TR EN

Dil Seçin

Ara

Deprem Ne Zaman Olacak?

Deprem ne zaman olacak? Yılı, ayı, günü belli mi, bilen var mı? Bilen yok ve bu zamana kadar da, “Ben biliyorum.” diyen çıkmadı...

Deprem ne zaman olacak?

Yılı, ayı, günü belli mi, bilen var mı?

Bilen yok ve bu zamana kadar da, “Ben biliyorum.” diyen çıkmadı.

Yurt dışından ve yurt içinden deprem uzmanı olmayan bir iki kişi, el yordamıyla birkaç gün içinde deprem olacağına dair yuvarlak bir tahminde bulunsalar da, bu tahminlerin bilim camiasından ciddi bir karşılığı bulunmuyor.

Başta Kandilli Rasathanesi olmak üzere, üniversite hocaları ve jeoloji mühendisleri bu konuda prensip olarak bir deprem beklentisi içinde olsalar da, kesin zamanını ve yılını bilmiyorlar ve söyleyemiyorlar. “Deprem için bir zaman söyleyemeyiz, bilimsel olarak depremin zamanı hakkında bilgi veremiyoruz.” itirafını dile getiriyorlar.

Jeoloji uzmanları bu konuda çaresiz kaldıktan sonra, başkaları ne derse desin, verdikleri bilgilerin dayanağı ve yaptıkları tahminlerin bir kıymeti ve anlamı olmuyor.

Sadece deprem değil ki bilinmeyen olaylar, birer afet olan sel, kurak vs de ne zaman, ne kadar şiddette geleceğini bilen yoktur. Zaten geldiğinde de hiçbir güç önüne geçemiyor, durduramıyor. Ancak “küresel ısınma sonucu” türünden bir açıklamadan öte gidemiyorlar.

Daha ilerisine, hatta işin temeline gittiğimizde, her birimiz için küçük kıyamet olan ölümün ne zaman karşımıza çıkacağını, ayrıca büyük kıyamet olan dünyanın sonu hakkında insanların bir bilgisi olmadığı gibi, tahmin yapan bile ortaya çıkmıyor.

Bu kadar büyük, önemli ve hayati olayların gününü ve zamanını hiçbir insan bilmiyor; ama bir bilen var. O da, insanı ve dünyayı yoktan var eden, idare eden, yaşatan, evirip çeviren, güneşi ve ayı döndüren, dünyayı uzay boşluğunda hareket ettiren Yüce Kudret’tir, her şeye gücü yeten Rabbülâlemin’dir.

Çünkü bir sivrisineğin midesini tanzim eden, düzenleyen Kudret kimin ise, Güneş sistemini işleten ve uzayda gezdiren de aynı kudrettir. Şu hakikati baştan teslim ediyoruz ve kabul ediyoruz. Kâinatta hiçbir olay tesadüfen olmuyor, rastgele oluşmuyor.

Öyleyse başta deprem olmak üzere bütün semavi ve arzî (dünya ile ilgili) olaylar görünmez bir el tarafından işletiliyor ve yaratılıyor; hiçbir şey başıboş değil. Her şey belli bir hikmetle, amaçla ve hesapla yaratılıyor.

Peki bu bilgiler insana niçin verilmiyor, bu bilgilere herkes neden ulaşamıyor?

Cevabı ne olabilir, dersiniz?

Bir kere insanın her şeyi bilmesi faydasına olmadığı gibi, bazı olayları bilmemesi bilmesinden daha iyidir ve daha çok yararınadır.

Mesela insan ne zaman öleceğini bilseydi, ömrünün ilk yarısını sefahat ve gaflet içinde geçirir, geri kalan yarısını da her an adım adım darağacına yaklaştığı bir vaziyette yaşardı. Hayat o insan için ıstıraplar içinde geçer, işkenceye dönerdi.

