TR EN

Dil Seçin

Ara

Modern Dünyada Kadın, Aile Ve Mutluluk

Modern Dünyada Kadın, Aile Ve Mutluluk

Batı toplumlarında kadınlar, artan oranda aile kurumunun sağladığı huzur ve güven ortamından mahrum olarak yaşamakta ve birçok çiftin cesaret edemedikleri çocuk yetiştirme sorumluluğunu tek başlarına taşımaktadırlar.

ABD Ulusal Sağlık İstatistikleri Merkezi verilerine göre evlilik dışı doğum oranı 1940’da %4 iken, bu oran 1980’de %18’e, ve 2007’de de %40’a çıkmıştır (4.3 milyon doğumdan 1.7 milyonu). Bu bebeklerin yaklaşık %40’ı çiftlerin nikahsız olarak birlikte yaşadıkları evlerde doğmaktadır.

Dolayısıyla evlilik dışı doğan bebeklerin çoğu sosyal ve ekonomik zorluklar içinde babasız evlerde büyümektedir. Dışarıda çalışmak zorunda kalan anneler, çocuklarıyla yeterince ilgilenememenin burukluğunu yaşamaktadır.

Evlilik dışı doğum oranı bazı ülkelerde daha da vahimdir: İngiltere’de %44, Fransa’da %50, İsveç’te %55, ve İzlanda’da %66’dır. Yani İzlanda’da 2007’de doğan her 3 bebekten ikisi evlilik dışıdır.

En kuvvetli duygusu annelik ve en büyük zevkleri çocuklarıyla zaman geçirmek olan kadınların işi, bir ofiste asgari ücretle çaycılık yapmanın anne olmaktan daha değerli görüldüğü, paraya endeksli günümüz dünyasında gerçekten zordur.

Ancak kadınlar, artan oranda bu rol biçmeye karşı durup içlerinden gelen sese kulak vermekte ve bir süreliğine de olsa çocuk büyütmeyi mesleklerinin önüne koymaktadırlar.

Modern dünyada kadınların kendileri için biçtikleri mutluluk elbisesini—iyi bir meslek, güzel ve ince bir yapı, iyi bir eş ve anne, temiz bir ev, aktif bir sosyal hayat, kendine ayırabileceği zaman—doldurmaları hiç de kolay değildir.

Tabi bunlar buzdağının görünen kısmıdır. Gerçek mutluluk ise görünmeyen derinliklerdedir.

Zaten mutlulukla ilgili yazılmış kitapların genel bir tavsiyesi kişinin kendi iç âleminin sesine kulak vermesi ve geçici hevesleri filtreleyip kendisine kalıcı mutluluk veren şeyleri keşfetmesidir. Yani doğuştan gelen meyil ve kabiliyetlerini keşfedip onları geliştirmesi ve onları meyveli birer ağaca çevirmesidir.

 

Arzu ve heves peşinde koşmak mutluluğa götürmüyor

İçinde bulunduğumuz modern çağın bir özelliği, maddî refahın ve medeniyet oyuncaklarının göz kamaştırıcı cazibesi, ve insanî değerlerdeki erozyondur. Bu maddeleşme sürecinde refaha ve maddeten yükselmeye giden yol paradan geçmekte, ve maddî güç elde etme yolunda çok değerler feda edilmektedir. Kişilerin değeri maddî varlıklarıyla, meşguliyetlerin de değeri maddî getirisiyle ölçülmekte, paraya çevrilemeyen şeylere—annelik gibi—adeta değersiz olarak bakılmaktadır. Yani insanlık büyük etapta paranın kulu olmuştur.

İş dünyasına atılıp az da olsa para kazanan anneler “toplumun katkı yapan bireyleri” olarak itibar görürken, evinde çocuklarına bakanlar veya gönüllü çalışmalarıyla toplumu daha iyi hale getirenler “çalışmıyor” diye hor görülmektedir.

