TR EN

Dil Seçin

Ara

Kâinat Kurulu Makine Mi?

Nasıl ki atomu araştıran bir fizikçinin belli başlı temel kuralları ve kabulleri varsa, aynen öyle de Allah’ı merak eden ve tanımak isteyen bir insanın da belli başlı kabul ve kuralları olmalı; yoksa çok aldanır ve aldatır. Peki ama bu kabulleri kim oluşturur ve bu kuralları kim koyar?

 

Dalaletin yani fikrî sapıklığın en dehşetli kaynağı vacibi mümkine kıyas etmektir. Yani Allah’ı bir insan gibi düşünmek, Allah’ı insana benzetmek, Allah’ı insanlarla kıyaslamaktır. Aslında ayarı noksan ve kapasitesi çok düşük bir terazi ile sınırsız bir şeyi tartmak gibi her şeyi ile sonsuz olan Allah’ı, sınırlı olan akıl ile çözmeye çalışmaktır.

Allah’ı anlamaya ve tanımaya çalışmak insan için gayet normal bir durumdur. Ama bunun da belli sınırları olmalı. Nasıl ki atomu araştıran bir fizikçinin belli başlı temel kuralları ve kabulleri varsa, aynen öyle de Allah’ı merak eden ve tanımak isteyen bir insanın da belli başlı kabul ve kuralları olmalı; yoksa çok aldanır ve aldatır.

Peki ama bu kabulleri kim oluşturur ve bu kuralları kim koyar?

Elbette ki kendisi hakkında söz söylemek, öncelikle sadece Allah’a düşer ve biz O’nu sadece O’nun kendini bize tanıttırdığı kadar tanıma şansına sahibiz. Yoksa Allah’ı her zaman kendimizle kıyaslayıp kendimiz kadar aciz ve noksan bir varlığa ilah demek gibi dehşetli bir tezada düşeriz. İşte felsefe böyle bir mantıkla çok mantıksız çelişkiler içine düşmüş ve yanlış hükümler vermiş. Mesela: “Kâinat bir fabrika veya bir saat gibi kurulmuş kendi kendine işliyor. Allah kâinatı yaratmış sonra kenara çekilmiş” diye Allah’ın iradesinin sürekli olan tecellisini inkar edip Allah’ı insanla kıyaslamak gibi bir fikrî bataklığa saplanıp çıkamamışlar. Çünkü insan zamanın çocuğudur ve zamana mahkûmdur. Allah’ın zamansız olması gibi yüksek bir hakikatı tam olarak kavraması mümkün değildir. Ancak bir ilahın zamansız olması gerektiğini aklıyla anlayabilir. İşte bu yazıda bu zehirli fikir ile mücadelenin galibane seslerini işitecek ve inşallah okuduğumuz fenler vasıtasıyla bizlere de yutturulan bu tür safsataların çöküşünü seyredeceksiniz.

Evet fenler vasıtasıyla yutturulan diyorum. Çünkü fenlerimiz bize inançsız bir felsefeyle anlatılıyor. Mesela biyoloji okuyanlar bilir; hali hazırda da bize anlatılan biyoloji de vücudumuz bir fabrika gibi sistemlerle kurulmuş ve işleyişi, organlarımız ve moleküllerimize emanet edilmiş kendi kendine işliyor felsefesi ile aktarıldığını hepimiz biliyor ve hatta birçoğumuz farkında olmadan işleyişin gerçekten de öyle olduğuna inanıyoruz.

Şimdi bu safsatayı çürütecek delillere geçelim:

Birinci delil:

Başta demiştik; Allah’ı en güzel bir şekilde anlatacak yine Allah’ın kendisidir. Ki ihlas suresinde Rabbimiz kendini mükemmel bir şekilde tarif etmiş: “De ki: O, Allah’tır, gerçek ilahtır ve Birdir. Allah Samed’dir. (Samed: Tam, eksiği olmayan, her şey Kendisine muhtaç olduğu halde, Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan demektir.) Ne doğurdu, ne de doğuruldu. Ne de herhangi bir şey O’na denk oldu.”

İşte bu sureden anlıyoruz ki, Allahu Zülcelâl, zamandan, mekândan, maddenin kaydından, boş durmaktan, beklemekten münezzehtir. Böyle nakıs özellikler taşıyan bir zatın ilah olması aklen imkansız ki zaten ihlas suresi de bize bunu ifade ediyor: Yekta olmayan, herhangi bir şeye ihtiyacı olan, sonradan meydana gelen ilah olamaz.

Meselemize bu nokta-i nazardan bakarsak, her an iradesi ile kâinat üzerinde hükümferma olmayan, kâinatı bir kere yaratıp bir kenara çekilen ilah olamaz. Öyle ise, kâinatta beraber O’na bir başlangıç noktası tayin edip, sonra O’nu zamana mahkûm etmek elbette bir safsatadır.

