TR EN

Dil Seçin

Ara

Modern Dünyada İnsanın Mutluluk Arayışı

Modern Dünyada İnsanın Mutluluk Arayışı

Mutluluk, son zamanlarda psikoloji biliminin üzerinde çok durduğu bir kavram.

Bir şeyin zıddını, o şeyi kaybetmeye başladığımızda hatırlarız. Hastalık geldiğinde sağlığı hatırlarız. Bir şey dara düştüğünde, yokluğa düştüğünde ve azaldığında onun ne kadar kıymet ifade ettiğini tartışmaya başlarız. Modern dünyada istatistikler mutsuzluğun giderek yükseldiğini gösterdiği için maalesef mutlulukla ilgili araştırmalar da çoğalmış durumdadır. Ne oluyor da, modern insan bir eli yağda bir eli balda olmasına rağmen bütün hayatında konfor vasıtalarına sahip olmakla birlikte mutluluk yoksunluğu çekmektedir?

Bu soruya cevap vermek için mutlukla ilgili araştırmaları sizlere özetlemeye çalışacağım. Ne bulunmuş, ne elde edilmiş, hayatta daha mutlu olmak için neler yapmamız lazım? Bu yazıyı 45 dakikalık bir terapi seansı olarak da düşünebilirsiniz.

 

İNSAN VE MUTLULUK

Dövüş kulübü filminden bir sahneyi anlatmak istiyorum. Bu sahnede, ‘kendimi seviyorum, kendimi seviyorum, kendimi seviyorum’ diyen bir adam var. Dövüş kulübü aslında modern Batı medeniyetine, modern kapitalist medeniyete yöneltilmiş, çok enteresan bir eleştiridir. Burada çok ilginç bir laf ediyor kahraman:

“Biz tarihin ortanca çocuklarıyız,

Bir yerimiz bir amacımız yok,

Bizim büyük bir savaşımız yok, büyük ekonomik buhranımız yok,

Bizim büyük savaşımız manevi bir savaştır,

Ve bizim büyük depresyonumuz hayatlarımızdır.” diyor.

Bu ifade, Batı uygarlığına yönelik büyük bir eleştiridir.

Öte yandan, biz kendi medeniyetimize baktığımız zaman; büyük şair Sadi-i Şirazi’nin bir sözüyle karşılaşıyoruz: “İnsan bir damla kan ve bin endişe…” İnsan, hep endişelere sahip olagelmiş bir varlıktır.

Günümüz toplumunda çok önemli bir değişim var; o da insanlar giderek yaşama sanatlarını kaybediyorlar. Hepimiz maddi değerlere ulaşmak için çok fazla zaman harcıyoruz. Ancak bu maddi değerlere ulaşırken harcadığımız zamanı sevdiklerimizden ve kendimizden esirgediğimiz için, mutluluk için çıktığımız yolda, yine mutsuz olup geri dönüyoruz. Ünlü bir sosyolog olan Zygmunt Bauman’ın “Yaşam Sanatı” adlı kitabında çok önemli bir tespiti vardır. Bu yazıda bu tespit bizim ana temamız olacak. Diyor ki; “İnsana mutluluk veren değerler satın alınamaz. Onları gidip bir mağazadan alamazsınız.”

Neleri mağazadan alamıyoruz? Biz sevgiyi, dostluğu, aile hayatının zevklerini, sevdiklerimizle ilgilenmekten ya da sıkıntı içindeki bir komşuya yardım etmekten gelen tatmini, iyi yapılan bir işten gelen öz saygıyı, iş arkadaşlarımızla veya başka insanlarla kurduğumuz iyi ilişkilerden edindiğimiz memnuniyeti, takdiri, sempatiyi mağazalardan satın alamıyoruz. Aslında hayatın mutluluğu, bu şekilde paraya tebdil edilemeyen, parayla değiş tokuş edilemeyen değerlerde saklıdır. Onun yine çok güzel bir cümlesi var. Bu cümleyi tamamen alıntılamak istedim: “Şu epeyce muhtemeldir ki, yitirilenler kazanılanları çoğu kez geçer ve mutluluk yaratmak üzere artan gelir kapasitesinin yerini ‘paranın satın alamayacağı’ şeylere erişimin azalmasının neden olduğu mutsuzluk alır.”

