TR EN

Dil Seçin

Ara

Kâbe’de Bir Amerikalı / Söyleşi

Michael Mecid Wolfe, Yahudi bir baba ve Hristiyan bir anneden olan Amerikalı bir şair ve yazar. 52 yaşında İslâm’ı seçtikten az zaman sonra, 1991’de ilk haccını eda eden Wolfe, İslâm’ın Amerika’daki tarihinde tartışmasız bir yeri olan Malcolm X gibi, haccın güzelliği ve anlamı karşısında âdeta büyülenenlerden. Nitekim, on yıl içinde, biri kendi hac yolculuğunu anlatan Bir Amerikalının Mekke’ye Hac Yolculuğu adlı kitabın yanısıra, tarih boyunca yapılan hac yolculuklarını tasvir eden Mekke’ye Giden Bin Yol: Bin Yıl Boyu Müslümanların Hac Yolculukları adlı ikinci bir hac kitabını yazmış bulunuyor. Ayrıca, kendisinin hac için hazırladığı televizyon programları mevcut.

Hac için yazdığı yazılardan birinde, “Hac esnasında, milyonlarca mü’min Mekke’ye gelir. Erkek-kadın mü’minler, basit, dikişsiz uzun elbiseler giyerler. İhramlar bir semboldür. İhram giyen kişi bitkilere ve hayvanlara veya sair hacılara zarar vermemeyi kabul etmiş demektir. Tartışmak da, şiddet kullanmak da yasaktır. Barışı korumaya karar vermişsinizdir. İhramlar içinde, zenginle fakir ayırt edilemez ayrıca. Dünyanın her tarafından gelmiş insanlar arasına karışıp, bütün bu insanları çeken tek bir fikrin çağrısını, tevhidi duyumsarsınız burada.” diyor Wolfe. Haccın gündelik işlerin gafletinden kurtulup Allah’ın huzurunda olduğumuz hissiyle dolmak için müthiş bir fırsat olduğunu söylüyor. “Mekke’nin blokları arasında yürümek, âdeta dünyanın etrafında yürümektir.” diyor. Kâbe’de tavafı ise, ‘Allah’ı hayatlarımızın merkezine yerleştirmenin ifadesi’ olarak yorumluyor. Ve, “Mekke’ye bir defa gelen, oraya her zaman gelmek ister. Siz onu ardınızda bırakır bırakmaz, o sizi çağırmaya başlar kendisine.” diyor.

Bir hac hayranı olarak Michael Mecid Wolfe’un Islamic Voice dergisinin Mart 2000 sayısında yayınlanan söyleşini sunuyoruz sizlere.


 

Seyahatlerimdeki hiçbir şey beni Mekke için hazırlamadı.” diye yazdınız. Siz ne için hazır değildiniz?

125 ülkeden farklı dilde, farklı kültürde milyonlarca insan... İlk izlenimim gerçek bir insan okyanusunun içinde onun bir parçası olduğunuz; ki bunu kavramak biraz zaman alıyor. Gerçek bir geri çekilme. Benim Batılı anlayışıma göre geri çekilme karışıklıktan, dünyanın gerisindeki kalabalıktan ayrılmak ve tabiatın saflığı içinde kaybolmaktır. Fakat hac ile, geri çekilme duygusu hissedilmiyor, hatta yeni bir topluluğa, çok büyük bir insan topluluğuna katılıyorsunuz.

Asıl Suudi Arabistan’dan ayrıldığınız zaman onların Haram Bölge dedikleri, Mekke’yi çevreleyen 20 mil-kare alana geliyorsunuz. Ve bu çizgiyi geçtiğiniz zaman, ister kuzeyden, ister güneyden, ister batıdan, ister doğudan gelin; kıyafetlerinizi değiştiriyorsunuz. Herkes yemin ediyor. Hiçbir şeye zarar vermeyeceğine, herkese karşı nezaketli olacağınıza, havanın maneviyatını artıracağınıza yemin ediyorsunuz. Gerçekten bir tür sosyalleşme yöntemi.


