TR EN

Dil Seçin

Ara

“Diğer Kutsal Kitaplar Tahrif Edildiği Halde Kur’an Niçin Korundu? Diğer Kitaplar Niçin Korunmadı?” II

“Diğer Kutsal Kitaplar Tahrif Edildiği Halde Kur’an Niçin Korundu? Diğer Kitaplar Niçin Korunmadı?” II

Önceki yazımızda bir papazla konuşmamızda ona verdiğim cevap bu soruya yeterli bir cevap olsa da konuya farklı açıdan ve daha etraflıca beş madde olarak cevap vermemiz faydalı olacaktır.

Önceki yazımızda bir papazla konuşmamızda ona verdiğim cevap bu soruya yeterli bir cevap olsa da konuya farklı açıdan ve daha etraflıca beş madde olarak cevap vermemiz faydalı olacaktır.

 

Birincisi: Eski kitapların tahrifi, Kur’an’ın da tahrifini gerektirmez. İşler tahrif üzerinde yürümüyor; tashih ve tespit üzerinde yürüyor. 

Kur’an’ın bir ismi “Müheymin”dir. Yani daha önceki kitapları kontrol eder. Bu kontrol esnasında doğru olan haberlerin ve ifadelerin sahih olduklarını onaylarken, insanlar tarafından çıkarma veya ekleme ile tahrif edilen yönlerini de tespit edip doğruyu gösterir. Bu sebeple, bir kontrolör, bir müfettiş, bir hakem makamında olan Kur’an’ın hakemlik makamına bir lekenin gelmesi, bütün semavi kitapların zararınadır. Zira hakkı bâtıldan, doğruyu yanlıştan ve ilâhî ifadelerin tamiratını beşerî tahriflerin tahribatından ayıran bir FURKAN olan Kur’an-ı Hakîm’in hâkimliği ve hakemliğini engellemek, adalet mahkemesinin kapılarını kapatmak anlamına gelir. 

Demek ki, Kur’an’ın A’dan Z’ye bütün yönleriyle dimdik ayakta kalması, kader açısından da adalet ve hikmetin gereğidir.

 

İkincisi: İnsanların dünyaya yerleşmelerinin en önemli sebebinin, imtihan olduğunu, ayet, hadis ve genel İslamî literatürden öğrenmekteyiz.

Kur’an’ın ders verdiği temel konuların başında Allah’ı tanımak, Ona iman etmek olduğu gibi, imtihanın da ilk sorusu Allah ile alakalıdır. Allah’ı tanımak ve Ona iman edip kulluk yapmak için kullanılması gereken en önemli ulaşım yolu ilahî vahiylerdir. Vahiylere iman edenlerin samimiyeti, onlara karşı gösterilecek saygı ve sevgi ile ölçülür. Bu saygı ve sevgi ise, bir yandan oralardaki Allah’ın emir ve yasaklarına harfiyen uymak, diğer yandan vahyin metinlerine karşı bir hıyanet içine girmemekle kendini gösterir. Bu vahyi getiren peygamberlerin durumu da vahyin durumuna uygun bir karşılama ile ortaya çıkar.

Buna göre, vahiylerin tahrif edilip edilmemeleri konusu bu imtihanın en önemli unsurlarından biridir. İmtihanın özgürce ve adalet ilkelerine uygun cereyan etmesinin bir sonucudur ki, tarih boyunca insanlık camiasında hem peygamberler öldürülmüş hem de vahiyler tahrip ve tahrif edilmiştir.

 

Üçüncüsü: Bu imtihanda Allah hiçbir peygamberin hayatını koruma altına almadığı halde, Hz. Muhammed’in (asm) hayatını koruma altına almıştır. Bu da Son Peygamberin (asm) Allah katında özel bir konuma sahip olduğunu göstermektedir.

“Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan Onun mesajını iletmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphe yok ki, Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Maide, 5/67) mealindeki ayette Hz. Muhammed’in (asm) hayatının koruma altına alındığına işaret edilmiştir.

“Biz İsrailoğullarından söz almış ve onlara peygamberler göndermiştik. Nefislerinin hoşlanmadığı bir şeyle bir peygamber onlara geldiğinde onların bir kısmını yalanlar ve bir kısmını da öldürürlerdi” (Maide, 5/70) mealindeki ayette ise, diğer peygamberlerin hayatlarının koruma altına alınmadığına dikkat çekilmiştir.

Dördüncüsü: Bu ilahî imtihanda Son Peygambere indirilen son kitap olan ve kıyamete kadar hükmünün yürürlükte kalmasına hükmedilen Kur’an-ı Hakîm’in özel koruma altına alındığını gösteren şu ayetin ifadesi çok açıktır:“Kesin olarak bilesiniz ki bu kitabı kuşkusuz biz indirdik ve onu mutlaka koruyan da yine biziz.” (Hicr, 15/9)

“Kendilerini Allah’a vermiş olan peygamberlerin ve—Allah’ın kitabını korumaları kendilerinden istendiği için—rablerine teslim olmuş zâhidlerin, bilginlerin Yahudiler arasında kendisiyle hükmettikleri, içinde hidayet ve nur bulunan Tevrat’ı elbette biz indirdik...” (Maide, 5/44) mealindeki ayette ise, Kur’an’ın dışındaki semavî kitapların özel koruma altına alınmadığına işaret edilmiştir. 

 

Beşincisi: Kur’an’da nida edatı (çağrı ifadesi) ile yapılan çağrılarda diğer peygamberler “Yâ İbrahim, yâ Mûsa, yâ İsa” şeklinde isimlerle çağrılmışlardır. Buna mukabil, Hz. Muhammed’in çağrıldığı yerlerde—ismiyle değil—ünvanıyla, yani “Yâ Eyyühe’n-Nebiyyu / Yâ Eyyühe’r-Resûlü” şeklinde bir çağrı stili kullanılmıştır. Bu husus Kur’an-ı Hakîm’in remizli bir dersi, hikmetli bir işaretidir ki, Peygamberler arasında kıyamete kadar iş başında olup vazifesi devam eden yalnız Hz. Muhammed’dir (asm). Çünkü, genel prensip olarak insanlar görevli oldukları sürece unvanlarıyla anılır. Emekliye ayrıldıklarında ise normal isimleriyle zikredilirler.