Bununla ilgili büyük şehirlerde, metropollerde, Batı şehirlerinde sayısız örneklerle karşılaşabilirsiniz. İnsanlar o kadar hızlı gitmektedirler ki, adeta, o eski kadim Afrika hikayesinde olduğu gibi ruhları geride kalmaktadır. İnsanlar, uzun saatlerini para edinmek, mülk edinmek filan gibi şeylere harcadıkları zaman, sevdiklerine ayırdıkları zaman azaldığı için, bu uğraşlar insanlara zaman yoksulluğu olarak geri dönmekte ve bu da mutsuzluğu tırmandırmaktadır.

 

ZAMAN YOKSULLUĞU

Günümüzün yeni yoksullarının madde yoksulları değil ‘zaman yoksulları’ olduğu dile getiriliyor. Zaman yoksulluğunda bizler sevdiklerimize, kendimize, hobilerimize, bize keyif veren şeylere zaman ayıramaz hale geliyoruz ve sürekli bir telaş halinde yaşıyoruz. Bu da insanda mutsuzluğun artışını ve bazı psikosomatik hastalıkları davet ediyor. Bu yüzden böyle bir seri halinde modern uygarlığı sorgulayan kitaplar yazmıştım, ilk kitabım “Yavaşla” idi. ‘Yavaşla, bu dünyadan bir defa geçeceksin.’ adını taşıyordu. Hakikaten hız medeniyetinde insanlar kendileri için vazgeçilmez olan şeyleri maalesef kaybediyorlar.

O hikayeyi bilmeyenler için hatırlatalım. Afrikalılar, beyaz adamlarla birlikte Afrika’da bir yerde seyahat ediyorlar. Beyaz adam hep hızlı hızlı gitmek istiyor. Afrikalılar ikide bir durup oturuyorlar. “Ne oluyor? Niye oturuyorsunuz? Hadi acelemiz var.” denildiği zaman, “O kadar hızlı gidiyoruz ki, ruhlarımız geride kalıyor.” cevabını veriyorlar. Bizler, maalesef biraz ruhlarımızın geride kaldığı bir hayat düzeninde çırpınıp duruyoruz.

Yine Afrikalıların, Afrika bilgeliğinden süzülen bir ifadeleri var. Onlar diyorlar ki, “Bir zaman gelecek insanlar kıtlık bakımından su kıtlığı, yiyecek kıtlığı çekmeyecekler, açlık daha çok anlam açlığı şeklinde olacak ve o zaman ‘niçin? niçin yaşıyoruz? niçin varız?’ sorusuna cevap yetiştiremeyecekler.”

Şimdi Afrika deyip geçmeyin, iki üç hafta önce Güney Afrika’daydım, hakikaten çok enteresan bir bilgelik var. Zulu kabilesinden bir genç hanımla konuşuyorum. Bana “büyücü doktorları” anlatıyor. Halen köylerde şaman doktorlar, büyücü doktorlar var. ‘Niçin sizin toplumunuzda büyücü doktorlara bu kadar rağbet var?’ diye bir soru yönelttim. Çok mühim bir cümle kullandı, bir tek cümle ama her şeyi izah ediyor. “Onlar bizi dinliyor.” dedi. Onlar bizi dinliyor ama modern tıp doktorları bizi dinlemiyor. Geliyor, pat pat ilacı yazıyor, gönderiyor veya çok da, o hastalığın arkasındaki dünyayı anlamaya çalışmıyor. Hâlbuki büyücü doktor, şaman doktor bizi dinliyor ve bizim var oluşumuzla ilgili bir açıklama getiriyor. Belki kaynanamla ilgili bir şey söylüyor, sosyal dünyamla ilgili bir şey söylüyor ve daha anlamlı geliyor.

Bu yazımızda, yaşadığımız modern zamanda insanın mutluluk arayışını inceledik. İnsan ve mutluluk konusuna devam edecek ve gelecek yazımızda mutluluk hakkındaki bazı gerçekleri ele alacağız.