TR EN

Dil Seçin

Ara

Kapitalizm, Tek Yol Değil!

Son küresel ekonomik krizden hareketle birçok yorumlar yapılıyor, okuyoruz. Bazıları kapitalizmin tükendiğini, sonunun yakın olduğunu iddia ediyorlar, bazıları da böyle krizlerle beraber, kapitalist sistemin devam edip gideceğini ileri sürüyorlar. Peki, acaba Bediüzzaman bu konuda ne diyor?

Külliyata bakınca, konuyla ilgili en net işaretleri “Sünuhat” eserinin “Rüyada Bir Hitabe” kısmında buluyoruz.

Bediüzzaman, oradaki tespitlerine, devletler, milletler arası savaşların yerini, artık sınıflar arası mücadelenin almakta olduğunu belirterek başlıyor. Ardından da bu zamanda hükmeden iki büyük akıma değiniyor. “Kapitalizm” kelimesi geçmese de, açıkça anlaşılıyor ki, ilk ana cereyan olarak andığı, kapitalist sistemdir. Ve bu sistemi yerden yere vuruyor Bediüzzaman. O yolun İslam prensiplerine açıkça ters düştüğünü söylüyor.

Gerçekten de biraz düşününce net biçimde fark ediyoruz bunu. İslam medeniyetinin temelleri, iktisat, kanaat, dünyayı geçici bir misafirhane olarak görmek, nefsanî hazlardan olabildiğince kaçınmak, doğruluk, fedakârlık, alçakgönüllülük ve diğergamlık temelleri üzerine kurulmuş. Oysa kapitalist sistem, bencillik, lüks, israf, gösteriş, daha çok tüketme, her türlü lezzeti tatmaya çalışma, abartılı ve yalan propaganda, başarı için gerekirse herkesi ezme gibi prensipler etrafında dönüyor. Taban tabana zıtlar.

Ve Bediüzzaman’ın bu sistemin geleceğiyle ilgili tespiti: “Hâlbuki o cereyan hem zalimce, hem İslam âleminin yapısına ters, hem müminlerin büyük çoğunluğunun çıkarlarına aykırı, hem ömrü kısa, parçalanmaya adaydır.” Hemen bir sonraki cümlede de o cereyanın, “insanlığın uyanmasıyla çökmeye mahkûm” olduğunu belirtiyor.

Görüldüğü gibi, hitabenin daha başlarında yer alan bu ifadelerde Bediüzzaman, kapitalist sistemin uzun ömürlü olmayacağını ve insanlığın uyanışı ile de çökeceğini açıkça vurguluyor.

Ve Bediüzzaman devamında İslamiyet’in bu cereyana neden zıt olduğunu ayrıntılı biçimde aktardıktan sonra diyor: “Demek biz, birinci dünya savaşındaki yenilgiyle, ikinci cereyana takıldık ki, mazlumların ve halk çoğunluğunun cereyanıdır.” Sonra da bu “ikinci cereyan” ile ilgili açıklama ve uyarılar yapıyor. Ama birinci cereyanın adını açıkça anmadığı gibi, bu “ikinci cereyan”ın da adını vermiyor elimizdeki Sünuhat’ta. Yine de tarifler açık: Halk çoğunluğunu gözeten, kapitalizme taban tabana zıt, daha çok da doğuda benimsenen bir akım. Bu akımın açık adını ise, “Eski Said” dönemi eserlerinin orijinal halleri ile yer aldığı “Asar-ı Bediiye” eserinde okuyoruz: “Sosyalistlik.”

Mesela Lemeat eserinin orijinal şeklinde yer alan bir bölümü sadeleştirerek aktaralım:

“İnsanlığın şu depremi, İslam’daki düşüşü sona erdirecek. Ona hürriyet verecek. Batıyı batıracak, doğuyu parlatacak.

Bir zaman biri dedi: ‘Kâfirlerin medeniyeti İslam’a bela oldu. Şimdi de sosyalistlik çıktı, dünyayı karıştırdı. Hele o akımda aşırı gidenler, çok dehşetliler.’

Ben demiştim: ‘Hiç korkma. Sosyalistliğin amacı avam medeniyetidir. Sosyalist prensipler İslamî temelleri bozmuyor. Avrupalılar düşünsün.’

Üst tabakaya has olan şimdiki günahkâr medeniyet, İslamî temelleri bozmaya çalışırdı. Bize pek pahalı düştü, dinimizden büyük rüşvet aldı. Zira maddecilik ve Hıristiyan engizisyonu mayasıyla yoğrulmuş olan günümüz medeniyeti, aldatıcı, gösterişli, çekici, insanın hevesini tahrik eden bir tarzdır. İnsanlara gösterişli bir hayat sunuyor. Karşılığında ise dinden ve namustan, hem de bir-iki kat fazlasıyla rüşvet alıyor.

