TR EN

Dil Seçin

Ara

Kadın-Erkek Farklılığı

Kadın-Erkek Farklılığı

Cinsler arasındaki fiziksel farklar, öteden beri tıp bilimi tarafından incelenmiş ve bu konuda yığınla eser yazılmıştır. Hatta bazı tıp dalları doğrudan kadın-erkek farkına dayanır; ‘kadın hastalıkları ve doğum’ gibi. Ama ilginçtir ki, cinsler arasındaki anatomik ve fizyolojik farklar üzerine ciltlerle kitap yazılmışken, psikolojik farklara dair, bırakın kitabı, bilimsel bir makale bulmak bile çok zordur. Bunun en önemli sebebi, ‘kadın-erkek eşitliği’nin modern bilim çevrelerinde bir tabu olarak kabul edilmesidir. Ama herkes de bal gibi bilir ki, erkekler ve kadınlar arasında ruhsal olarak dağlar kadar farklar vardır. Ama ne hikmetse, bu farkları vurgulamak, stand-up şovlarında makbuldür de, bilimsel araştırmalarda yasak gibidir. İşte bu tabunun zıddına olarak, biz burada cinsler arasında var olan psikolojik farklara dair birkaç tespit yapacağız. 

 

FARKLILIK SEBEPLERİ

Öncelikle, bilinen bir gerçektir ki, insanın ‘ruhsal’ durumunu etkileyen en önemli faktörler, biyolojik yapı ve hormonlardır. Bu konuda ise merkezde cinsiyet hormonları yer alır. Erkeklerde testosteron, kadınlarda ise östrojen ve progesteron, temel cinsiyet hormonlarıdır. 

Bu hormonlarla ilgili en belirgin fark şudur: Baskın erkek cinsiyet hormonu bir tanedir ve hayli tekdüze biçimde salgılanır. Bunun sonucu ise, çok değişmeyen, sabit bir ruh halidir. Kadın cinsiyet hormonları ise hem birden fazladır, hem de sürekli değişen miktarlarda salgılanırlar. Biri inerken öbürü çıkar, ikisi birden çıkar, ikisi birden azalır vs. Sonuç, deniz gibi çalkantılı, her günü farklı olan bir duygu değişkenliğidir.

Bu yüzden erkekler, belli bir ruh halinde devam eden, kadınlar ise sürekli değişim gösteren bir yapıya sahiptirler. Yani kadında değişme ve uyum sağlama yeteneği vardır, erkekte ise değişmeme ve yolundan ayrılmama özelliği.

 

NE İSTERLER?

İşte buradan hareketle, iki cinsin temel ihtiyaçlarını kolayca anlayabiliriz: Erkekte düzen ve sağlamlık vardır, değişkenlik ve incelik eksiktir. Bunları başkasında arar. Kadında ise değişkenlik ve incelik vardır ama, düzen ve sağlamlık eksiktir. Bunları başkasında arar.

O yüzden erkekler sürekli yenilik ve macera peşinde koşarlar. Özde tekdüze oldukları için, dış faktörlerle hayatlarını renklendirmek isterler. Kadınlar ise sağlam bir figüre bağlanıp devamlılık ve dayanıklılık sağlamak isterler. Dağınıklıktan kurtulmak, çalkantılı ruh halini dengeye oturtmak için bir erkeğe dayanıp, onun sabit çizgisi etrafında tutarlı ve huzurlu bir yapı oluşturmayı arzu ederler.

Bir benzetme yapalım: Bilirsiniz, bir çadır için iki temel eleman lazımdır: Direk ve örtü. Çadır direği dümdüz bir odundur. Ne şekilde koyarsanız koyun, ister dikin, ister yatırın, dümdüz bir odundur. Çadır bezi ise her şekle girebilir. Bazen dürülmüş bir bohça, bazen geniş bir yaygı, bazen şekilsiz bir kumaş yığınıdır. Ne zaman ki direği yere diker, üstüne de bezi sererseniz, ikisi bir çadır oluşturur ve işe yarar hale gelirler. Direk, sap gibi ortada kalmaz, bez de işlevsel bir şekle girer ve dağınıklıktan kurtulur.