 

Mekke bir milyonu aşkın nüfusu olan bir şehir, ve eğer Müslüman değilseniz bu şehre giremiyorsunuz. Bu durum hakkında ne düşünüyorsunuz?

Özel yerler hakkında fazlaca şartlandırıldık. Dünya üzerinde büyük bir hâkimiyet gücü olan Avrupa tarafından şartlandırıldık. 19 yüzyılda bir düzine çok gizli şehir, yasak şehirler var. Batı Afrika’da Timbuktu, Fas’ta Chouen ve Şamara gibi. Ve Mekke de, bazı sebeplerden dolayı, girilmez bir şehir. Mekke, gayrimüslimler tarafından girilemeyen ve siyasî olarak kontrol edilemeyen tek şehir.

Mekke sadece İslâm dinine göre dinî inancını yerine getirmek isteyen insanlar tarafından ziyaret edilir. Başka bir amaçla gelene orada iş yoktur. Müslümanlar Mekke’ye laf olsun diye gelmiyor. Dinî nedenlerle geliyorlar. Son iki yüz yıl içinde Amerika veya Avrupa’nın siyasal tesirinde kalmamış bir Müslüman yerin olduğunu hissetmeleri ve seçkin özellikleri olmadan oraya girebilmeleri onlar için önemli.


 

Bu yüzden Mekke bir çeşit güvenli bölge mi?

Mekke’de İslâm’ın kalbinin muhafaza edildiği yeri bulursun. İslâmiyet MS. 610 yılında ilk olarak burada doğmuş ve buradan dünyaya yayılmıştır.

Hz. Muhammed (sav) temsil ettiği inancın dünyanın en ücra köşesine kadar ulaşmasını sağladı. Bu inanç merkezine geri dönemeden yayılmaya devam ederse, kökünden uzaklaşır. Haccın anlamı ise, insanları İslâm’ın merkezine geri çağırmaktır.


 

Hacla ilgili olarak beni ilgilendiren şeylerden biri de, Mekke’nin merkezindeki büyük camide, Mescid-i Haram’da bulunan basit bir ev olan Kâbe. Kur’ân’dan Kâbe’nin yeryüzünde inşa edilen ilk ev olduğunu öğreniyoruz; ki bu, Âdem’in yaptığı temel üzerine sonradan Hz. İbrahim ve oğlu İsmail tarafından yeniden inşa edilen bir yapıdır. Hz. Muhammed ona dokunduğu için birçok hacı tavaf ederken onu öpüyor.

İslâm’da Kâbe’yle ilgili bir düzen söz konusu. Kâbe Müslümanların ibadet ederken yöneldikleri bir merkez, ibadet yeri, ibadetten önce kendini temizleme yeridir. Kâbe bir yöneliş noktasıdır. Yunanlıların kendi dünyalarının merkezi olarak belirttikleri Delphi gibi. Kâbe de Müslüman dünyasının merkezini işaret eder. Ve, Âdem ve İbrahim’in bu binada bir şeyler yapmış oldukları düşüncesi, İslâm’ı çok gerilere, hatta daha önceki tevhid geleneklerinden ve Asya’nın tevhide dayalı dinlerinden daha gerilere bağlar. Bütün bu dinler aynı manevî atmosferin parçalarıdır. İslâm kendini işte böyle görür.


 

Hacılarla birlikte Kâbe’yi tavaf ederken ona bir arşın uzaklıkta olduğunuzda neler hissettiniz?

