TR EN

Dil Seçin

Ara

Adı Üstünde, Sadece Hayal

Adı Üstünde, Sadece Hayal

İnsan iki vakit arasındaki berzahta yaşıyor.

İnsan iki vakit arasındaki berzahta yaşıyor. Bir yüzü maziye nâzır. Hafızasına nakşolmuş mazi, hiçbir şeyin kaybolmadığının, kaybolmayacağının, her şeyin bir kaza ve kader defterine yazıldığının ve bir gün karşısına çıkacağının gönül rahatlatıcı emaresi. İnsanın diğer yüzü ise geleceğe-müstakbele müteveccih.

İki vakit arasındaki berzah da, şu an. Şimdi, şu an var olan. Vücut âlemine, âlemi şehadete gelmiş olan.

İnsan şimdi, şu an hakiki hayatı yaşarken; hayal kuvvesi, leyleği havada görmüş seyyah gibi bir geçmişe bir geleceğe gider, gelir, avare avare dolaşır; bir geçmişi bir geleceği ziyaret eder, çat geçmiştedir, çat gelecekte. Ara sırada şimdiye, şu ana şöyle bir uğrar ama gönlü hep geçmişte, çoğunlukla gelecektedir. Olmamış gelecekle oyalanmaktan hazzeder, hayaller kurar, hülyalı düşlere dalar.

Sadece tatlı düşlerle haşir neşir olmaz kuvve-i hayaliye. İnsan sevdiklerini kaybetmek istemez. İnsan nefsi dünyayı sever ve dünyayı-içindekileri kaybetmekten hoşlanmaz. Ama hayatın gidişatı insan nefsine göre tayin edilmez. Nefisle dünya, zımparayla tahta parçası gibidir.

İnsan kaybetmekten korkar. Sahip olduğunu zannettiği şeylerden aslında her an bir ayrılış, zeval ve firak yaşadığı hakikatini göz ardı ederse; nefis kaybetmekten daha çok ödü kopar. Kaybetmekten korktukça, kaybın önüne geçmek için marazi bir ihtiyat başlar. Kulağı her an arabasının motorunda olan titiz bir şoför gibi, gözü kulağı artık kaybetmekten korktuğu şeyin üzerine odaklanır.

Mesela, ya kanser olursam diye marazi bir kaygı yaşayan insan için sorunun başlangıç yeri; sağlığını kaybetmeye yüklediği anlamdır. Hastalık iyidir, sağlık kötüdür, şerdir, bu yüzden hastalık yaşanmamalıdır. Hem hastalık insanın günlük hayatının gidişatını bozacak, nefsin rahatını kaçıracaktır. O zaman, kesinlikle kansere yakalanmamalı, hatta ölmemelidir, daha zamanı değildir.

Her kaygı, şimdi olmuş şeylere duyulan üzüntü değil, olabilecek şeylere duyulan endişedir. Her kaygı, üç tür “yok” üzerinden yaşanır.

Birinci “yok”, gelecektir. Gelecek daha yaratılmamıştır. Bunu kaygı yaşayan insan da bilir elbette, ancak kuvve-i hayaliyesi ona oyun oynar. Oyun şöyle sahnelenir: Bir şeyi aşırı kaybetme korkunuz varsa, ‘şimdi’den nasıl çıkarsınız, ya da geleceğe zaman tüneline binip nasıl gidersiniz? Elbette, hayal gücüyle. Hayal gücü, olmayan bir geleceği sizin için tasarlar, sizin kanser olduğunuzu, hastanede yattığınızı, bitap şekilde yerinizden kalkamadığınızı, kanser olan akrabanız gibi ilaçlardan saçlarınızın döküldüğünün tasavvurunu yapar. Siz de hangi hastaneye gideceğinizi, ortaya çıkacağınızı tahmin ettiğiniz yeni sorunlarla nasıl başa çıkacağınızı kara kara düşünürsünüz. Sonra ölürsünüz, sevdikleriniz ağlıyordur sizi kabre koyarken. Birden kendinize gelirsiniz, hastane odasında değil kendi odanızda koltuğunuzda oturuyor, karınızın sorularını duymazlıktan geliyorsunuzdur. Karınız aynı soruyu beşinci kez soruyor, siz de “hı hı” diye geçiştiriyorsunuzdur. Halbuki siz o an hayalinizde hastane odasındaydınız.

Kuvve-i hayaliye, sizi olmayan bir geleceğe taşımış, olmayan bir geleceği olmuş gibi önünüze koymuş, siz de buna kanmışsınızdır. Ona, şimdi şu an var olan şimdi şu andır, gelecek şu an yok, gelecek varsa gelecektedir, deme zamanıdır.

İkinci “yok”, başınıza geleceğini düşündüğünüz şeyin, şimdi şu an vücuda gelmediğidir. Şimdi kanser misiniz? Hayır. Şimdi okulunuzu bitiremediniz mi? Hayır. Şimdi yalnız mısınız? Hayır. Şimdi eşiniz trafik kazası mı geçirdi? Hayır.

Üçüncü “yok” ise, hissedilen elem ve kederdir. Kanser oldunuz da acı mı çekiyorsunuz? Evet, kansersiniz ama sadece kuvve-i hayaliyede. Kanserin verdiği acıdan mı muzdaripsiniz? Evet ama kuvve-i hayaliyede.

Kuvve-i hayaliyede tasavvur edilen kaygılar, adı üstünde sadece bir tasavvurdur. Hayal dünyasında var görünen gelecek hayalidir. Hayal dünyasında var olan elem, keder hayalîdir. Adı üstünde, sadece bir hayal!

Ha, başımıza gelmesinden endişelendiğimiz şeyler gerçekleşmez mi? Gerçekleşebilir elbette. O zaman da, Zamanın Bedii’in yazdığı gibi şöyle demekle mükellefiz: “Ben Mâlikimin hizmetindeyim. Ey musibet! Eğer O’nun izin ve rızasıyla geldinse, merhaba, safâ geldin. Çünkü, elbette bir vakit O’na döneceğiz ve O’nun huzuruna gideceğiz ve O’na müştâkız. Madem herhalde bir zaman bizi hayatın tekâlifinden âzâd edecektir. Haydi, ey musibet, o terhis ve o âzâd etmek senin elinle olsun, razıyım.”

En azından, musibetler hayalî değil de gerçek olursa, acısı, elemi, kederi de gerçek ve hakiki olur.