Bu örnekte direğin ve örtünün hangi cinsleri temsil ettiği gayet açık. Örneğin ayrıntılarını yorumlamayı ise size havale ediyorum.

 

KONUŞMA FARKI

İki cins arasında en bilinen farklardan birisi, konuşma potansiyelidir. Kadınlar günde ortalama 20 bin kelime ile konuşurlarken, erkeklerde bu rakam 7 bin civarındadır. Bunun bir sonucu olarak evliliklerde kadınların erkekleri suskun bulmaları, erkeklerin ise kadınların çok konuşmalarından şikayet etmeleri, yaygın bir durumdur. 

Bazıları buna çözüm olarak “erkekler biraz çok konuşsun, kadınlar da biraz az konuşsun, dengeyi bulsunlar” derler ama bu, uygulanması imkansız, hatta çocukça bir öneridir. Faraza ortalama bir rakam olarak 13 bin kelimede buluşmayı hedeflediniz diyelim. Bunun olabilmesi için erkeğin konuşmasını tam iki katına çıkarması, kadının ise üçte ikiye indirmesi gerekir. Böyle bir şeyin mümkün olabileceğini düşünen var mı? Hem yaratılıştan gelen farkları yerinde kullanmak yerine değiştirmeye çalışmak, mantıklı mı?

“Peki bu fark nasıl yerinde kullanılabilir?” derseniz, bu soru pratikte cevabını bulmaktadır zaten. Zira kadınlar konuşma yeteneklerinin önemli bir kısmını arkadaşları ile diyalog (çevreden haberdar olma) ve çocukları ile konuşma (evde iletişimi sağlama) amacıyla kullanırlar. Artan konuşma potansiyelini de eşlerine durum bilgisi aktarmak ve onun beklentilerini öğrenmek konusunda harcarlar. Gayet güzel bir denge kurulmuş olur. 

Zaten konuşma farkının sorun olduğu durumlar, çocuksuz veya toplumdan kopuk çiftlerdir genellikle. Bu durumların da pek önerilmeyeceği açık olduğuna göre, ‘normal’ bir ailede konuşma konusunda ciddi bir sorun çıkmayacağı bellidir.  

 

DÜŞÜNMEK VE KONUŞMAK

Konuşmaya dair önemli bir farkı da burada kaydedelim: “Erkek düşünerek konuşur, kadın ise konuşarak düşünür.” Yani erkek, okudukları ve tecrübeleri ışığında bir fikre varıp sonra da onu ifade eder. Kadın ise bir fikir oluşturmak, bir karara varmak için konuşur. İçindekileri açar, karşısındakinden yorum alır, o yorumu da yorumlar, yine karşıdan değerlendirme alır, böylece bir sonuca varır. 

O yüzden kadınlar konuştukça fikirlerini değiştirebilirler. Erkeklerin ise konuşma-tartışma ile fikir değiştirdikleri pek görülmez. Yani eğer bir kadının fikirlerini değiştirmek istiyorsanız, onunla konuşun. Sözleriniz mutlaka etki edecektir. Bir erkeğin fikrini değiştirmek istiyorsanız da, ona kitap hediye edin, tartışmaya girmeyin.

 

GÖREV DAĞILIMI

Değineceğim bir konu da “Ailede kimin sözü geçmeli?” sorusudur. Buna hızlı bir cevap için ‘perde-gazete’ örneği veririm. 

Bir çift düşünün. Evlerine yeni yerleşiyorlar. Halledilecek birçok konu var ama, en basit ikisini ele alalım. 

1: Evin perdeleri ne renk olacak? 

2: Eve hangi gazete alınacak?

Hepimiz de biliyoruz ki, erkek eve hangi gazetenin alınacağına karar vermek ister, kadın ise perdelerin rengine. Hatta diğer şıkla hiç ilgilenmezler bile. 

