TR EN

Dil Seçin

Ara

Duygularımızın Biyokimyası

Duygularımızın Biyokimyası

Duygular sadece manevi olgular mıdır? Ya da maddeden mücerret ve tamamen soyut hakikatlar mıdır? Yoksa tamamen maddelerin hareketiyle oluşan maddi maddeler midir? Veyahut madde ile mananın birleşmesiyle oluşan apayrı bambaşka bir mahiyet midir?

Bu yazıda, bu tartışmalı konuya dair önemli tespitleri okuyacaksınız.

Duygular hakkında hem fenni hem felsefi çok yorum yapılmıştır. Bir kısım ehl-i tasavvuf “tamamen manevidir maddeyle hiç alâkası yoktur” derken; ehl-i fennin bir kısmı da “tamamen maddidir, vücuddaki nöronlar ve hormonların hareketinden ibarettir” deyip manevi boyutunu inkar etmişlerdir.

Bediüzzaman Hazretleri ise, Lem’alar adlı şaheserinin içindeki Tabiat Risalesi’nde, moleküller ve insanın hayatı arasındaki bağa dikkat çekerek der ki; “Senin vücudunda çalışan zerreler … güya bütün kâinata bakıyolar, senin münasebatını kâinatta görüp öyle vaziyet alıyorlar, sen zahiri ve bâtıni duygularınla o zerrelerin o harika vaziyetine göre istifade edersin.”1 Şimdi bu cümlelerden hareketle işin doğrusunu anlamaya çalışalım.

 

Önce ruh ve beden ilişkisi

Evet nasıl ki duygularımızdan biri olan görme aslında ruhun bir özelliğidir; yani gören ruhtur ve biz göz penceresinden bu âlemi seyrederiz. Mesela, nasıl ki bir pencere veya menfez (delik) olmadan odanın içerisindeyken dışarıyı seyredemeyiz; öyle de ruh, göz penceresi olmadan vücutta oturup dış âlemi seyredemez.

Evet görmek için göz gereklidir ama yeterli değildir. Bu tıpkı bir bilgisayar kamerasındaki kamera donanımı ile bilgisayardaki kamera programı arasındaki ilişkiye benzer. Kamera olmazsa program bir işe yaramaz, program olmazsa kameranın var olması görüntünün oluşması için yeterli olmaz. Yani görüntüye vasıta olan kameradır, lakin görüntüyü algılayan ve yöneten programdır. Yani gören ruhtur ama görmeye aracı olan gözdür. Bu işitmede, tatmada, dokunmada ve koklamada da aynıdır.

İşte görme, tatma, koklama vs. için vücuttaki maddeler ne kadar lâzımsa, manevi duygular olan sevmek, şefkat etmek, empati, fedakârlık, cesaret, korku, üzüntü, sevinç vs. gibi duygularda da vücuttaki biyokimyasal moleküllerin hareketi o kadar lâzımdır. Fakat biyokimyasal moleküller tek başına yeterli değildir. Eğer ruha cesaret programı konmamışsa siz hiçbir şekilde o duyguyu oluşturamazsınız.

 

Duygular hormonlardan kaynaklanabilir mi?

Burada karıştırılan en önemli nokta; duygularla hormanların birbirleriyle olan şiddetli bağlantısıdır. Yani insanda mesela şefkat durumu oluştuğunda kanda oksitosin hormonu2, mutluluk durumu oluştuğunda kanda dopamin ve serotonin hormonu3 veya heyecan durumu oluştuğunda epinefrin (adrenalin) hormonu, üzüntü durumu oluştuğunda CRF hormonu (corticotropin-releasing factor)3, aşk durumu oluştuğunda ise kanda oksitosin, dopamin ve nöradrenalin hormonu4,5 artar.

İşte bu gibi duygu durumlarında hormonların artması, “Acaba duygular hormanların kendisi mi?” diye karıştırılmasına sebep olmuştur.

Halbuki burada ‘iktiran’ tabir edilen ve iki şeyin bir anda ve birbirine bitişik (bağlı) olarak yaratılması durumu vardır. Dolayısıyla birinin olmaması ile diğerinin de olmaması durumundan kaynaklanan ve yüzeysel olarak bakanlarca işte bu sonuç şu sebeptendir diye hükmedilen bir yanlış anlaşılma ve algılama ortaya çıkar.

 

Duygusuz moleküllerden duygular çıkar mı?

Bu meseleye merhum Mustafa Sungur ağabeyin çok hoşuma giden bir örneğiyle bakabiliriz. O şöyle derdi: Uludağ’ın havada boşlukta durduğu görülse, herkes buna “Vay be Allah’ın kudretine bak, nasıl da altında hiçbir şey olmadan bu koskoca dağı havada tutuyor.” der. Fakat şöyle görülse ki, Uludağ yine havada ama altında saman çöpleri gibi çubuklardan binlercesi var. O zaman derler ki, “Vay be şu çöpler ne acaip şeylermiş ki koskoca dağı havada tutuyorlar.”

