Ferritin değerim sıfırlandı, hemoglobinim ise o kadar düşük ki kan almam gerekiyor. İkiz bebek bekliyoruz. Damarı açacak hemşire kolumun morluğunu görünce birden şaşırdı. Böyle çok vaka görüyor olmalı…“Esrarkeş falan değilim.” dedim. “Sadece son zamanlarda çok fazla test yapıldı.” Öyle deyince yüzü değişti. Bir bana baktı bir koluma, epey bi’ güldü. O zamandan bu zamana kaç ünite kan aldığımı unuttum. Hiçbir doktor nedenini bulamadı. Belki de bu yüzden yeni bir araştırma çok dikkatimi çekti…
…
Hamilelik sürecinde büyüyen bebeği ve onu besleyen plasentayı desteklemek için ekstra kan gerekir. Bu nedenle vücutta daha fazla kırmızı kan hücresi üretilir. Anne zarar görmeden, bebeğin merhametle beslenmesini sağlayan bu sistem nasıl işlemektedir?
Bu artışın bir sebebi olarak hormonlar gösterilse de, insan ve memeli hayvanlarda kan üretiminin hamilelikte nasıl arttığı, henüz tam olarak açıklanamıyor. Geçtiğimiz ay Science dergisinde yayınlanan bir araştırma ise bu şaşırtıcı mekanizma ile ilgili, ilginç bir açıklama getiriyor:
Hamilelik sırasında insan ve memelilerin genetik yapısında bulunan, virüs gibi davranan DNA parçaları harekete geçiriliyor. Bu parçalar, bağışıklık sistemini tetikleyerek kan üretiminin başlamasına sebep oluyorlar. Fareler ve insanlardan alınan kök hücrelerin genetik analizine dayanan bu bulgular, bir zamanlar işe yaramaz olduğu düşünülen DNA dizilerinin, aslında vücutta faydalı roller oynadığını gösteriyor.
Genetik Sıçrayışlar
Virüs gibi davranan bu hareketli DNA parçalarına transpozon ya da atlayan genler denir. Transpozonlar, kopyalanıp, DNA’nın farklı bir kısmına yapıştırılan özel genetik dizilerdir ve insan DNA’sının neredeyse yarısını oluştururlar. Bunların çoğu, zaman içinde işlevsiz hale gelmiş gibi görünse de bazıları hala aktiftir. Bu aktif transpozonlar, yeni DNA dizileri oluşturup, DNA’nın içinde atlamalarla yeni yerlere yerleşip, genlerde mutasyonlara, kansere, ve Alzheimer’a yol açabilir. DNA’nın hem ne kadar küçük ve karmaşık, hem de ne kadar hassas bir kodlama olduğu, ve tek bir bazındaki bir değişikliğin ciddi hastalıklara ve sakatlıklara yol açabileceğini düşündüğümüzde, transpozonların bu işleyiş tarzı, tesadüfi olsa, ne kadar probleme neden olabileceklerini hayal etmek bile zor. Fakat yaratılan her şeyin olduğu gibi, patlamaya hazır bomba gibi içimizde duran bu yapıların da dizginleri yine merhametli olan Rabbimizin elinde ki, hamile bir anneyi ve bebeği aynı anda şefkatle beslemeye yarayacak bir sistemin askerleri olarak karşımıza çıkıyorlar.
İnsan embriyosunda ilk yaratılan proteinlerin bir kısmı HERVK adlı bir transpozondan üretilir. Proteinlerin embriyoyu bazı virüslere karşı koruduğu düşünülüyor. Resimde, embriyodaki DNA ve HERVK işaretli olarak görünüyor. (Kaynak: E.J. Grow et al /Nature 2015)
Eskiden bilimde, bu genlerin “çöp” ve “gereksiz DNA” olarak adlandırılmasına rağmen, bu ve benzeri yeni çıkan araştırmalar ile birlikte bu noktada fikirler değişti. Hatta şu an transpozonların, genlerin kontrolü, yeni genetik çeşitlilik oluşturulması, beyin gelişimi, kemiklerin onarımı ve kuvvetlendirilmesi, ve bir canlının rahimde ilk yaratılma süreci gibi konularda, yalnızca kan üretiminde değil, vücutta başka dokuların oluşumunda da önemli roller oynayabileceği düşünülüyor. Bir araştırmaya göre DNA’nın ’sini kapsayan LINE-1 adlı bir transpozon çeşidinin, çoğaltılması için ilk aşamada meydana getirilen RNA molekülü, iki farklı proteinle bir araya gelerek, henüz iki hücreli olan embriyonun bölünmeye devam etmesini sağlıyor. Başka bir değişle LINE-1 transpozonlar olmadan, embriyo bebek olmuyor. Ve yine transpozonlar ile, insanlarda bu derece çeşitlilik meydana geliyor.