Gördüğünüz gibi Allah iki cinsin de ilgi alanlarını farklı yarattığı için, her birey kendi ilgi alanında karar verici olmak ister ve diğer sahadaki kararı eşine bırakır. Yani doğal bir iş bölümü vardır zaten. Ve görmüşsünüzdür, iyi işleyen bir evlilikte, çiftlerin ikisi de “eşlerini kendilerinin idare ettiğini” söylerler. Zira önemsedikleri ve karar sahibi olmak istedikleri konular tamamen farklıdır ve genellikle o konulara eşleri karışmaz bile.

 

İTAAT Mİ, SEVGİ Mİ?

Az önce “Ailede kimin sözü geçmeli?” sorusunu ele aldım ama, bu biraz erkek kafasıyla sorumuş bir soruydu, sonradan fark ettim. Ne demek istediğimi bir test önerisiyle açayım:

Çevrenizdeki erkek ve kadınlara sorun: “Hayatınızdaki kişilerin sizi sevmeleri mi daha önemli, sözünüzü dinlemeleri mi?” 

Bu soruya hemen tüm erkeklerden “Beni sevmezlerse sevmesinler, çok umurumda değil. Sözümü dinleyip itaat etsinler, yeter.” cevabını aldım. Hemen tüm bayanlar da “Sevsinler tabii. En önemlisi o.” dediler. 

Bu durumda erkeklere düşen, kadınlarına, onları sevdiklerini hissettirmek, kadınlara düşen de erkeklerinin isteklerini yerine getirmeye çalışmak oluyor. 

 

KOCAM BENİ ANLAMIYOR

Önceki konunun hatırlattığı bir klişeye de değinelim bu arada. 

Bayan hastalarımın çoğu “Kocam beni anlamıyor.” diye şikayet eder. 

Ben de bir karşı soru sorarım: “Peki siz kendinizi anlıyor musunuz?” 

Cevap hep aynıdır: “Hayır. Ben de ne düşündüğümü, ne istediğimi bilemiyorum.” 

Son sorum: “Peki siz bile kendinizi anlamazken, kocanızın sizi anlamasını nasıl bekliyorsunuz?” 

Benim tecrübelerimle vardığım nokta ise şudur ki, kadınların “anlaşılmak” gibi bir ihtiyaçları yoktur zaten. “Sevilmek ve desteklenmek” isterler sadece. Bu yoruma tüm bayan hastalarım katıldı bugüne dek. 

 

AYNEN-AMA

Konu konuyu açarken “fikirlere katılma veya itiraz etme” farkına geldik. Hızla özetlersek, kadınlar “evet” demeye programlıdırlar, erkekler “hayır” demeye. 

İsterseniz gözleyin. Bir sohbette karşısındaki kişinin söylediklerine, kadınların verdikleri cevap çoğu zaman “aynen” kelimesi ile başlar. Erkekler ise genellikle “ama” diye başlayıp tartışmaya kadar giderler. Yani kadınlar başkalarıyla uyumlu olmayı hedeflerken, erkekler çekişmeyi tercih ederler. 

Burada bir espriyi hatırladım. 

Şöyle bir söz vardır:

“Erkekler ikiye ayrılır...”

Sözün devamı da şudur:

“Ve maç yaparlar.”

Erkeğin sürekli açık rekabet ve mücadele istemesini bu kadar güzel tarif eden espri azdır.

Yeri gelmişken, geçenlerde başımdan geçen bir olayı da aktarayım: Annem, ben ve yeğenim oturuyorduk. 

Yeğenim bana sordu: “Dayı, sen hangi takımı tutuyorsun?”

“Hiçbirini.” dedim.

Anneme sordu: “Anneanne, sen hangi takımı tutuyorsun?”

Annemin cevabı: “Hepsini.”

Bu diyalog, erkeğin dışlayıcı, kadının kabullenici tavrına dair çok sevimli bir örnekti.

 

TEK EŞLİLİK-ÇOK EŞLİLİK

Geldik son ve en hassas konuya. Günümüz yaşam biçiminde tek eşlilik bir tabu olsa da, dinimizin çok eşliliğe izin veriyor olması, din-modernizm tartışmalarına sebep olabiliyor. O yüzden birkaç cümle söylemek şart.

