TR EN

Dil Seçin

Ara

Tek-tipleşmede Son Adım

Amerika’da bulunduğum sıralarda, bir yerel gazetede, ilginç bir yazı okumuştum.

‘Süpermarket kültürü’nün tek-tipleştirici etkilerinden söz eden yazar, Şükran Gününün vazgeçilmez menüsü olarak Amerikan hayatının sembollerinden biri haline gelmiş ‘hindi’yi örnek olarak veriyordu.

Yazarın belirttiğine göre, yüz yıl önce, Amerikan çiftliklerinde 20’nin üzerinde hindi türü vardı. Bugün ise bu sayı dörde inmiş durumdaydı ve bu gidişatla hindi denilince yalnız ‘beyaz hindi’ kalacak gibi gözüküyordu. Zira, beyaz hindinin yetiştirilmesi daha kolaydı ve daha çabuk büyüyordu.

Yazar, ‘en kısa zamanda en fazla kâr’ı hedefleyen kapitalist anlayışın, süpermarketler ve restoranlar zinciri üzerinden farklı damak tadlarını yok edişinin bir örneği olarak görüyordu ‘hindi’yi.

Her bir hindi türü farklı bir lezzeti insana sunarken, ‘en kısa zamanda en fazla kâr’ hedefi üzerinden gerçekleşen, lezzetin tek-tipleşmesiydi.

Söz konusu yazarın hindi örneğinde ortaya koyduğu bu olgu, başka şeylere de teşmil edilebilir.

Dahası, sadece Amerika’ya has olmaktan çıkarılıp, bütün dünyaya da teşmil edilebilir.

Öyle değil midir?

Bugün, ‘damak zevki’ni McDonalds veya Burger King gibi hamburger devi firmaların belirlediği çocuklar sadece Amerikan çocukları mıdır?

Bu, bizim ülkemizin çocuklarının ve dünyanın hemen her yerindeki çocukların da gerçeği değil midir?

Keza, ‘blucin’ ve ‘tşört’ dünyanın her yerindeki insanların, özellikle de gençlerin, üstelik kız-erkek diye ayırmadan ‘resmi kıyafet’i, ‘üniforma’sı haline gelmemiş midir?

Bu şekilde bakıldığında, reklam denilen teşhir ve teshir metodunun eşliğinde, bir tek-tipleşmenin, gönüllü bir köleliğin her tarafa yayıldığı; dünyanın giderek ‘küresel bir köy’ olmaktan öte, ‘küresel bir süpermarket’e döndüğü kolaylıkla anlaşılır.

Dünyanın her yerinde acıkan insanların uğrak yeri, susayan insanların ‘su’ yerine elini uzattığı siyah renkli şekerli su, giyinmek için tercih ettiği kıyafet.. derken herşey tek-tipleşmekte; ama insanlar, bütün bunları ‘kendi özgür iradeleri’ ile seçtiklerini düşünmektedir.

Durum, işte bunun için ‘gönüllü kölelik’tir.

Gerçekte kontrol edilen, yönetilen, yönlendirilen dimağlar, duygular, damak tadları sözkonusudur. Ama bu kontrol dışarıdan ve kaba surette değil, iç dünyamızın kodlarıyla oynayarak gerçekleştiği için, asla farkedilememektedir.

Açıkçası, hemen her alanda bir ‘tek-tipleşme’, bir ‘süpermarket kültürü’ istilası ile yüzyüzeyiz.

Ülkelere özgü, bölgelere özgü, şehirlere özgü, ailelere özgü, kişilere özgü farklılık ve çeşitlilikler ‘kârı azamiye çıkarma’ya endeksli bir kapitalist açgözlülüğe kurban ediliyor.

Gidiş öyle ki, bugünün biz büyükleri çocukluk günleri deyince anneannemize özel tarhana çorbası, teyzemize has kurabiye, annemize mahsus börek tadı ve kokusunu hatırlar iken; bugünün ve yarının çocukları, birkaç çeşide indirgenmiş ve her yere yayılmış, aynı koku ve lezzetteki hazır çorbaların, hazır kurabiyelerin, hazır pizza ve böreklerin doldurduğu hafızalarında tek-tipleşmiş çocuklar saklayacaklar.

İşin damak tadına, gıdaya, giyime bakan bu veçhesinden daha vahimi ise, giderek düşüncede de bir tek-tipleşmenin hükümferma olmaya başlaması...

Amerikan diyarına gidenler, ‘süpermarket kültürü’nün, gıda ve giyimle sınırlı olmayıp, kitaba ve dergiye dahi sirayet ettiğini, o ülkedeki devasa kitap marketlerinden görüp anlayabilirler.

Bir yanda müthiş bir çeşitlilik gibi görünen bu tablonun gerisinde, belli okuyucu tipleri tasarlanarak hazırlanmış, sonuç itibariyle fazla şey söylemeyen ama insanlarla ilgili konuda artık çok şey öğrendiği duygusunu uyandıran ‘proje kitap’lar olgusu vardır.

Mesela, Batıda İslâm hakkında ‘çok şey bildiği’ni sananların, zira bu konuda ‘çok kitap okumuş’ olanların dahi sırf görsel medya ve gazetelerden beslenen kişilerin kafasına yerleşmiş klişelerden çok farklı bir bilgi ve düşünce birikimi sergileyememesi, İslâm hakkında yazılmış ‘piyasa’ kitapların gizli tek-tipliği ile ilgilidir.

Sadece bu konuda değil, başka konularda da hâkim tablo, çok az sayıda insanın farkedebildiği kitaplara karşılık, herkese ulaşan sığ ve tekdüze ‘süpermarket kitapları’dır.

Batıdaki herşeyin, ardında taşıdıkları irdelenmeden ‘medeniyet’ adına taşındığı, bu arada giderek dünya devi ‘marketler zinciri’nin yeni rekabet ve hakimiyet alanı haline dönüşmüş ülkemizde, Batıdan son olarak ithal edilen bir şey de, Batının ‘piyasa kitapları’ geleneği oldu.

Bu trend rağbet görürse, korkarım zahirde çok şey söyler gözükürken, gerçekte çok az şey söyleyen sığ, yüzeysel, derinlikten mahrum ‘proje kitaplar’ ortalığı dolduracak.

Ve bu süreç içinde olan, damaklarımıza değil, çok daha vahimi, dimağlarımıza olacak.