İşte biraz insaflı düşünen elbette diyecek; “Yahu şu çöpler ne ki bu koskoca dağı havada tutsun. Yok yok, bu basit çöpler o dağı tutamaz. Bu çöplerin o dağın altında olmasının bir hikmeti olmalı…” İşte molekül gibi sebeplerin, sonuç olarak kendilerine bağlanan duygular hakkında saman çöpü kadar da etkileri olamaz.

Mesela, dopamin ve mutluluk arasında bir bağ yaratılmıştır. Ancak, dopamin gibi karbon, hidrojen ve oksijenden oluşan saman çöpü gibi duygudan uzak kimyasal bir maddenin, mutluluk gibi dağ kadar büyük bir neticeye, yeterli ve tek sebep olabileceğini hangi akıl kabul eder? Zaten çok açık ki moleküllerde, mutluluk, aşk, nefret ve şefkat gibi duygular bulunmaz…

 

“Peki ya bu hormonlar neyin nesi?” diye sorulacak olursa…

Onun da biyokimyasal izahı şöyledir: Hormonlar, insan duygulanınca vücudun bu değişikliğe hazır olmasını, yani uyarılmasını sağlayan aracı moleküllerdir. Örneğin insan heyecanlandığında veya korktuğunda, vücudun buna uygun bir hal alması ya da refleks hareketinde bulunabilmesi için bu moleküller yaratılmıştır.

Bedene çalışması için enerji lazımdır ve bu enerji hücrede bulunan glikojenin parçalanmasıyla açığa çıkar. Bu ise O2’nin kullanılmasıyla mümkündür; oksijen ise akciğerlerimizden kan ile taşınır. Normalde kalbin kanı pompalamasıyla O2 vücudun her hücresine gönderilir; fakat heyecan ve korku gibi anormal bir durumda daha çok enerji, dolayısıyla daha çok O2 lazımdır. İşte bedenin bu durumlara uygun refleks verebilmesi için hormonlar bu noktada devreye sokulur. Mesela, adrenalin denilen hormon kalbin daha hızlı çalışması ve hücre içindeki enerji depoları olan glikojenin daha çabuk parçalanması ve enerji açığa çıkarması için kullanılan bir bileşiktir.

İşte hayatı veren Allah (cc) ruh ve bedenin uyumunu böyle gerçekleştirir. Böyle olmasaydı insan ve hayat donuklaşacak, belki çekilmez olacaktı.

 

Sonuç

Özetle vücudumuzda şöyle bir sistem yaratılmış: önce duygu oluşuyor, sonra vücudu bu duyguya hazırlamak için hormon üretiliyor. Yoksa hormonlar duyguları oluşturmuyor.

İşte hormon ve duygu arasındaki şiddetli bağlantıya yüzeysel bakanlardan bir kısmı işin maddi boytunu inkar ediyor; herşeyi maddede arayan diğer bir kısım da duyguların manevi boyutunu göremiyorlar. Oysa yazının başında dediğimiz gibi doğru olan orta yoldur yani duyguların hem madde hem de manevi yönü vardır.

Üstad Bediüzzaman, Kur’an’dan aldığı hikmet dersiyle bu konuyu özetleyecek çok harika bir tesbitle şöyle diyor: “Senin vücudunda çalışan zerreler … güya bütün kâinata bakıyorlar. Senin münasebetini kâinatta görüp öyle vaziyet alıyorlar. Sen zahiri ve batıni duygularınla o zerrelerin o harika vaziyetine göre istifade edersin.”

Hem diyor: “…madde asıl değil ki; vücud ona musahhar kalsın ve tabi olsun; belki madde bir mana ile kaimdir. İşte o mana hayattır, ruhtur. Hem bilmüşahede madde mahdum değil ki herşey ona irca edilsin; belki hadimdir bir hakikatın tekemmülüne hizmet eder o hakikat hayattır (duyulardır), o hakikatın esası da ruhtur.”6

 

 

KAYNAKLAR

1. Lem’alar, 23. Lem’a, Bediüzzaman Said Nursi.

2. Acta neuro pyschiatrica 200:15:26-31 Blackwell Munksgaard, 2003.

3. Molecular Psychiatry (2010) 15, 896–904; doi:10.1038/mp.2010.66; published online 15 June 2010.

4. Herbert  J. Oxytosin and sexsual behaviour. British Medical J, 309:891-892 1994.

5. Clark DL, Boutros NN, Mendez MF. The Brain and Behavior. Cambridge, Cambridge University Press, 2010.

6. Sözler B.S.N