyüşten vazgeçirmeye çalışırlar.
Bu ise onları cennete daha da yaklaştırır.