Bu modern süreçte, maddeci görüşün telkinleriyle kişiler heveslerini adeta tanrı edinmekte, ve ömürler bitmek bilmeyen bu hevesleri tatmin etme yolunda harcanmaktadır. Heveslerin tatmini ise ancak geçici bir rahatlık sağlamakta, ve huzur yerine daha büyük bir açlığı doğurmaktadır.

Araştırmaların net olarak ortaya koyduğu gibi, geçici heveslerin tatmin edilmesi kişiye anlık haz sağlamakta, ama bu kalıcı bir mutluluğa dönüşmemektedir. Hatta beyinde arzunun aktif hale geçirdiği kısmın, mutluluğun aktif hale geçirdiği kısımdan farklı olduğu gözlemlenmiştir. Yani kişinin mutluluğu bulmak için arzuları peşinde koşması, yanlış yöne dümen kırmasıdır.

 

Kalp ve nefis ayrımı

Doğu kültüründeki “nefis” ve “kalp” kavramları bu ayrımı çok güzel yapar. Kaynağı madde olmayan ve insanın benliğini aşan yüksek ve devamlı zevklerin merkezi kalp olarak görülür. İnsanın maddesi yani bedeni için biyolojik kalp ne ise, insanın mânâsı yani manevî varlığı olan ruhu için de manevî kalp odur.

Bedeni hazlandırmaya yönelik madde ve benlik ile bağlantılı basit his ve arzuların merkezi ise nefis olarak görülür. Bu nefsî arzuların doyurulmasından doğan haz geçicidir. Yani madde ile alakalı hazlar da madde gibi zaman ile sınırlıdır, ve madde gibi kesif yani ışıksızdır.

Bedensel his ve arzular açısından insan ile hayvan arasında pek bir fark yoktur. O yüzden arzu ve heveslerinin tatminini hayatının gayesi yapmış olan bir kişinin hayat seviyesi hayvanlarla aynıdır. Einstein’ın dediği gibi, “Refah ve mutluluk bana hiçbir zaman nihai hedef olarak hitap etmemiştir. Hatta ben bu tür idealleri bir domuzun gayeleri ile kategorize etmek meylindeyim.” Bu ifadeler insana bir hakaret gibi görülse de materyalist felsefe bunu bir “realite” olarak görür, ve insanı bazı farklılıklarını dikkate alarak “akıllı hayvan,” “sosyal hayvan,” ve “ekonomik hayvan” olarak tanımlar. Yani maddeci bakış açısının insana vaad ettiği en yüksek makam, arzu ve ihtiyaçları tatmin edilmiş bir hayvanlıktır.

Araştırmalar arzuların tatmini odaklı mutluluk reçetelerinin pek işlemediğini göstermekte, ve insanların mutluluğa erişme yolunda yanlış şeylerle beslendiğini göstermektedir. Örneğin maddeci görüşün rağmına, psikolojik rahatsızlıklar yüksek sosyetede işçi sınıfına kıyasla daha yaygındır. 1987’de 15 yaşındaki 5 bin kız üzerinde yapılan araştırmada yüksek sosyal kesime ait olanların %24’ünün psikolojik rahatsızlık içinde olduğu görülmüştür. Bu oran 1999’da %38’e yükselmiştir.

Zaten birçok araştırmanın gösterdiği gibi, temel ihtiyaçları karşılamaya yeterli bir seviyeden sonra gelirdeki artış ve maddî refah seviyesindeki yükseliş, sadece kısa vadeli mutluluğu artırmakta, ve akabinde insanlar tekrar eski mutluluk seviyelerine dönmektedirler. Yani, insanda bedenin veya maddenin ötesinde görülmeyen ancak varlığı hissedilen cevheri bilip irdelemeden kalıcı mutluluğa ulaşmak mümkün değildir.

 

Kaynak:

1. Ventura SJ. Changing pattems of nonmarital childbearing in the United States. NCHS data brief, no 18. Hyattsville, MD: National Center for Health Statistics. 2009; http://www.cdc.gov/nchs/data/databriefs/db 18.htm. The New York Times, 13 Mayıs 2009