Hani insan nefsine aldanır, şeytana kanar, hislerine hâkim olamaz, iradesine söz geçiremez de, sonunda bir günah işler, ardından da yaptığına, yapacağına bin pişman olur, tevbe üstüne tevbe eder ya, işte kulun bu acınacak hali, bu zavallı durumu Cenab-ı Hakkın hoşuna gidiyor.
Allah ile kul arasındaki bu hali Ebû Hüreyre anlatıyor:
“Resulullah (asm) Rabbinden naklen buyurdular ki:
“Bir kul günah işledi ve, ‘Yâ Rabbi günahımı affet!’ dedi.
“Hak Teâlâ da: ‘Kulum bir günah işledi; arkadan bildi ki günahları affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi vardır.’
“Sonra kul dönüp tekrar günah işledi ve ‘Ey Rabbim günahımı affet!’ dedi.
“Allah Teâlâ da, ‘Kulum bir günah işledi ve bildi ki, günahı affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi vardır.’
“Sonra kul dönüp tekrar günah işledi ve ‘Ey Rabbim beni affeyle!’ dedi.
“Allah Teâlâ da, ‘Kulum günah işledi ve bildi ki, günahı affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi olduğunu bildi. Ey kulum, dilediğini yap, ben seni affettim’ buyurdu.”
Büyük hadis âlimi İmam Nevevî bu hadisten şu hükmü çıkarır:
“Günahlar yüz kere, hatta bin ve daha çok kere tekrar edilse de kişi her seferinde tevbe etse, tevbesi makbuldür. Veya bütün günahlar için bir tek tevbe etse bile, yine tevbesi sahihtir.”
Bir hadiste de, istiğfar eden kimsenin günde yetmiş defa günahını tekrar etse bile, yine günahında ısrar etmiş sayılmayacağı belirtilir.
Zaten “Ğaffâr” ve “Tevvâb” isimleri, “çok çok bağışlayan, çok çok tevbelerini kabul eden, her günah işleyişte istiğfar edeni affeden, her tevbe edişte tevbe edenin tevbesini kabul eden” anlamına geliyor.
Şâyet Cenab-ı Hak kulunu hayatı boyu sadece bir sefere mahsus olmak üzere affedecek olsaydı, ondan sonra insana günah işleme imkânı ve fırsatı vermemesi gerekirdi.
Yani Allah affetmek istemeseydi, bize af isteme duygusunu vermezdi.
Diğer taraftan, Cenab-ı Hakkın günahları bağışlaması Onun fazlı, lütfu ve ikramıdır. Hadiste de ifade edildiği gibi günahı sebebiyle cezalandırması ise adaletinin tecellisidir. Bediüzzaman’ın belirttiği gibi, “Cenab-ı Hakkın günahkârları affetmesi fazldır, tâzip etmesi adldir.”
Efendimizin dizi dibinde yetişen Sahabe nesli bu ince noktayı çok iyi kavramıştı. Allah’ın yüce isimlerini mükemmel manada hem çok iyi anlamışlar, hem de hayatlarına yansıtmışlardı.
Rivâyet ettikleri hadislere bakınca bu eğitimin seviyesini ve anlayışlarının kapasitesini fark etmek hiç de zor olmuyor.
Meselâ, kulun günahı ne kadar çok olursa olsun ve kul ne kadar af dilerse dilesin, hiçbir zaman isteğinin karşılıksız kalmayacağını Hz. Enes haber veriyor.
Hz. Enes, “Ben Resulullahı (asm) şöyle buyururken dinledim.” diyor.
“Allah Teâlâ: Ey Âdemoğlu! Sen bana dua ettiğin ve benden af umduğun sürece, işlediğin günahlar ne kadar çok olursa olsun onların büyüklüğüne bakmadan seni bağışlarım.
“Ey Âdemoğlu! Günahların gökleri dolduracak kadar olsa, sen Benden bağışlanmanı dilersen, günahlarını affederim.
“Ey Âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla huzuruma gelsen, fakat Bana hiçbir şeyi ortak koşmamış, şirke bulaşmamış olsan, Ben de seni yeryüzü dolusu mağfiretle karşılarım.”