Çünkü Allah için evvel de ahir de bir hükmündedir. Yani Allah bir şeyi yaratırken önce programını yaratıp sonra onun teşekkülü için beklemez. O’nun için programın ve neticenin yaratılması aynıdır. Herhangi bir zaman kavramı O’nun için geçerli değildir. O kavramların hepsi bizim için yani bizim anlamamız içindir. Öyle ise Allah’ı düşünürken kendi kalıplarımıza göre değil, bir ilahın taşıması gereken özelliklere, yani ihlas suresinin bize öğrettiği temel kurallara göre düşünmeliyiz.

İkinci Delil:

Kâinatta cari olan, evamiri tekviniye de denilen Allah’ın yaratma kanunlarıdır. Kanun koymak ilme, kanunu icra etmek kudrete ve sürekli o kanunu geçirli kılmak ise çok kararlı bir iradeye bağlıdır. İşte kâinatta cari olan yer çekimi gibi kanunların varlıkları elbette bir kanun koyucuyu gerektirdiği gibi, bu kanunların sürekli icra edilmesi ve istisnalar hariç olmak kaydıyla bu kanunların sürekli icra edilmesi de nafiz bir iradeye bakar.

Üçüncü Delil:

Kâinattaki bütün sebeplerin istila etmek istemesine rağmen, kâinattaki düzenin hiç bozulmaması her şeyin kararında kalması da her daim tecelli eden ve eşyaya nüfuz etmiş bulunan iradenin varlığını gösterir. Mesela bir morina balığı bir yılda 6 milyon yumurta, bir deniz tarağı tek seterde 1 milyar yumurta bırakmasına (1-2) rağmen, o yumurtalardan sadece denizin düzenini muhafaza edecek kadarının balık yapılması ve hepsinin açılmaması (yoksa deniz tamamen balıkla dolardı) yine nafiz bir iradeyi gösterir.

Mesela güneş bir kere ısı ve ışığını vermiş o devam ediyor da güneş artık ısı ve ışığıyla tecelli etmiyor diyemeyiz. Aynen öyle de Allah bir kere kâinatı yaratmış artık karışmıyor, yaratmıyor, irade etmiyor diyemeyiz. Çünkü kâinattaki intizamın devam etmesi ve hiç bozulmaması O’nun iradesi ile iş başında olduğunun en büyük göstergesi ve delili değil de nedir?

Dördüncü Delil:

Fizikte entropi(3) (düzensizliğin ölçüsü) diye bir kanun var. Bu kanun şöyle der: “Kendi kendine olan her şey düzensizliğe gitmek ister. Çünkü düzensizlik madde için en düşük enerji seviyeli ve kararlı bir haldir ve madde her zaman kararlı halde olmak ister.” İşte bu kanun bize, kâinatta sürekli tecelli etmesi gereken irade-i ilahinin en keskin delillerinden birisini sunar. Çünkü kâinatta düzensizliğe giden hiçbir faaliyet görmüyoruz. Her şey mutlak bir düzen altında, her şeyde tam ve mükemmel bir intizam hâkim, öyle ise düzensizliğe gitmek isteyen şeyi düzen altına alan ancak Allah’ın her şeyi ihata eden iradesinden başka bir şey değildir. Öyle ise Allah kâinatı yaratıp bir tarafa çekilmiş değil, bilakis her an zaman ipine yeni yeni kâinatlar takıp ve kâinatın intizamını sürekli koruyup ve kayyumiyeti ile kâinatı muhafaza edip iradesini gösteriyor.

Beşinci Delil:

Eğer kâinat, felsefenin dediği gibi bir fabrika gibi olsaydı; biz biliyoruzki bir fabrika kurulur ve ona hiç karışılmazsa her zaman aynı ürünleri üretir. Halbuki kâinatta yeni yeni yaratılan hiçbir mahlûk diğerine benzemiyor. Mesela her şeyi ile tıpatıp birbirine benzeyen iki insan, iki hayvan, iki elma, hatta iki taş bile gösteremezsiniz. Öyle ise kâinat kurulmuş ve hiç karışılmayan bir fabrika değil, bilâkis sürekli kontrol altında ve her an yeni yeni meyveler üreten bir bostandır.

Altıncı Delil:

Duaların kabul edilmesi. Bu da sürekli iş başında ve gayet merhametli bir Rabb-i Rahîm’i gösterir. İsterseniz bizzat kendi kelâmından dinleyelim. İşte Bakara suresi 186. ayet: “Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O halde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.”

 

Kaynaklar:

1. Linnaeus, C. (1758). Systema Naturae per regnatria naturce, secundum classes, ordines, genera, species, cum characteribus, differentiis, synonymis, locis, Tomus ı. Editio decima, reformata. Holmice: impensis direct. Laurentii Salvii. i-ii, 1-824 pp : page 320. doi: 1 0.5962/bhl.title. 542

2. David Attenborough, The Trials of Life, s. 16

3. Entropy. Oxford Dictionary of English 2e, Oxford University Press, 2003