Kâbe’yi tavaf etmek ruhunuzu yücelten muazzam bir deneyim. Fiziksel olarak enerji gerektiriyor. Ve fizik egzersizi gibi, eğer bir güç harcarsanız, bunu geri alırsınız. Etrafınızı çevreleyen o topluluktan enerji alırsınız. Tavaf etmek çok muhteşem bir şey. İnsanlar tavafta yarış yapıyor değiller, fakat ağır ağır da yürüyemezler. Orada yürüyüş yapıyorlar. İlk üç turda bu yürüyüş biraz hızlı oluyor, sonraki turlarda dışarıda halkalarda daha yavaşlıyor. Hacılık, Müslümanlar için vazife ile rüyanın gerçekleşmesi. Hacca gitmeli ve bunu istemelisiniz. Bunu gerçekleştirmek için de, elbette bazı şeyleri yapmanız gerekiyor.


 

İnsanlar Kâbe’yi tavaf ederken duydukları coşkuyu anlattılar bana.

Kâbe’yi ilk gördüğünüzde, ki orası senelerdir ibadet etmek için yöneldiğiniz bir yerdir, çok hoş, çok ilginç geliyor size. İnsanlar burayı ilk gördüklerinde duygulanıp ağlıyorlar. Burası Müslümanlar için basit dört köşeli bir bina değil. Burada ibadet etmek insana anlatılamaz manevî bir feyz veriyor, ‘iki yakanızın bir araya geldiği’ni, ‘toplanıp toparlandığınız’ı hissedersiniz. Ne olduğunuzu daha iyi bilir hâle gelirsiniz. Rüyadaymışınız gibi gelir size.


 

Hacla ilgili kitabınız, dinsel tutku, macera ve risk almanın özellikle eski dönemlerde Mekke’ye yapılan yolculuklarda capcanlı yaşanan duygular olduğunu gösteriyor.

Tarihte, hac yolculuklarında her zaman zorluklarla karşılaşılmıştır. Hac yolculuğu hâlâ bile zordur. Zorluğun anlamı seyahat etmek ve aileden ayrılmaktır. Amaçlardan birisi insanları alıştıkları çevreden alıp sıcak bölgelere götürmektir.


 

Haccın, kalbe giden yol gibi, zamanda bir yolculuk olduğunu söylüyorsunuz.

Haccın zorlukları bir çeşit meydan okumalardır. Çağdaş problem, kana susamış akıncılar değildir. Şehrin ortasında nasıl bir deneyim kazanacağız? Basit bir şey değil, farklı insanlarla karşılaşmanın zorlukları var. İslâm hayat şartlarımızın zorluklarından manevî ders almamızı istiyor bizden.

Hac, hayatlarında yer tutan fırsatlar için biraz çalışmamızı teklif ediyor. Dinin temel taşı olarak bunu almak çok önemli. Bulunduğumuz sosyoekonomik dünyada, yetiştiğimiz ailede kaybettiklerimizi elde edebiliriz. Müslümanlar için bunu elde etme yolu var. Mekke’ye gidebilir, hac yapabilir ve kaybettiklerinizi elde edebilirsiniz. Müslümana göre, hac özüne dönüştür. Eğer haccın manevî tarafını tanımlamamı isterseniz, onun hareketi geriyedir. Büyük bir geriye dönüş. Mekke’den ayrılırsınız, fakat kendi öz kaynaklarınıza, köklerinize, herşeyin başlangıcına dönersiniz.

(Tercüme: Emine Aydın)


 

Hac, mü’minlerin kalbinde...”

Tahminen kaç Müslüman hacca katıldı?

Suudî yetkililerin verdiği bilgiye göre, 160 farklı ülkeden 2.7 milyon kişi. Burada kalabalığın arasında yürürseniz, birçok yabancı dil duyarsınız ve çehreleri, boyları, biçimleri, kiloları farklı pek çok insan görürsünüz. Ve İslâm’ın evrensel bir din olduğunu anlarsınız.


 

Dünyanın başka herhangi bir yerinde böylesine organize olmuş bir ibadet şekli gördünüz mü?

