TR EN

Dil Seçin

Ara

Bir Yol Bulunabilir

Bir Yol Bulunabilir

“ölüm eskidir, ölen yenidir.”

 

Haftalık pazar alışverişinden dönüyorlardı, ellerinde poşetler, bilirsiniz, domates, soğan, biber…

Pazarla ev arası eldeki yüklerle yürünemeyecek kadar uzundu. Çocuk dolmuşlara yöneldi, kadın onu kolundan çekiştirerek “Hadi gel taksiye binelim birkaç lira fazla oluyor zaten.” diye yolu değiştirdi. “Yol değişirse, yaşananlar da değişir.” sözünü o an kimse düşünmedi, bu düşünülecek bir şey de değildi zaten, insanlar günlük olaylarda farklı seçimler yaparken acaba ne yaşayacağım diye düşünmezler pek. Taksiye el ettiler o da durdu. Şoför hemen inip kadın ve çocuğun ellerindeki poşetleri bagaja yerleştirdi.

Kadın “Elmasevler Mahallesi’ne gideceğiz.” dedi.

Taksici “Orayı unuttum.” diye cevap verdi.

Kadın bir an şaşırdı, sonra, olabilir diye düşündü, insanlar unutur, taksiciler de unutabilir, başka şekilde anlatmayı denedi evinin yolunu.

“Hani, Şahin Mahallesinin alt tarafında kalıyor, orayı kesinlikle bilirsiniz.” dedi. “Bilmelisiniz, bilmek zorundasınız, taksi şoförüsünüz siz, neden o zaman bu işi yapıyorsunuz ki.” demek istedi, elbette bunları söylemedi.

Taksici gülümseyerek, “Üzgünüm, orayı da unuttum, bildiğim her şeyi unuttum, siz tarif etseniz o şekilde gitsek?”

Kadın, taksiden inip inmemek konusunda tereddüt etti, adamın söyledikleri pek de normal değildi, daha evvel yolları unutan bir taksici görmemişti. İnmediler.

“Tamam” dedi kadın. “Düz devam edin, ben sizi yönlendiririm.”

Sonu aynı caddeye çıkan bir yol ayrımına geldiler.

“Sağdan mı soldan mı devam edeyim?” dedi taksici.

“Fark etmez, nereden istersen sonuçta ikisi de aynı caddeye çıkıyor.”

“Sonuca en kısa hangi yoldan varacaksam benim için en iyi yol orası. Aslında yol hayırlı olsun da, can baş bir yana, uzun yoldan da giderim. Birkaç saat evvel babamı toprağa verdim. Sonra işten aradılar. Taksiye çıkman gerek dediler. Tamam dedim. İtiraz edecek bir neden bulamadım. Kendi içimde ne kadar çok itiraz etmek istesem de. Yolcular bir bir durdurup bindiler oraya buraya gitmek istediklerini söylediler, söyledikleri bütün adresleri unuttuğumu fark ettim hepsi garipseyip indiler. Öyle öyle pazarın önüne kadar geldim. Siz bindiniz sonra. Siz garipsemediniz halimi. Unutkanlığımı yani. Allah razı olsun, bana yolları gösteriyorsunuz. Taksi şoförüyüm ben, evime ekmeğimi bu şekilde götürüyorum. Herkes arabamdan inerse ben eve ne götürebilirim ki? Babamı da götüremem artık. Eskiden iş çıkışı babamı da alır bize götürürdüm. Hanım Allah ne verdiyse kurardı sofrayı. Çoluk çocuk babam bizim becerikli hanımın yaptığı yemeklerden yerdik. Gülerdi babam, toprağın altında da gülüyor mudur bilmiyorum. Unutuyorum gülmek nasıl bir şeydi?”

Ağlamaklıydı.

Kadın afalladı, ne diyeceğini bilemedi, ne denirdi ki böyle bir durumda? Arkaya çocuğuna doğru baktı, o da şaşkındı. Konuyu değiştirmek istedi çözüm olarak.