Bağışıklık Tepkisi ve Kan Üretimi
Bağışıklık sistemi, bu şekilde tepki vermeyecek şekilde genleri değiştirilmiş, veya transpozonların kopyalanıp yapıştırılmasını engelleyen ilaçlarla tedavi edilen farelerde, hamilelik sırasında kırmızı kan hücresi üretiminde bu artış görülmediği tespit edilmiş. Hamile insanlar üzerinde yapılan incelemelerde de sonuçlar benzer. Hamile olanlarda, olmayanlara göre daha yüksek transpozon aktivitesi var.
AIDS tedavisi gören, yani HIV’in çoğalmasını engelleyen ve aynı zamanda transpozon aktivitesini bloklayan ilaçları alan bazı hamile kadınların da kan hücresi seviyelerinde düşüş ve kansızlık yaşadığı gözlemlenmesi de sonuçları destekliyor. Hamile olmayan farelerden tekrar tekrar, büyük miktarda kan alınması da kan kök hücrelerindeki transpozonları harekete geçirdiğinin görülmesi ise, hamileliğin tek tetikleyici olmadığının ipucunu veriyor. Bulgular, kırmızı kan hücresi üretiminde yeni bir mekanizmaya ve bazı kişilerde açıklanamayan kansızlığın olası bir nedenine de işaret ediyor.
Daha Fazla Bilgiye İhtiyacımız Var
Bu bulguların diğer klinik durumlarda doğrulanması önemli… Çalışmanın yazarlarından biri olan dermatolog Alpaslan Taşdoğan, hamilelik sırasında transpozon değişiklikleri hakkında daha fazla bilgi edinmek ve hamilelikte kansızlık yaşayan kişilere nasıl yardımcı olunabileceğini anlamak için daha büyük bir klinik çalışma planlıyor.
Cevaplanması gereken çok fazla soru var: Bu DNA parçaları, kadın hamile kalır kalmaz mı aktifleşiyor? Yoksa hamileliğin belirli bir aşamasında mı devreye giriyor? “Uyuyan” DNA parçaları nasıl ve neden harekete geçiyor?
Sırlarını tam olarak çözemediğimiz bu olaylar zinciri, araştırmacıları da şaşırtıyor. İnsanda neslin devam etmesinin transpozon aktivitesi gibi riskli bir olaya dayanması, inanılır gibi değil. Risklerini biraz bilen biri için, sanki insan türü tamamıyla yok olur gibi geliyor. Makalenin yazarları bu virüs benzeri dizilerin insan DNA’sına zarar vermesinin önlenmesi için “vücudun özel bir mekanizma geliştirmiş olabileceğini ve bu yüzden evrim süreci içinde insan ve memelilerin transpozonları genomlarından elimine etmediklerini” düşünüyorlar.
Daha kendi nezlesine çözüm bulamayan insan, işleyişini tam bilmediği, varlığını 1940’lardan sonra ancak öğrendiği transpozonları, çöp ve işe yaramaz diye sınıflandırmışken, sanki elimine edecekmiş de, “Neyse bu faydalı, bari burada bırakalım, dursun, belki lazım olur,” demiş(!). Makaledeki bu garip dil, maalesef, bütün eğitim hayatımız boyunca sürekli kullanılan ve artık içimize işleyen bir dil. Kendisinden kurtulmak için süreklilik ile birlikte, aktif bir çaba gerek.