Hayır görmedim. Benim hacca çok ilgi göstermemin nedenlerinden birisi bu. Günde beş defa namaz kılmak çok normal. 3 milyon insanının aynı anda ve aynı yerde kılması ise muhteşem bir şey. Mekke’de insanlar namaz kılmak için bir araya geldiklerinde öyle bir sessizlik oluyor ki, hareket yaptıklarında kıyafetlerinden çıkan hışıltılar bile duyuluyor. Çok şaşırtıcı bir durum. Ayrıca bütün dünyada yüz milyonlarca Müslümanın aynı anda namaz kıldığını farketmek, bu olayı daha da muhteşem hâle getiriyor.


 

İslâm’ı kabul revaçta bir olgu mu?

Öyle görünüyor. Ben bu konunun uzmanı değilim, fakat yaşadığım yer olan Amerika’da, on beş yıl içinde iki milyon insan Müslüman oldu. Ve dünyada en hızlı büyüyen din İslâm. İslâm’a dönüş Batı dünyasında kısmen ilgi görüyor. Amerika’daki Müslümanların yarısı orada doğmuş insanlar ve son elli yılda Müslüman olan Afro-Amerikanların oranı yüzde 35. İslâm’ı seçmek çok kolay oluyor. Zira, İslâm’la Hristiyanlık ve Musevîlik arasında birçok ortak nokta var.


 

İslâm’a göre bütün Müslümanlar birliktir, yani ümmet anlayışı var. Fakat Hristiyanlarda ve diğer dinlerde olduğu gibi, İslâm’da da sufisinden Afgan Talibanlarına kadar farklı kesimler, akımlar ve düşünceler var. İslâm’ı daha güçlendirmek ve daha çok yaymak için Müslüman âlimler ve din adamları tarafından yürütülen farklı düşünceleri uzlaştırma yönünde bir çaba var mı? Veya bütün bu yaklaşımların hepsinin söz konusu potada bir yeri mi mevcut?

Her ikisi de olabilir. İslâmî geleneğin canlı, birçok noktayı kapsayan muazzam bir yapısı var. Aynı zamanda diğer insanlara görev vermek ve fikirlerini beğendirmek için büyük bir eğilim var. İnsanlar aynı insanlar. Bir araya gelip anlaşmaları ve uzlaşmaları en doğru olanıdır.


 

Cihad’ üzerinde konuşulduğu zaman, bunun çeşitli yorumları oluyor. Birçok insan onu ‘kutsal savaş’ olarak değerlendiriyor. Fakat Kur’ân’a göre onun ayrıca ‘çabalama’ veya ‘direnme’ anlamları da var. Böyle bir kelime şiddetli mücadele anlamında mı değerlendirilmeli? Ya da Mahatma Gandi veya Martin Luther King’in yaptığı gibi şiddet içermeyen mücadele olarak değerlendirilebilir mi?

Cihadın İslâm’da birçok anlamı var. İslâm’ın ilk gününden itibaren iki tür cihad olmuştur. Birincisi büyük cihad olarak; insanın nefsine karşı yürüttüğü mücadeledir. Küçük cihad ise insanın inançlarını korumak için verdiği mücadeledir. Hz. Muhammed (sav) bir savaştan sonra evine geri dönerken küçük cihadın bittiğini, büyük cihadın başladığını belirtmiştir. Ama cihad kelimesi gayrimüslim ve Müslümanlarca sık sık yanlış kullanılmaktadır.


 

Bugün bize söylemek istediğiniz son bir şey var mı?

Hac, gücü yeten Müslümanların hayatları boyunca bir kere yapmaları gereken bir ibadet. Dışarıdan karışık gibi görünebilir. Oysa Müslümanlar için anlamı çok büyük. Hac, inananların kalbinde yerini alıyor.

 

(Not: CNN’de bu söyleşinin gerçekleştiği 5 Mart 2001 tarihinde, Michael Mecid Wolfe, haccını eda etmek üzere Arabistan’da idi.)