“Çiçekler sanki biraz erkenci, Mart gelmedi daha ama açtılar, şikâyetçi olduğumdan değil, çok güzeller zaten, insanın baktıkça bakası geliyor.” dedi.

“Öyle, renkleri çok hoşuma gidiyor benim de, annem de çok severdi. Ben çocukken okuldan çıkardım, tabii sen bilmezsin ufaklık, biz çocukken yok dersaneymiş yok üniversite sınavıymış öyle şeyler yoktu bir defterimiz vardı bütün ödevleri ona yapardık, okuldan çıkardık yakamızın düğmesini çözerdik koşarken eve, hele de baharsa böyle çiçekler açmışsa, bir demet toplardım dal yaprak ne varsa, annem için. O çok severdi. Anneme uzatırdım demeti; görseniz, çiçek demetinden daha güzel bir gülümseme. Hemen cam vazoya koyardı, öyle birkaç gün kokardı evin içi; mis. Şimdi tabii annem yok, o ev yok ve haliyle cam vazomuz da. Ama olsun Allah da sokakları mis kokutuyor görünmez vazolardaki bahar çiçekleriyle.”

Yüzüne ışıltı geldi, bunları anlatırken. Vitesi değiştirdi.

Kadın adamın haline üzülmüştü, belli ki ölümle tanışmıştı belki de bu ilk tanışması bile değildi, biraz teselli cümleleri kurdu, belki iyi gelir diye.

“Unutmak,” dedi kadın, “unutmak, Allah’ın insanlar üzerindeki büyük nimeti. Ya unutmasaydık, her kötü anımızı hatırlasaydık, ama unutuyoruz ve böylece devam ediyoruz yaşamaya; tutunmaya hayatımızın geri kalanına, lafa daldık, şuradan sağa dönünce sarı apartmanın önünde durun lütfen.”

Kadın düşüncelerinden bir an sıyrılıp cüzdanından yüz Türk Lirası uzattı taksiciye, “Kusura bakmayın, bozuğum yok.” dedi.

Taksici parayı görünce “Lâ ilâhe illallah!” dedi.

Kadın “Bozuğunuz yok mu?” diye sordu endişeyle.

“Onu da unuttum, ceplerime bakmam gerek.”

Kadın bu defa şaşırmadı. Bekledi sadece.

Bozuk parası vardı taksicinin, paranın üstünü iade etti ve yolculuk bitti.

Kadın ve çocuk poşetleriyle apartmanın kapısına doğru ilerlediler. Anahtarı çantanın içinde bulmaya çalışırken, taksideki konuşmaların zihninde dönüp durduğunu fark etti. Dönüyor, dönüyordu düşünceler. Sonsuz bir girdap gibi. Düşünmenin ötesine geçemedi kadın. Girdabın dışına çıkmanın tek yolunun çantasındaki anahtarı bulmak olduğunu fark etti. Çantayı sağa sola salladı. Sesi takip etti… Kapıyı açtı.

Bir kapı kolay açılmıyordu ve anahtarı bulmak için bazı yollardan geçmeliydi. Bir yol bulunabilirdi.

Tüm unutmalarımıza rağmen; bir yol…

İçeri girdi. Elinde poşetlerin ağırlığıyla merdivenlere yöneldi. “Yok, yok,” dedi içi sıra, “unutmalarımız sayesinde bulunuyor yol.” Çocuğun adeta sürükleyerek taşımaya çalıştığı poşetleri de asansör kapısının dibine koydu.

“Unutmasa insan kendini bağışlayamaz, kendini kınayan insanın ayakları hep günaha takılır.” Asansör zemin kata indi. “Ne güzel Rabbimiz var; kendi kınamamızdan da koruyor bizi. Örtüyor üzerimizi. Bizden bile örtüyor.”

“Yâ Settâr” dedi, derin bir nefes aldı; asansörün aynasında kendi yüzüne bakakaldı.