Önce bir araştırmayı paylaşmak isterim. Bir dönem meme kanseri vakalarında erkeklik hormonu kullanımı hayli yaygındı. İngiltere’de bu tarz bir tedavinin yapıldığı bir klinikte ilginç bir durum gözlenmiş. Meme kanseri sebebiyle erkeklik hormonu kullanan kadınlar, doktorlarına sıklıkla şöyle şikayetler aktarmışlar: “Bende garip bir durum gelişti. Bayağı çapkın oldum. Sürekli başka erkeklere bakıyorum artık.” 

Erkek okurların bunu garip bulmayacaklarını tahmin ediyorum. Zira şurası açık ki, erkeklik hormonu kişiyi, eldekiyle yetinmek yerine yeni heyecanlara yönelten bir etkiye sahiptir. Kadınlık hormonları ise huzur ve devamlılık arayışı verirler. Dolayısıyla kadınların tek eşli, erkeklerin ise çok eşli olmaya yatkın oldukları açıktır. 

İsterseniz bir anket yapın. Soru şu: “Her gece başka biriyle beraber olmak ister misiniz?” Siz de tahmin edersiniz ki, erkeklerin çoğu gözleri parlayarak “Keşke. Nerdeee?” diyecektir. Kadınların ise tamamı “İğrenç! Ben ‘şey’ miyim?” diye tepki verecektir. Yani erkek için çok eşlilik, kadın içinse tek eşlilik temel bir yönelimdir. Bunu inkar etmenin anlamı yok. 

Modern tek eşli toplumda erkeğin çok eşlilik yöneliminin nasıl kontrol edileceği ise, ayrı ve uzun bir konudur. Oraya girmiyoruz. Ancak en azından bu doğal yönelimi bilmek, ikili ilişkilerde ortaya çıkan çoğu sorunun altta yatan ana sebebini fark ettirir ve tabii ki fayda verir. En azından abartılı suçlamaları ve gereksiz vicdan azaplarını önler. 

 

SONUÇ

Gördüğümüz gibi, iki cins çoğu konuda birbirine tamamen zıt, ama o sayede de birbirini tamamlar biçimde yaratılmıştır. Üstelik el, kol, göz, kulak, böbrek, yürek gibi temel yapı elemanları aynı olan iki insanı, birkaç hormon aracılığı ile böylesi zıt ama birbirini tamamlayan biçimlere getiren zatın sanatına hayran olmamak mümkün mü?

Ve cinsler arası farklılık konusunda hiç unutmamamız gereken ana tema şudur: Allah iki cinsi, birbirini tamamlasınlar diye, böyle farklı yaratmıştır. Ancak ve sadece, bu farklılığı kabul edip, doğru biçimde kullanmayı bilen kişiler, ‘büyük resmi’ görebilirler. Farklılıkları yok saymak veya eleştirmek, boşuna bir gayrettir. Marifet, bu iki zıt kutbu bir araya getirip, mükemmel bütüne ulaşmaktır. Zaten kadınların güzellik ve şefkat, erkeklerin de güç ve otorite özelliği bir araya gelmezse, insan Allah’ı bile hakkıyla tanıyamaz. O yüzden peygamberlerin hepsi erkektir ama, hemen hepsi evlenmiş ve eşleriyle birlikte mutlak gerçeği yaşamışlardır.

Not-1: Cinsler arası farklılığa dair, yazılacak daha çok şey var, biliyorum. Ama hepsini işleyelim desek, yazı bir kitap hacmine varır. O yüzden şimdilik bu kadarla yetiniyorum.

Not-2: Bu yazıyı esas olarak erkekler için yazdığımı da belirtmeliyim. Zira erkekler karmaşık ve dağınık görünen olayları genellemeler yardımıyla kavramayı severler. Bayanlar ise genellemelerden hiç hoşlanmazlar. “Herkes ayrı ve özeldir. Genellemeler anlamsız.” derler çoğunlukla. Tabii genellemeler olmasa, bilim diye bir şey olmayacağını vurgulamakla beraber, doğru bakış açısının hem genellemeleri, hem de özel durumları hesaba katan bir yaklaşım olacağı da açıktır.