DNA durup dururken, birden neden uyanıp belli kısımlarını çoğaltmaya başlar? Neden büyük bir ihtimalle kendine zararı dokunacak bu işi yapar? Gen bulunduğu yerden ayrılıp nereye gideceğini, karanlık ve karışık hücrede, incecik DNA üzerinde nereden bilir ve bulur? Nasıl bu seçimi yapar? Yüzlerce enzim ve molekülün işe karıştığı, daha nelere etki ettiğini çözemediğimiz bu işlerin arkasında, tesadüf kelimesini tamamen reddedecek şekilde, ne kadar çok ilim, irade, ve kudret olduğu apaçık hissediliyor. Makalenin yazarlarının dediği gibi, “Vücut” mudur bu ilim, irade ve kudret sahibi? Memeli hayvanları bir tarafa bırakalım, akıllı, şuurlu insan bunları kendi mi yapmaktadır? Daha birçok insan, transpozon kelimesini bile duymamışken, ne olduğunu bilmezken, nanometrelerle ölçülüp tasarlanmış, ışık mikroskobu ile bile görülemeyen sanatlı parçaları, hücrenin karanlığında insan mı yerli yerine koymaktadır, faaliyetlerinden bile habersiz olduğu “vücudu” mu?
Çok sebepler de sayabiliriz… İnsanın yediği içtiği, stres veya rahatlık durumu, içindeki hormonlar, proteinler, vitaminler, gıdalar… Bunların hepsi anne ve bebek üzerinde aynı anda iş görüyor. Eğer hepsini idare eden, düzene sokan, ince ayarını yapan perde arkasında biri yoksa, nasıl bu kadar düzenli çalışıyorlar, hangisi lider oluyor da diğerlerine sözünü dinletiyor, diğerleri neden söz dinliyorlar, neden kavga etmiyorlar? Hepsi kendi kafasına göre hareket ediyorsa neden sistem bir noktada iflas etmiyor?
DNA mıdır yoksa tüm bu işlerin sorumlusu? İnsanın tüm özelliklerinin, hatta Allah bilir belki kaderinin bile yazılı olduğu DNA mıdır bu orkestranın şefi? Oysa DNA bir kodlamadır. Evet içinde bir bilgi yazılmıştır, ama DNA kendi yazmamıştır, kendi kendini yapmamıştır. Bir madde veya molekülü düşünelim. Henüz dünyada yok… Sonra var oluyor… Kendi kendine oldu ise, henüz yok iken, ilerdeki varlığını düşünüp, olmayan şey kendini mi yapıyor? Veya o an orada bulunan moleküller, kendiliklerinden gayrete gelip, akılsız ve kör olmalarına rağmen bu derece ilim ve sanatı mı meydana getiriyorlar?
DNA bir şekilde varlığa gelmiş farz edelim. İçinde bir yazılımı var. Yazılım bir kanunlar kitabı gibi… DNA’nın eşlenmesi, hücrenin bölünmesi, enzimlerin çalışması, proteinlerin sentezi, evet hep bu yazılı kurallar, kanunlar çerçevesinde oluyor. Fakat kanunun dış dünyada bir yaptırımı olamaz. Vergi kanunları, trafik kuralları vardır… Ama ne kırmızı ışık sizi durdurabilir, ne diğer kanunlar zorla size bir iş yaptırabilir. Akıllı ve şuurlu varlıklar bu kanunları öğrenir, kanunlara göre hareket ederler. Fakat DNA’nın kendisi de içinde yazılı kanunlara uyan moleküller, enzimler, canlı ve cansızlar da akıllı, şuurlu olmadıkları gibi, kör ve sağırdırlar. Elimizdeki örneğe bakarsak, ne anneyi, ne bebeği görmezler, tanımazlar, ihtiyacını da bilemezler, onlara merhamet de etmezler. İnsan şuurlu bir varlık olsa da, içinde bu gibi meydana gelen pek çok olaya şuuru taalluk etmez, etse bile, kalbinin atışı gibi beceremez, yapamaz, becereceği bir iş olsa bile uyku ve uyuklama hali olacağı için hayatını yine koruyamaz. Aklı ve şuuru, güç ve kuvveti ile kendi hayatını devam ettiremeyen insan, içindeki, çoğu zaman, ilk olduğunda bir süre farkında bile olmadığı bebeği mi büyütecektir? Yoksa kendi acizliğini bildiği için bu kör ve sağır, moleküllerden ve “bencil” genlerden mi medet bekleyecek, istediği olup sağlıklı olduğunda, veya bebeği büyüdüğünde onlara mı teşekkür edecektir?
