TR EN

Dil Seçin

Ara

Kuantum Elektrodinamiği

Son yıllarda fizik ve matematik alanında yapılan çalışmalar, sinirbilim sahasına da uzandı. Klasik fizik, zihinle ve bilinçle ilgilenmezken; kuantum fiziği bu iki kavramı açıklamaya uğraştı. Mesela, elektron hareketleri elektriği; foton hareketleri ışığı açıkladı. Fotonun eşdurumlu olarak, yani dans topluluğu gibi aynı ritimle hareketi ile laser ışınları ortaya çıktı.

Bilgisayar bilimci Culberton’un, uzay-zaman ilişkisine dikkati çekerek bilinçli belleğin beyinde değil uzay-zaman içinde yer aldığını iddia etmesi, ruh kavramına ilişkin bir çağrışımdı. Bilim dünyasında her yeni ve farklı şeye direnç gösterenler olduğu gibi, kuantum elektrodinamiğine de direnenler oldu. Bütün dirençlere rağmen, beynin hologram gibi çalıştığını öne sürenler gittikçe haklı çıkmaktadır.

 

Psikon, Ruh Olabilir mi?

Hologramlar fiziksel nesnelerdir. Bu nesneleri, bütünün tam görüntüsünü oluşturan üç boyutlu osilografik kayıtlar olarak da tarif edebiliriz. Fizikçi David Bohm (1971) ego yapısının altında zaman ve mekanın bulunmadığı bir hafızanın olması gerektiğini söylemiştir. Belleğin, sinir hücrelerinde değil interferans (araya giren) dalgalara kaydettiğini iddia etmiştir. Nörofizyolog Eccles ise, kuantum fizikçisi Friedrich Becke’in yardımı ile—enerjinin korunumu kanununu ihlal etmeden—zihin beyin etkileşimine yeni bir bakış açısı getirmiştir. (1992) Böylece teorik düzeyde beyin kabuğunun ince temel yapısıyla kuantum fiziği birleştirilmiştir. Eccles’e göre beyin kabuğunun temel birimi, dendronlar yani sinir ağlarıdır. Maddesel beyni onlar temsil etmektedir. Zihinsel beynin temsilcisi sayılan ve madde cinsinden olmayan psikonlar ise, fotonlardan çok daha hızlı, külfetsiz parçacıklardır. Psikonlar, sinir hücre uzantısı dendronlardaki mikro kanalcıkları çalıştırırlar. İnsan istemli harekete niyet edip düşündüğü zaman, ilgili sinir hücreleri psikonlar aracılığı ile ateşlenir ve harekete geçer. Böylece algılarımızın birliği oluşur.

Beyin, kuantum eşdurumu (rezonans) ile devamlı olarak dinamik ilişki içindedir.(Marsuhal, 1989) Kralın Yeni Usu adlı kitabın yazarı fizikçi Sir Roger Penrose, zihin ile kuantum mekaniği arasındaki bağlantıyı öne süren kişidir. Hammeroff (2003) ise 1993 yılında Nick Herbert tarafından ortaya atılan kuantum bilinç modeline ilişkin açılımlarda bulunmuştur. Beyin sinir hücrelerindeki mikro kanalcıkların, bilgisayar ağı gibi çalışabileceğini; voltaja bağımlı şekilde ilerleyen iyon kanallarının hareketiyle beynin çalışma performansı göstereceğini öne sürmüştür. Kuantum mekaniği insanıın otomat ve biomekanik varlık olmaktan çok, zihin sahibi bir kişiliği olduğunu açıklar.

Kuantum elektro dinamiğine göre evren hologram gibi tek ve bölünmez bir bütündür. En küçük parça büyük parçanın özelliğini taşır. Kuantum benzeri genel düşünme ve ilham şeklinde gelen kuantum sıçramaları, akla yatkın bir düşüncedir.

Sonuçta ne maddeden ayrı bir zihin ne de zihinden ayrı bir madde vardır. Madde sadece vitrindir. Ruh bir dalga fonksiyonu olabilir. Miniproteinlerden oluşan on nanometrelik proteinler kimyasalları taşırlar. Sevgi, öfke, nefret, korku, güven gibi duyguların kimyasallarını taşıma komutunu psikonlar aracılığı ile kuantum elektrodinamiğinde bulunan bilincimiz verir. İnsanın özgür iradesi yap-yapma (do-undo) paradigması ile hareket eder.

Kuantum beyni, alternatif seçimlerin tümünü bir arada bulundurur. Uygun uyarıcı geldiğinde, seçeneklerden birisi tercih edilir. İnsanın karar ve tercihlerindeki red-kabul, yap-yapma paradigması; kuantumun mekanik yasaları ile tanımlanabilir. (Tarlacı, 2006)

Kuantum elektrodinamiğine karşı görüşte olan Bing Bang teorsinin kurucusu Hawking, bilincin ölçülebilen nitelikleri olmadığını, ancak ölçüme tabi olan zeka hakkında konuşmanın daha doğru olacağını söyler. Bu sözler, kuantum sıçramalarını “yeni efsane” olarak tanımlayıp; hiçbir şeyin ışıktan hızlı gidemeyeceğini savunanların fikirlerini hatırlatmaktadır. Klasik fizikçiler de, hiçbir şeyin sesten daha hızlı gidemeyeceğini savunmuşlardı. Sonuca baktığımızda, “Beyin, enerji ve bilgiyi içeren kapalı bir sistem değil; soyut düşünce, semboller ve anlamlar üreten açık bir sistemdir.” tezinin bilim çevrelerinde daha fazla kabul gördüğüne şahit oluruz.

Bilim hiç durmaksızın, yeniyi ve gerçeği arama çabasındadır. Araştırmalar henüz bu seviyelere ulaşmamışken, sabit evren modeli ve bölünmez parça atom teorileri bilimin ulaştığı son doğrular gibi kabul ediliyordu. Oysa bugün, atom altı parçacıklar tanımlandı. Bilimin kanıtlanmış sabitelerinden hareket ederek yeni tanımlamalarda bulunmak, mantıksal hipotezler geliştirmek ve gerçekliği sınamak konusundaki ödevleri de yerini bulan çalışmalara dönüştü.