TR EN

Dil Seçin

Ara

Yarasaların Gözleri Olduğu Halde Niçin Kördürler?

Yarasaların Gözleri Olduğu Halde Niçin Kördürler?

Yarasa, gözü olmasına rağmen neden kördür? Bu göz iş yapmayacaksa neden oraya konmuştur?

 

Soru:

Köstebeklerin, mağara gibi karanlık yerde yaşayan bazı balık türlerinin gözlerinin köreldiğinden hatta gözlerin kaybolmasına rağmen göz yuvalarının kalıntılarının halen mevcut olduğundan bahsediliyor. Bu söylenenler doğru ise evrim gerçek değil mi? Mesela yarasa, gözü olmasına rağmen neden kördür? Bu göz iş yapmayacaksa neden oraya konmuştur? Bu, “Kullanılmayan organlar körelip kaybolur” sözünü veya fikrini desteklemez mi? Yoksa bu tür canlılar yok da biz mi kandırılıyoruz? Allah abes boş iş yapar mı? Aydınlatırsanız çok memnun olacağım.

 

GÖZ, canlılarda görme işini yerine getirmek için verilmiştir. Görme olayının meydana gelebilmesi için, göz mevcut olmalıdır. Ancak bu yeterli değildir. Gözün görebilmesi için sistemin sağlıklı işlemesi gerekir. Nitekim ama kimselerin gözleri mevcut olmakla beraber, o göz görme işlemini sağlıklı bir şekilde yerine getirmekten uzaktır. Hatta normal gören bir kimsenin, yüksek tansiyon ve şeker hastalığı gibi sebeplerden dolayı, gözündeki kan damarları ve sinirler normal işlevini kaybeder ve o göz de artık göreme fiili meydana gelmez.

Kısaca söylemek gerekirse, görme fiili, ancak bütün sistemin mükemmel olmasıyla gerçekleşir. Sistemde herhangi bir noksanlık, görmeye engel olur.

Canlıyı yaratan Allah, o canlıya gözü ve görme fiilini de vermiştir. Yarasa ve köstebek gibi bazı canlılarda ise, görme olayı yoktur. Onlara da göz yerine başka duygular verilmiştir.

Allah bu canlılara gözü ve görmeyi niçin vermemiştir?

Bunun pek çok sebepleri olabilir. Biz bilimsel çalışmalarla, görmeyen bu canlıların, görme ihtiyaçlarını nasıl ve hangi organlarla giderdiklerini anlamaya çalışırız. Gözün olmayışının o canlıya kazandırdığı veya kaybettirdiklerini öğrenmek isteriz.

Sorunun ikinci şıkkı: “Kullanılan organlar gelişir. Kullanılmayanlar körelip kaybolur” sözüdür.

Böyle bir sözü söyleyen kimse, biyolojiyi bilmiyor demektir. Bu ifade 1809 yılında Lamarck tarafından kullanılmıştır. Bunun meşhur misali, zürafaların boynunun önceden küçük olduğu, besin için boyunlarını uzattıklarından zamanla boyunlarının uzamış olduğu hikayesidir.

Hikaye diyorum. Çünkü bir canlıda meydana gelebilecek değişiklik soma hücreleri dediğimiz vücut hücrelerinde ise, yavrularına geçmez. Mesela, bir kimsenin parmağı kopsa, ya da kolu bir sebepten dolayı kullanılamaz olsa, hatta kesilse, bu değişiklik yavrularına geçmez. Aynı şekilde, bir canlı gözünü kullanmasa, ya da gözü bir şekilde iş göremez hale gelse, böyle bir değişiklik yavrularına geçmez. Değişiklik üreme hücrelerinde ve dolayısıyla genlerde olursa yavrularına geçer.

Bu bakımdan, yaklaşık yüz yıl önce, canlıların genetik yapısı tam bilinemediğinden, vücut hücrelerinde meydana gelebilecek bir değişikliğin yavrularına geçtiği düşünülmüştü. Ama günümüzde bunların bilimsel bir değeri kalmadı.

Okuyucu, “Yoksa bu tür canlılar yok da biz mi kandırılıyoruz” diyor. Bu konuda kandırılıp kandırılmadığınıza siz kendiniz karar verin.

Yarasada veya köstebekte görme olayının olmamasını evrimle ilişkilendirmek, işin kolayına kaçmaktır. Bunun sebep ve sonuçlarını arama ve inceleme gibi bilimsel çalışmaları bir tarafa bırakarak işi hemen evrime vermek, materyalist düşünce ve pozitivist felsefeyle olayları yorumlamaktan kaynaklanmaktadır. Böyle bir düşüncenin bilimsel bilgiyle hiçbir ilgisi yoktur.

Evrimi siz nasıl bir şey zannediyorlar ki, bir canlıda gözün olması veya olmamasıyla onun varlığına hükmediyorlar? Ve diyorlar ki, “Madem gözün yapısı böyleyse, o halde evrim vardır.”

Evrimin çok değişik manaları var. Canlı ve cansız alemde görünen bir takım değişiklik ve farklılaşmalar manasında kullanılıyorsa, böyle değişiklik her an kainatta cereyan ediyor. Ancak bir ilim, irade ve kudret ile, yani Allah’ın tasarruf ve kontrolünde oluyor.

Şayet bir türden bir başka türün tesadüfen, bir yaratıcı olmadan meydana geldiğini kabul anlamında evrimi kullanıyorlarsa, böyle bir yaklaşım bilimsel bir bilgi değil, materyalist bir ‘inanç’ şeklidir.

Alemde atomdan galaksilere kadar her şey, şuursuz, akılsız olmakla beraber akıllı gibi işler yapmaktadır; demek ki bu işleri ilmi ve iradesiyle başka birisi yapmaktadır. Yani her şey Allah’ın emir ve iradesi altındadır. Hiçbir şey başıboş değildir.

Köstebeğin veya yarasanın görmemesini şu veya bu sebebe bağlamak bir kimsenin imanını tehlikeye sokmaz. Allah her şeyi bir sebebe bağlıyor. Elmayı ağaçtan, kuzuyu koyundan alıyoruz. Kuzuyu da elmayı da yaratan Allah’tır. Ama O, meyveye ağacı, kuzuya da koyunu sebep yapmıştır. İnsanın meydana gelmesine de sebep, anne ve babasıdır. Ama insanı yaratan Allah’tır.

Atomdan galaksilere kadar bütün varlıkları yaratan ve idare eden Allah’tır. Bu yaratılışta bir takım sebepler vardır. Bilim bu sebep ve sonuçlar üzerinde fikir yürütür, nasıl olduğunu açıklamaya çalışır. Bir takım prensipleri ileriye sürer, iddia eder. Bunda isabet de edebilir; bir takım sebepleri açıklamakta yanlış da yapabilir. Biz her şeyi yapıp yaratanın Allah olduğunu bildikten sonra bu düşünce ve bilgileri öğrenmek bizim inancımıza zarar vermez.