TR EN

Dil Seçin

Ara

“Diğer Kutsal Kitaplar Tahrif Edildiği Halde Kur’an Niçin Korundu? Diğer Kitaplar Neden Korunmadı?”

“Diğer Kutsal Kitaplar Tahrif Edildiği Halde Kur’an Niçin Korundu? Diğer Kitaplar Neden Korunmadı?”

Bu sorular bana iletilince, daha önce bir papazla yaşadığım olayı hatırladım. Önce tahrif konusuyla ilgili cevap olacak o olayı aktarayım, gelecek sayımızda da ikinci bir yazıyla konuya net bir cevap vermiş olalım. O olay şöyle oldu: İstanbul’da görev yaptığım sıralarda, yakın dostlarım bir papazdan bahsettiler ve onunla görüşmemi istediler...

Bu sorular bana iletilince, daha önce bir papazla yaşadığım olayı hatırladım. Önce tahrif konusuyla ilgili cevap olacak o olayı aktarayım, gelecek sayımızda da ikinci bir yazıyla konuya net bir cevap vermiş olalım. O olay—özet halinde—şöyle oldu:

İstanbul’da görev yaptığım sıralarda, yakın dostlarım bir papazdan bahsettiler ve onunla görüşmemi istediler.

Papaz, sorduğu sorularla pek çok hocayı her ne kadar ikna edemese de ilzam ettiğini ve girdiği münazaralarda galip çıktığını iddia ediyordu. Kendisine telefon ederek randevu talebinde bulundum ve bizim teklif ettiğimiz yere gelmekten çekinirse, evine gelebileceğimizi söyledim. Bizi evinde misafir etmeyi kabul etti.

Evine vardığımızda, kendinden oldukça emin görünen papaz efendi, vakit geçirmeden söze bir misal vererek başladı:

“Efendim, büyük bir saray düşünün. İçinde türlü türlü hazineler, kıymettar eşyalar, mücevher sandıkları bulunmakta. Sarayın dışındaki iki üç kişiden biri, diğerlerine: “Ben bu saraya girerim ve istediğim şeyi çalarak size getiririm” der.

Diğerleri ise, sarayın kapı ağzında duran hâkimini, sahibini göstererek, bu işi yapamayacağını söylerler. Sonra o adam gider ve sarayın içinden içi altın, elmas ve daha pek çok mücevher dolu irice bir sandığı alarak yanlarına gelir. Diğerleri bu işe çok şaşırırlar. Adam bununla da yetinmez, saray hâkiminin gözünün içine baka baka yine saraya girer ve diğerinden küçük başka bir sandığı daha kapıp arkadaşlarının yanına gelir. Onun içinde de pırlantalar, altınlar, elmaslar ve nice nice mücevherler vardır. Bu da yetmez, cüretkâr hırsız tekrar saraya doğru koşar ve içeride bulunan tahta bir rahleyi kucaklayıp çıkmak ister. Ama bu sefer saray hâkimi onu yakalar ve rahleyi çalmasına izin vermez...”

Tam bu sırada papazın sözünü keserek: “Büyük bir yanlış yapıyorsunuz, tashih etmek zorundayım!” dedim. Çünkü onun, “büyükçe bir sandık” ifadesiyle ‘Tevrat’ı, ondan az küçük ikinci mücevher sandığı ifadesiyle ‘İncil’i kastettiğini anlamıştım. Saray hâkimi Allah (cc); o hırsız ise güya şeytandı ve onun o sandıkları çalmasıyla, Tevrat’ın ve İncil’in tahrif edilmesine işaret ediyordu. Anladığınız gibi, ‘tahta rahle’ de aklı sıra “Kur’an-ı Kerîm”di. Bu misalle bizlere diyecekti ki: “İncil ve Tevrat gibi kıymettar antikaların ve mühim hazinelerin çalınmasına göz yuman Allah, niye o tahta rahle hükmündeki Kur’an’ı korumuştu?

Kendisine: Bakınız dedim. içi türlü türlü mücevherlerle dolu hazine sandığı benzetmesi, asıl Kur’an’a yakışır.

İkincisi: Dünya imtihan meydanıdır. Allah, şeytanın ve ona uyan insanların kendisini düpedüz inkâr etmesine, kendilerini yaratan Rabbe apaçık düşman kesilmelerine bile izin vermiştir. Bu imtihanın gereğidir. Nerede kaldı ki, Tevrat ve İncil’in tahrif edilmesine müdahalesi olsun. Bu bir hırsızlama işi değil, bir imtihan gereğidir. Ve geçmişteki topluluklar bu imtihanı kaybetmişlerdir.