Bir kanunlar mecmuası olan DNA bu işleri yapmadığı gibi, Allah’ın daha geniş, ve daha çok kanunlarını temsil eden “doğa” da, bu kanunların yürütüldüğü doğadaki olayların faili değildir. İnsana soğuk ve merhametsiz görünen bu kanunların arkasında, her yeri ve her canlıyı kuşatan, Rabbimizin merhametidir. İlim ve kudreti ile transpozonların da yıldızların da her canlının da dizgini onun elindedir. Ve transpozonların varlığı ve hücredeki faaliyetleri, hücre için ateşle oynamak gibi görünse de aslında o da bir merhamet tecellisi ve sonsuz ihtimaller içinden Rabbimizin irade ve ihtiyarı ile seçip kudreti ile yarattığı, sıradanlık perdesi altında saklanmış, mucizelerinden sadece biridir.
Fakat dünya bir imtihandır. Ara sıra bu sıradanlık bozulur ve çeşitli eksiklikler ve hastalıklar karşımıza çıkar. Ve işte bunlar ile merak ve araştırmalar başlar. Ve yine bunlarla bu harika mekanizma yavaş yavaş çözülür. “Demek ki her zaman böyle olması gerekmiyormuş,” der insan. “Allah izin verir ise oluyormuş,” diye idrak eder. Vücudunda devam eden diğer sağlık ve afiyet hallerine daha çok şükreder. Dua ve tevekküle sarılır. Olayın sadece kendisine değil, tüm sonuçlarına birden, ahiret ile birlikte bakılınca ise her şey yine hayır olur ve yine güzel olur.
Kaynaklar:
1. Lander ES, Linton LM, Birren B, Nusbaum C, Zody MC, Baldwin J, Devon K, Dewar K, Doyle M, FitzHugh W, Funke R, Gage D, Harris K, Heaford A, Howland J, Kann L, Lehoczky J, LeVine R, McEwan P, McKernan K, Meldrim J, Mesirov JP, Miranda C, Morris W, Naylor J, Raymond C, Rosetti M, Santos R, Sheridan A, Sougnez C, Stange-Thomann Y, Stojanovic N, Subramanian A, Wyman D, Rogers J, Sulston J, Ainscough R, Beck S, Bentley D, Burton J, Clee C, Carter N, Coulson A, Deadman R, Deloukas P, Dunham A, Dunham I, Durbin R, French L, Grafham D, Gregory S, Hubbard T, Humphray S, Hunt A, Jones M, Lloyd C, McMurray A, Matthews L, Mercer S, Milne S, Mullikin JC, Mungall A, Plumb R, Ross M, Shownkeen R, Sims S, Waterston RH, Wilson RK, Hillier LW, McPherson JD, Marra MA, Mardis ER, Fulton LA, Chinwalla AT, Pepin KH, Gish WR, Chissoe SL, Wendl MC, Delehaunty KD, Miner TL, Delehaunty A, Kramer JB, Cook LL, Fulton RS, Johnson DL, Minx PJ, Clifton SW, Hawkins T, Branscomb E, Predki P, Richardson P, Wenning S, Slezak T, Doggett N, Cheng JF, Olsen A, Lucas S, Elkin C, Uberbacher E, Frazier M, Gibbs RA, Muzny DM, Scherer SE, Bouck JB, Sodergren EJ, Worley KC, Rives CM, Gorrell JH, Metzker ML, Naylor SL, Kucherlapati RS, Nelson DL, Weinstock GM, Sakaki Y, Fujiyama A, Hattori M, Yada T, Toyoda A, Itoh T, Kawagoe C, Watanabe H, Totoki Y, Taylor T, Weissenbach J, Heilig R, Saurin W, Artiguenave F, Brottier P, Bruls T, Pelletier E, Robert C, Wincker P, Smith DR, Doucette-Stamm L, Rubenfield M, Weinstock