Ama sosyalistlik basit ve sade bir hayat sunar. Onun karşılığında da kimse dinden, namustan büyük bir hisse vermek zorunda kalmaz.

Şöyle ki: Her insanın gıdaya ihtiyacı olduğu gibi, zevke de ihtiyacı vardır. Eğer zevk hissi, nefis yolunda, basit, maddi, aşağı zevklerle tatmin olmazsa, insan zevkini ruh ve maneviyat yönünde arar.

Mesela diyelim ki, iki kişi seni iki ayrı yemeğe davet ediyor. Birincisi pek gösterişli, çekici, eğlenceli bir ziyafet. Öbürü ise fakirce, sade, basit bir çorbadan ibaret. Namaz vakti de gelmiş. O gösterişli davet için, cemaati, sünneti, belki namazı bile terk edip gidersin. Diğer zevksiz davet içinse, ruhun zevki olan namazı, hatta sünneti bile terk etmezsin. İşte birinci ziyafet şimdiki medeniyete, ikinci ziyafetse avam medeniyeti olan sosyalistliğe işarettir.

(...) Bu yeni fikir, hem tehlikeli, hem faydalıdır. Halk çoğunluğuna yöneliktir. Muhatabı avam tabakasıdır. Ancak halk çoğunluğuna yönelik bir fikir, eğer bir yerden kutsiyet almazsa, çabuk söner ve ölür. İşte o yeni prensiplere bir kutsiyet temeli verebilecek iki büyük din var. İslam ve Hıristiyanlık.

Oysa şu yeni, keskin fikir, gözünü açtığında başında düşman olarak Hıristiyan dinini bulmuş. Öyle ise o fikir onunla barışamaz. Ve elbette o fikir, devam etmek isteyecektir. Yaşaması ise halkın kalbinde yer tutmasına bağlıdır. Bu da ancak kutsiyet kazanmakla olur. O kutsiyeti vermek için de, sosyal yönleri de olan bir din, halkı düşünen, merhametli bir şeriat lazımdır.

Demek ki (sosyalistlik) ister istemez İslâmiyet’e teslim olacak ya da ölecektir.”

Burada “Yani Bediüzzaman sosyalist miydi?” diye sorulabilir, kaçınılmaz olarak. Onu “Müslüman” dışında hiçbir tarifin içine sokmak doğru olmaz. Ancak kapitalizm-sosyalizm ikilisinden sosyalizmi açıkça tercih ettiği, hatta sosyalizmin İslami bir kimliğe büründürülmesi gerektiği yönündeki fikirleri de ortada. Yine de unutmamak gerek ki, Bediüzzaman’ın övdüğü sosyalizm, Alman tipi sosyalizmdir. Daha yumuşak bir ifade kullanırsak, “sosyal devlet” kavramıdır. Sosyalizmin aşırı biçimi olan ve dinsizliğin elinde bir silaha dönüşen komünizm değil. Kavramları karıştırmayalım.

Nitekim bu kavram kargaşasına vaktiyle bir savcı da düşmüş ve Bediüzzaman’ın “Eski Said” dönemi eserlerini kaynak gösterip, (komik ama) onu komünist propagandası yapmakla suçlamış. Buna dair basılmamış bir mektupta gerekli izahatları yapıyor Bediüzzaman ve son cümle olarak şunu diyor:

“Şimdi hasta olduğum için savcı ifademi almaya yanıma geldi ve dedi: ‘Urfa’daki ehl-i vukuf, Hutbe-yi Şâmiye’nin sonlarındaki vecizelerden, “Sosyalistlik, batı medeniyetine tercih edilir.” şeklindeki söze, “Komünistlik lehinde bir propaganda yapıyor.” demişler.’