Üçüncüsü: Tevrat ve İncil tahrif edildi de, Allah ondan sonra insanlara Kur’an’ı gönderdi” diye bir iddiada bulunmak, büyük bir hatadır. Farz-ı muhal Tevrat ve İncil ilk vahiy edildikleri günkü gibi bugün de korunmuş olsalardı, Kur’an yine vahiy edilecekti ve sizler de bizler de ona inanmaya ve itaat etmeye mecbur olacaktık.

Papaz, sözlerimi kesmeden dinliyordu. Devam ettim:

Bu gün okullarda, her sınıf ve yaş seviyesine göre bir müfredat programı uygulandığını biliyorsunuz. Beşeriyet için de aynı şey geçerlidir. Allah insanlara ilk önce suhuf (sayfalar) gönderdi. Çünkü “İlk dersler iptidaî (basit) olur.” Bir ilkokul öğrencisiyle, üniversite öğrencisinin gördüğü matematik dersi aynı olmaz. Sonra Tevrat, Hz. Musa (as) aracılığıyla insanlara indirildi. Tevrat’ta, o gün için yerleşik bir hayata ancak geçebilmiş ve yeni yeni şehirler kurmuş insanlık için idarî kanunlar ve sosyal hayatın nizamı için gerekli olan anayasalar vardı. Ama insanlığın sevgiye, şefkate ve muhabbete de ihtiyacı olduğundan, Allah bir süre sonra insanların bu tarafını tatmin edecek ölçü, emir ve hakikatlerle dolu İncil’i gönderdi. Bakınız bütün bunlar hep bir sıra iledir. Sınıflar ilerledikçe, dersler daha da inceleşir ve müfredat çok daha geniş ve kapsamlı bir hâle getirilir. Kur’an ise, Tevrat’taki idarî ve hukukî kanunlar ile İncil’deki ruh ve kalbe hitap eden hakikatlerin hepsini ihtiva eden özelliğiyle insanlığın son kitabıdır.

Papaz, bu noktada sözlerimi keserek beni tebrik etti ve söylemiş olduğum ifadelerin başka konuştuğu insanlar tarafından o âna kadar dile getirilmemiş olduğunu belirtti, ikide bir: “Demek Kur’an’da Tevrat ve İncil de—birer semavî kitap olarak—vardır, öyle mi?” diyerek hislerini dile getiriyor ve anlattıklarımı dikkatle dinliyordu.

Devam ettim:

Evet, Kur’an son kitaptır ve vahyedildiği çağdan itibaren kıyamete kadar gelecek bütün insanlığın ihtiyaç duyduğu ve duyacağı her şey içinde vardır. Hz. Muhammed (asm) ise son peygamberdir. Ve Asr-ı Saadetten bu güne ve yine kıyamete kadar beşeriyetin ihtiyaçlarını karşılayacak yegâne liderdir. Zira siz de takdir edersiniz ki, vahyin de bir sonu olacaktır. Bir ‘Son Kitap’ ve bir ‘Son Peygamber’ mutlaka olmalıdır. Çünkü kâinatın da bir sonu vardır.

Size son olarak şunu söylemek istiyorum. Hz. Ali (ra), Allah’ı inkâr eden müşriklere, müneccimlere cevap olarak demiş ki: “Eğer ben inancımda yanlış isem, kaybedeceğim hiçbir şeyim yok. Ama  eğer siz hata ediyorsanız vay hâlinize!” 

Ben de size derim ki:

“Biz Müslümanlar, Hz. Musa’yı (as) ve Tevrat’ı, Hz. İsa’yı (as) ve İncil’i kabul ediyoruz. Dahası onları kabul etmeyeni Müslüman bile saymıyoruz. Kur’an’a ve Hz. Muhammed’e tâbi olmuşuz, Son Kitap ve Son Peygamber olarak iman etmişiz. Bizler, farz-ı muhal olarak Onun peygamberliğinde hata etmiş olsak, Hz. Musa’yı ve Hz. İsa’yı kabul ettiğimiz için aynı ortak paydaya sahip olup hiçbir şey kaybetmeyiz. Ama siz, Hz. Muhammed’in son Peygamber olduğunu kabul etmemekle ebedî bir felâkete düşeceksiniz. Bu yüzden Kur’an’ın ve Hz. Muhammed’in (asm) büyüklüğünü, araştırmak ve incelemek zorundasınız.”

Papaz tekrar görüşmek istediğini defaatle belirtmesine rağmen, ne yazık ki, onunla bir daha görüşemedik. Kendisine ve cemaatine ebedî saadeti kazandıracak hakikatleri bulmuş olmasını temenni ediyorum.