Bir yerde hayat da dururdu. Çünkü mesela üç sene sonra öleceğini bilen bir insan hangi işi ciddiyetle yapar, hangi yatırım için çaba gösterir, hangi gelecek için emek harcardı ki? Var olanı harcayıp tüketirdi; üstelik her gün bir adım daha ölüme yaklaştığını düşünerek, hayattan tat da alamazdı.

İnsan eğer öleceği zamanı bilseydi, insanı yücelten, terakki ettiren nimetler, insanın başına bela olurdu. Mesela insanın anlama aleti olan akıl çok büyük bir nimet iken, her an ölüme doğru gittiğini görüp azap aletine dönerdi…

İşte deprem gibi diğer, başka musibetlerin ve felâketlerin insanoğlu için gizli kalmasında da aynı hikmet söz konusudur. Çünkü vakti belli olan bir felâketi beklemek, o insana o musibeti yaşamaktan daha fazla ıstırap ve işkence olur.

Kur’an’da Zilzal (deprem) suresinde anlatılan büyük kıyametin vaktinin insanlar için gizli kalması da esas olarak bu hikmetten dolayıdır.

Çünkü bir insan için ecel ne ise, bütün bir insanlık için de kıyamet odur.

Bediüzzaman Şuâlar isimli eserinde bu konuyla ilgili olarak kısaca şu anlamda açıklamalara yer verir:

Dünyanın eceli ve ölümü olan kıyametin vakti belli olmuş olsaydı, ilk ve orta çağda yaşayan insanlar ahiret düşüncesinden habersiz bir şekilde gaflet içinde yaşamış olacaklardı. Son çağın insanları da kıyamet vaktini beklemenin dehşeti içinde dünya hayatının huzurunu ve lezzetini alamayacak, irade ve tercihe bağlı olan Allah’a kulluğun önemi ve hikmeti kalmayacaktı.

Ayrıca kıyametin vakti belli olsaydı, bir kısım iman hakikatleri apaçık bir şekilde ortaya çıkacak, herkes ister istemez imana gelecek; neticede teklif, imtihan ve iman sırrı bozulacaktı.

İşte bunun gibi pek çok hikmetten dolayı kıyamet, ecel ve musibetlerin zamanı gizli kalmış ve herkes, her dakikada hem ecelini, hem de hayatının devamını düşünebilmiştir. Böylece ne dünyalarını, ne de ahiretlerini ihmal etmemeleri istenmiştir.

Her asırda yaşayan insanlar da, hem kıyametin kopacağı, hem de dünyanın devamı ihtimalini düşünebildiği için, dünyanın fâniliğinde ebedî hayata, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyanın imarına çalışmışlardır. Yani iman etmek isteyenlere imanlarını, inkâr etmek isteyenlere de inkârlarını yaşama fırsatı verilmiş oldu…

Aynı durum deprem için de geçerlidir. Bir kere deprem, günahlara ve haramlara serbestçe giren, nefisini şımartarak isyanlara kalkışan müminlere bir ihtar, bir ikaz ve bir uyarıdır. Bediüzzaman’ın işaret ettiği gibi, “O zelzelenin devam etmesi gibi çok emarelerin delaletiyle, bu hadise ehl-i imanı hedef alıp, onlara bakıp, namaza ve niyaza uyandırmak için sarsıyor ve kendisi de titriyor.”

17 Ağustos 1999 depreminde yakînen yaşadığımız ve gördüğümüz gibi, diğer günlerde camilerde, özellikle vakit namazlarında birkaç saf cemaat bulunurken, o günün sabah namazında birçoğu alelacele şortlu halde gelen cemaat camileri ağzına kadar doldurmuştu.

Şimdilerde 5.8 depreminden sonra, ne zaman geleceği belli olmayan, olacağı tahmin edilen büyük deprem için bir taraftan devlet gereken tedbirleri almaya çalıştığı gibi, birey olarak da herkes maddi, manevi hayatına düzen getiriyor, hazırlığını ona göre yapmaya çalışıyor.

Bir musibet, bin nasihatten iyidir, gerçeği her zaman hükmünü ortaya koyuyor.