TR EN

Dil Seçin

Ara

Dünya / Niçin Geliriz ve Gideriz?

“Dünya ahiretin tarlasıdır.” buyrulmuş. Tarlada çalışmak, tarla ötesi içindir, yani köy içindir, pazar içindir. Bizim bu dünya hayatında tattığımız her türlü lezzet, bir “tarla ziyafetidir.” Asıl lezzet ve saadet yeri dünya ötesidir; kabirdir, cennettir.

“Demek, burada çabalamak onlar içindir.

Şurada çalıştırır, orada ücret verir.

Herkesin istidadına göre orada bir saadeti var.”

 

On Yedinci Söz’deki dünya tariflerine baktığımızda bu sorunun çok yönlü cevaplarını bulabiliriz.

Meselâ, “Dünya ahiretin tarlasıdır.” buyrulmuş. Tarlada çalışmak, tarla ötesi içindir, yani köy içindir, pazar içindir. Bizim bu dünya hayatında tattığımız her türlü lezzet, bir “tarla ziyafetidir.” Asıl lezzet ve saadet yeri dünya ötesidir; kabirdir, cennettir.

...

Keza, dünya “bir imtihan meydanıdır.”  İmtihan, okul sonrası içindir. Bu dünya lezzetlerinin tamamı, uzun süren bir imtihanda yenilen bir simitten öteye geçmez. İmtihan salonu, zevk ve safa yeri değildir, yeme içme yeri de değildir. Orada mide değil beyin ve kalem çalışacaktır. Mide bu çalışmanın bir hizmetçisi gibidir.

...

Dünya bir yönüyle de “ticaretgâh”dır. Mağazada kazanılanlar yine mağazada tüketilmezler. Birçok ticaret erbabı iş yerlerinde orta yollu bir şeyler atıştırır ve çalışmalarını aralıksız sürdürürler. Yeme içmeyi eve dönüşlerine bırakırlar.

Dünyanın ticaret yeri olmasını Altıncı Söz’ün ışığında değerlendirmek gerekiyor. Bu sözün başında bir ayet-i kerime yer alır ve Altıncı Söz’ün tamamı bu ayetin manevî bir tefsiridir; yani ayette verilen İlâhî mesajın insanın ruh âlemine, harika misallerle yerleştirilmesidir. Söz konusu ayet-i kerimede mealen şöyle buyrulmaktadır:

“Muhakkak, Allah müminlerden nefislerini ve mallarını Cennet mukabili satın aldı.”

İşte gerçek ticaret budur. Nefsimizi, yani ruh ve bedenimizi, bütün benliğimizi Allah’a satmak, Onun rızası istikametinde kullanmak ve karşılığında cennete kavuşmak.

“Ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar; ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmam ettikten sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelâline dönecekler ve Mevlâ-yı Kerîm’lerine kavuşacaklar.” (Mektubat, 20. Mektup)

Güz mevsiminde yaz-bahar âleminin güzel mahlukatının tahribatı, idam değil. Belki vazifelerinin tamamıyla terhisatıdır. Hem yeni baharda gelecek mahlukata yer boşaltmak için tefrigattır.

Tefrigat, “boşaltma” demektir. Bu dünya ebedî kalınacak bir saadet yeri değildir; bir imtihan meydanıdır, bir handır ve ahiretin bir tarlasıdır. Esas olan ahiret hayatıdır. Buradaki bütün faaliyetler o âlem hesabınadır. Handa sürekli kalınmaz. Birkaç gün kalınıp yola devam edilir  ve o mekânda yeni gelen yolcular misâfir kalırlar.

Keza, imtihan salonunda da devamlı durulmaz. İmtihan sonrası salon boşaltılır ve yeni adaylar salona alınırlar.

Aynı şekilde, tarlanın mahsulleri de öylece bırakılmazlar; toplanırlar, yahut biçilirler. Aynı araziye yeni tohumlar ekilir.

Tefrigat kelimesi bize bu gibi manaları ders verir.

“Ben cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etmeleri için yarattım.” ayetinin açıkça bildirdiği gibi insanın vazifesi ibadettir; yani, Allah’a iman etme ve Onun rızası dairesinde bir hayat sürmektir. Dördüncü Söz’de ifade edildiği gibi, namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri de güzel bir niyet ile ibadet hükmünü almaktadır.

Hayat ve ömür bu dünya imtihanının süresidir. İmtihanı unutup ömrünü boş yahut zararlı işlerde tüketen insanlar için ölüm hadisesi büyük bir ikaz edicidir.

Karanlıkta yolunu görmesi için yoluna fener tutan arkadaşına teşekkürü ihmal etmeyen insan, güneşle aydınlanmasının şükrünü nasıl ihmal edebilir!?.

Kısa bir süre için arabasına bindiği arkadaşına teşekkür etmeyi unutmayan insan, yer küresi üzerinde her gün yirmi dört saat seyahat etmesinin şükrünü nasıl unutur!?.

Kendisine gözlük hediye edene teşekkür eder de, gözleri için şükretmek nasıl aklına gelmez!?.

İçi ve dışı böyle binlerce, yüz binlerce nimetle sarılmış iken ve insan bunlardan aralıksız faydalandığı halde şükür etmeden nasıl rahat edebilir? Vicdanı nasıl tatmin olabilir!?.

Bu ancak “manen sarhoş olmakla” açıklanabilir. Doğru düşünmeyi engelleyen her şey, içki veya uyuşturucu gibi ruhu donuklaştırır; insanı gerçekler dünyasından uzaklaştırıp hayal âlemlerinde gezdirir.

İşte, ölüm, bu sarhoşluğa son verip insanı uyandıran ve gerçeklerle yüz yüze getirir.

Yaz ve bahar mevsimlerinde yeryüzünü süsleyen bütün çiçeklerin güz mevsiminde kısa bir süre içinde topluca ölümü tatmaları ve kış mevsiminin gelmesiyle onlardan artık hiçbir eser kalmaması insan için büyük bir ikazdır, büyük bir derstir.

İnsanın bedeni de toprak altında çürüyüp dağılacak, ama ruhu bâkî kalacak ve diriliş hadisesiyle mahşere çıkacak, mizanda ömrünün hesabını bütün ayrıntılarıyla verecektir.

Bilindiği gibi, çekirdeğin içinde ondan çıkacak ağacın bütün planı genetik şifre hâlinde bulunmaktadır. Ruhtaki hayat sıfatının cüz’i bir şekli de çekirdekteki bu yarı canlılıktır. Çekirdek önce parçalanır, sonra neşv ü nemaya başlar, toprak altından çıkar, büyür; fidan olur, ağaç olur, dal budak salar, çiçek açar, meyve verir. Bütün bu inkılaplarda çekirdekteki yarı canlılık muhafaza edilir. Ağacın gövdesi de, dalları da, meyveleri de hep yarı canlıdırlar. Ruha bir derece benzeyen bu kanunu bütün inkılaplara rağmen koruyan bir hikmet, insan ruhunu da bâki kılacak, gençlik, ihtiyarlık ve ölüm safhalarından sonra kabirde de mahşerde de onun varlığını ve hayatını devam ettirecektir.

“Bir incir tohumunu tavırdan tavıra hıfzeden, devirden devire himaye eden, inhilalden vikaye eden, … elbette ve elbette, halife-i arz ünvanını alan nev’i beşerin a’mâlini ihmal etmez, hıfzeder.” (Mesnevî-i Nuriye)