K, Lee HM, Dubois J, Rosenthal A, Platzer M, Nyakatura G, Taudien S, Rump A, Yang H, Yu J, Wang J, Huang G, Gu J, Hood L, Rowen L, Madan A, Qin S, Davis RW, Federspiel NA, Abola AP, Proctor MJ, Myers RM, Schmutz J, Dickson M, Grimwood J, Cox DR, Olson MV, Kaul R, Raymond C, Shimizu N, Kawasaki K, Minoshima S, Evans GA, Athanasiou M, Schultz R, Roe BA, Chen F, Pan H, Ramser J, Lehrach H, Reinhardt R, McCombie WR, de la Bastide M, Dedhia N, Blöcker H, Hornischer K, Nordsiek G, Agarwala R, Aravind L, Bailey JA, Bateman A, Batzoglou S, Birney E, Bork P, Brown DG, Burge CB, Cerutti L, Chen HC, Church D, Clamp M, Copley RR, Doerks T, Eddy SR, Eichler EE, Furey TS, Galagan J, Gilbert JG, Harmon C, Hayashizaki Y, Haussler D, Hermjakob H, Hokamp K, Jang W, Johnson LS, Jones TA, Kasif S, Kaspryzk A, Kennedy S, Kent WJ, Kitts P, Koonin EV, Korf I, Kulp D, Lancet D, Lowe TM, McLysaght A, Mikkelsen T, Moran JV, Mulder N, Pollara VJ, Ponting CP, Schuler G, Schultz J, Slater G, Smit AF, Stupka E, Szustakowki J, Thierry-Mieg D, Thierry-Mieg J, Wagner L, Wallis J, Wheeler R, Williams A, Wolf YI, Wolfe KH, Yang SP, Yeh RF, Collins F, Guyer MS, Peterson J, Felsenfeld A, Wetterstrand KA, Patrinos A, Morgan MJ, de Jong P, Catanese JJ, Osoegawa K, Shizuya H, Choi S, Chen YJ, Szustakowki J; International Human Genome Sequencing Consortium. Initial sequencing and analysis of the human genome. Nature. 2001 Feb 15;409(6822):860-921. doi: 10.1038/35057062.
2. Phan J, Chen B, Zhao Z, Allies G, Iannaccone A, Paul A, Cansiz F, Spina A, Leven AS, Gellhaus A, Schadendorf D, Kimmig R, Mettlen M, Tasdogan A, Morrison SJ. Retrotransposons are co-opted to activate hematopoietic stem cells and erythropoiesis. Science. 2024 Nov 8;386(6722):eado6836. doi: 10.1126/science.ado6836. Epub 2024 Nov 8. PMID: 39446896.
3. Percharde M, Lin CJ, Yin Y, Guan J, Peixoto GA, Bulut-Karslioglu A, Biechele S, Huang B, Shen X, Ramalho-Santos M. A LINE1-Nucleolin Partnership Regulates Early Development and ESC Identity. Cell. 2018 Jul 12;174(2):391-405.e19. doi: 10.1016/j.cell.2018.05.043. Epub 2018 Jun 21. PMID: 29937225; PMCID: PMC6046266.
4. https://www.science.org/doi/10.1126/science.332.6027.300
5. Mangiavacchi A, Morelli G, Reppe S, Saera-Vila A, Liu P, Eggerschwiler B, Zhang H, Bensaddek D, Casanova EA, Medina Gomez C, Prijatelj V, Della Valle F, Atinbayeva N, Izpisua Belmonte JC, Rivadeneira F, Cinelli P, Gautvik KM, Orlando V. LINE-1 RNA triggers matrix formation in bone cells via a PKR-mediated inflammatory response. EMBO J. 2024 Sep;43(17):3587-3603. doi: 10.1038/s44318-024-00143-z. Epub 2024 Jul 1. Erratum in: EMBO J. 2024 Oct;43(20):4805-4806. doi: 10.1038/s44318-024-00243-w. PMID: 38951609; PMCID: PMC11377738.
6. Bediüzzaman S.N, Lem’alar, 23. Lem’a.