Ben de dedim: ‘Komünistlik ayrı, sosyalistlik ayrıdır. Sosyalist Alman nerede, komünist Rus nerede?’ “

Kavramları böylece açtıktan sonra, günümüz kapitalist sistemine kısaca bir daha bakalım. Zira uzun zamandır, vaktiyle komünizme karşı mücadele ediyor diye desteklediğimiz ABD’nin yanında yer almaya alıştığımızdan, kapitalist sistemin eksiklerini görmek yerine, onu savunmak şeklinde bir duruş gösteriyoruz maalesef. Oysa az dikkatle, mesela ABD’deki sistemi incelediğimizde şunları görüyoruz:

Bugünkü Amerikan ekonomisi, ürettiğinden çok fazlasını tüketen bir ekonomi. Aradaki farkı dünyanın dört bir yanındaki kaynakları baskı ve hile ile sömürerek kapatıyorlar. Nakit ihtiyaçlarını da petrol zengini Arap şeyhlerinin paraları ile karşılıyorlar. IMF manevraları, faizci bankacılık sistemi, hayali krediler ve borsa oyunları üzerinde duran bir “kâğıttan kule” kurmuşlar. Ve kredi sistemindeki mutluluk çarkının kaçınılmaz biçimde arıza yapması ile, bu yapı ciddi biçimde sallanmaya başladı. Eğer sistemi idare eden, tepedeki birkaç vurguncunun istediği destek, halkın cebinden çekilip onlara verilmezse, bu kâğıttan kule o kadar hızlı yıkılır ki, biz bile şaşarız. Hatta sadece ABD değil, tüm dünyada kapitalist sistem çökebilir kısa sürede.

Burada bir ekonomist dostumun tespitini aktarmak isterim: Şu an ABD ve İngiliz bankacılık sistemi ile oluşturulan ekonomi için “bir balon gibi” diyor. Gerçekte o piyasada var olan para, 2 trilyon dolar imiş. Ve bu 2 trilyon dolar ile, sanal olarak 600 trilyon dolarlık bir ekonomi çarkı dönüyormuş. Böylesine temelsiz, sahte, balonlaşmış bir yapıyı, daha ne kadar ayakta tutabilirler ki?

“Ve bu tespit de, ABD sarsılırken doların nasıl olup da değer kazandığını açıklıyor.” diyor dostum. Çünkü elimizdeki dolar hayali değil, gerçek.

Burada en çok yanılma sebebi olan bir nokta da, Bediüzzaman’ın insanlık tarihini beş devire ayırdığı tahlildir. Şöyle bir süreç çiziyor Bediüzzaman insanlığın gelişimi için:

1- Bedevilik ve vahşet devri

2- Kölelik devri

3- Esirlik devri

4- Ücretlilik devri

5- Malikiyet ve serbestlik devri.

Zamanımıza denk düşen “ücretlilik devri” için yaptığı tahlili, yine sadeleştirerek alıyoruz:

“Sonra Fransız ihtilali gibi çok devrimlerle, esirlik devri de ücretlilik devrine dönüşmüş. Yani, zengin üst tabaka, fakir halkı, biraz para vererek kendi işinde çalıştırması, yani sermaye sahiplerinin emekçileri, küçük bir ücret karşılığı kullanmalarıdır. Bu devirde çarpıklıklar o dereceye vardı ki, bir sermaye sahibi, kendisi yerinde otururken, bankalar (faiz, borsa vs.) aracılığı ile, bir günde bir milyon kazandığı halde, bir zavallı işçi, sabahtan akşama kadar yeraltında, madende çalışıp, ancak yaşayacak kadar, on kuruşluk bir ücret alıyor. Şu hal, müthiş bir kin, bir nefret verdi ki, halk tabakası zenginlere karşı isyan etti.”

Bu 4. devirden sonra da, son dönem olarak “Malikiyet ve serbestlik devri” yaşanacağını ifade ediyor Bediüzzaman, ama açıklama yapmıyor. İşte bazıları, buradaki serbestlik dönemini, kapitalist sistemin serbest piyasa ekonomisi ile karıştırıyorlar. Oysa açıkça görülüyor ki, şimdiki kapitalizm, Bediüzzaman’ın 4. devir olarak tarif ettiği “ücretlilik devri”dir. Gelecek olan 5. devir, ondan çok farklı bir tarzda olacaktır.

Benim tahminim şudur ki: Önümüzdeki dönemde, üretim araçlarının, teknolojik gelişmeye paralel olarak yaygınlaşması, ucuzlaması sayesinde, hemen herkes kendi işinin sahibi olacak. Ve devlet de, tekelleşmeye, vahşi kapitalizme, güçlünün zayıfı yok ettiği bugünkü sisteme engel olmak üzere devreye girecek. Böylece herkesin kendi işinde çalıştığı, küçük ve orta ölçekli işletmelerin söz sahibi olduğu bir devir yaşanacak. Yani devlet bu sistemde, komünizm gibi despotça ve tek işveren olarak değil, ama adaletli bir hakem olarak, ağırlıklı bir şekilde yine var olacak.

Konuyu, gerçek uzmanlarına bırakarak susuyorum.