İnsanın dünyada bulunmasının bir hikmeti de ilim ve öğrenme ile gelişmesidir. Kur’an ayetinin “Oku!” emriyle başlayıp “Yaratan Rabbinin adıyla oku.” vurgusuyla devam etmesi, okumanın nasıl olması konusunda da yol gösteriyor.
Yunus Emre’nin dediği gibi; “İlim ilim bilmektir, / İlim kendin bilmektir, / Sen kendini bilmezsen, / Bu nice okumaktır.” Eğer insan, kainatın, hayatın ve insanın ne için yaratıldığını ve bunları yaratan Âlemler Rabbini bilmezse, tanımazsa bu okumanın ne anlamı kalır; ve bir faydası olur mu?..
Evet okumak, okuyabilmek kolay bir süreç değil elbette. Dünyada okumak uğruna çok meşakkatlere katlananlar da var. Şimdi bunlardan birkaç örnekle beraber, ‘ilim, okuma ve öğrenme’ üzerine, dünyadan ilginç kareler eşliğinde bir düşünce seyahati yapalım..
.....
Bediüzzaman Hazretleri, modern eğitimin faydasız oluşunun sebebi olarak fen ilimleri ile din ilimlerinin ayrı okutulmasını gösterir. Çare olarak bunların birlikte okutulmasını ve böylece hakikate ulaşılacağını dile getirir. Bu tespitinin devamında da—şimdi olduğu gibi—yalnızca fen ilimlerinin öğretilmesiyle bu eğitimi alanların ahlaki olarak zayıf olacakları için hileli, aldatıcı ve iman zaafı içinde olacaklarını; bunun karşısında ise sadece din eğitimi verildiğinde de körü körüne inanan insanların yetişeceğini ifade eder.
Böyle bir eğitimin yetiştirdiği insanlar ise toplum hayatı için sürekli problem üreten noktalar olacaktır.
***
Evet bilimlerin ve eğitimin en büyük problemi kainata yanlış yerden bakması; hayatın ve kainatın anlamını yanlış yerde aramasıdır… Tesadüfçü ve ateist bakış açısı hali hazırda görüldüğü üzere hiçbir şeyi aydınlatmıyor; daha da kötüsü hayatı ve kainatı anlamsızlaştırıyor.
Bilimlerin konusu kainat olduğuna göre, onu yaratanı gözardı etmemeli. Bazıları bunun nasıl olacağını soruyor. Bu çok basit: Mesela bir kitap nasıl ki yazarından soyutlanmadan ya da yazarını inkar etmeden okunuyor, kainat da onu yaratandan bağımsız olarak ele alınmamalı. Yazarını inkar etmeden okumak, nasıl ki bir kitabı anlamayı zorlaştırmıyorsa, kainatı da Allah’ı kabul ederek anlamaya çalışmak onu anlamayı zorlaştırmaz, aksine kolaylaştırır.
***
Kur’an’ın kâinattan söz eden âyetlerinde dikkat çeken bir özellik vardır:
Bize herşeyden önce, olayın hedefi ve hikmeti gösterilir. Böylece özellikle bu zamanın şaşkın anlayışlarına bir hikmet ve ibret dersi verilir; tabiatçı ve tesadüfçü telkinler altında bocalayan insanlara, kâinata nereden bakacağını gösterir.
Nasıl mı?.. Şu zamanın nice şaşkın insanları var ki, gözleri önünde cereyan eden onca rahmet mucizelerinden öğüt alacağı yerde, onları tabiat ve tesadüf gibi şeylere mal ederek, kendisiyle birlikte bütün bir âlemi anlamsızlık ve hiçlik çukuruna atar!
Ayrıca bu yöndeki telkinler hayatımızı öylesine sistemli bir şekilde istilâ etmiş ki, iman ehli bile, her ne kadar herşeyin yaratıcısı olarak tek bir Allah’a inansa da, kâinat kitabına baktığı zaman, bu kitabın Allah’ı anlatan âyetlerini o kadar net bir şekilde göremiyor.
Onun için, herşeyde İlâhî hikmetin eserlerini araştıran bir bakış açısına, bugün su gibi, hava gibi muhtaç bulunuyoruz.
***
Zübeyir Gündüzalp, ondan mıdır ki “Okuyamamaktan kork.” diyor. Bir başka sözünde de “Şimdi oku! Kabirde okuyamazsın…” diyor. Belki de asıl korkmamız gereken şey bu değil mi?
Çünkü çiçekleri okuyamayan, yıldızları da okuyamaz.
Kendini okuyamayan, kainatı ve hayatı okuyamaz.
Kendini okuyamayan, Rabbini bilemez.
Rabbini bilmeyen, haddini bilmez… Taşkınlıklarla bu özel ve değerli hayatını heba eder…
Öyleyse okuyalım. Rabbimizin adına ve O’nun adıyla okuyalım.
Bir harfi yazan ona nice anlamlar yüklüyorsa; bu koca kainat kitabını kudretiyle yazan ona nasıl anlamlar yüklemiştir…
Kainatın ve kitapların satırları bizi bekliyor...