TR EN

Dil Seçin

Ara

Eğitim Ve Düşünmeye Kuantum Penceresinden Bakış

Kuantum teorisi varlığı, zannettiğimizden (ya da ön kabullerimizden) çok daha farklı bir şekilde dini inançlarla uyumlu ve manevi temelli ve bütüncül bir bakışla izah eder. Einstein'la birlikte çalışmış David Bohm, kuantum altı düzeydeki karşılıklı bağlantıların yapısını, kuantum potansiyel alanı verdiği sistemle açıklamıştır. Kuantum potansiyel alanının en belirgin özelliği, mekânsızlık ve bütünsellik özellikleridir.

Bunu şöyle açıklayabiliriz: Algıladığımız evrende tüm nesnelerin belirgin bir yeri olmasına karşın, kuantum potansiyel alanı düzeyinde yer kaplama özelliği yoktur. Bir diğer özelliği de bu alanın tıpkı yerçekimi gibi uzayın bütününde yer almasıdır. Ancak yerçekimi gibi alanların tersine, bu alanın etkisi aralarındaki uzaklıktan dolayı azalmaz. Karmaşık bir biçimde ve hemen hemen fark edilmez düzeyde, uzayın her yerinde aynı özelliktedir.  Bu alanda yer, mekân, boyut, mesefa, zaman gibi alışageldiğimiz kavramlar geçersizdir, burayı parçalamak, bölmek, ayırmak veya bir sınır çizmek mümkün değildir.

Madde olarak adlandırdığımız tüm nesneler, bu alandan kaynaklanan görüntülerden başka bir şey değildir. Maddeye enerjinin bir görünümü ya da enerji titreşimlerinin yoğunlaştığında aldığı bir isimdir diyebiliriz. Sadece cisim olarak değil şuurumuzun da bu sonsuz sınırsız enerjiye ait olan, mutlak bilinç denen İlahî ilmin bir görünümü olması dolayısıyla, bir hayaldeki uzay-zamanı algılamamız, biz onları tasavvur ettiğimiz derecede mevcut olup gerçekte bir hacme, kütleye, boyuta sahip değillerdir.

Konuyu şöyle özetleyebiliriz: Kuantum fizikçilerine göre madde aslında bildiğimiz anlamda yoktur, klasik fizikçilerin madde dediği şey aslında atomlardan oluşan, bir takım elementlerin bileşimidir. Atomları da kuarklar ve leptonlar oluşturur ki, bunlar enerjidir, hiçbir şekilde madde değildir. Sonuç olarak madde dediğimiz şey enerjidir. Tüm şuurlu ve şuur dışı düşünceler, beyinden elektrik sinyalleri gönderen nöronlar tarafından oluşturulur. Yani düşünceler de enerjidir. Bu nedenle madde ve düşünce birbirine bağlıdır, birbiri ile ilişki içindedir.

Gözlemler, düşüncenin madde ve ışınlar üzerine etkisini göstermekte ve onun kuant ve tanecikli yapısını ortaya koymaktadır. İnsan beynindeki düşünceler, fizyolojik anlamda çok küçük elektronik sinyallerden meydana gelmektedir. Öğrenilenler, beyin hücreleri arasında kimyasal bağlar şeklinde depolanmaktadır. Yani bilgilerin işlenmesi ve beyne mal olması atomlar ve moleküller seviyesinde, yani mikro dünyada cereyan eden olaylardır aslında. 

Düşüncenin çok küçük elemanter parçacıklar olan düşünce kuantlarından ibaret olduğu anlaşıldığına göre, peki bu düşünce kuantlarını nasıl harekete geçireceğiz? Düşüncenin, olayların seyrini ve gelişimini belirleyen konuma sahip olduğunu biliyoruz. Bu durumda var olmanın sırrı düşüncede gizli. O halde fert için en önemli iş düşüncenin geliştirilmesi ve ''düşünmeyi öğrenme'' (tefekkür) olmalıdır.

Kuantumla düşüncenin sınırsızlğını; kendimizi ve varlığı etkilediğimizi daha iyi anlamaya başladık. Kuantumla boşluğun boş olmadığı, bir alan halinde adeta canlandığını görmekteyiz. Farkına varsın ya da varmasın insan hayatı, kuantum alanına yaydığı düşüncelerle şekillenmektedir. Bu gerçek bilinçaltımızı yanlış kurgulara sebep olan şeylerden korumanın ne derece önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Eğitimin temel hedeflerinden birisinin insan zihnini yanlış kurgu ve programlardan korumak olduğu kuantumla daha iyi anlaşılmakta, bilgi kirliliği ve bombardımanı içinde seçici bir zihin yapısına sahip olmanın önemi ortaya çıkmaktadır. Çünkü keşfedilen Kuantum Fiziği yasalarına göre, bu âlemin hikmetli Sahibinin yaratması kuantum boyutunda şöyle cereyan eder:düşüncemiz enerjimizi harekete geçirip kuantum alanına yayar, beklediklerimizi kendimize çeker ve yaşama şekline dönüştürülür. Biz dünyaya nasıl bakarsak, dünya ile bize öylece cevaplar verilir. Karamsar düşünenin işleri ters gider. Çünkü doğruyu, güzeli ve iyiyi görebilecek ve seçebilecek şuur seviyesine yükselebilmek, bilinçaltımızın derinlerine, adına iman dediğimiz 'çekirdek inanç'ları yerleştirmekle mümkün olabilmektedir. Doğru hayat şeklini bu şekilde isteyip ona ulaşabilmekteyiz.

Biz genellikle düşüncelerimizin önemi konusunda gereken farkındalığa sahip bulunmuyoruz. Düşüncelerimiz değişince hayatımızın ve geleceğimizin de değişeceğinin pek farkında olmuyoruz. Ezberle yoğrulmuş ve düşünmeyi/tefekkürü öğrenememiş basit zihinler, doğumundan başlayarak çevreden aldığı mesajlarla oluşan sahte bir benliğin, otomatik reflekslerin esiri haline gelmektedir. Kişi bu durumda seyirciden öte olaylara herhangi bir müdahale ve katkı yapamamakta; düşüncelerinin efendisi haline gelememektedir. Sanki kendi kafasının içinde kendi kontrolü dışında düşünen bir başkası vardır. Taklide dayalı bir hayat tarzı içinde ne istediğinden çok, ne istemediğine odaklanmış bir vaziyet sözkonusudur.

Bediüzzaman Hazretleri ''Kırk senelik hayatımda, otuz senelik ömrümde dört kelâm ve dört kelime öğrendim.'' der. Bakış açısının da niyet gibi eşyayı bizim hakkımızda değiştirdiğine dikkat çeker. Esasen Kuantum bu hakikatin deneysel olarak teyit edilmesidir. Buna göre işimizin ve fiilimizin küçüklüğü değil varlık üzerinde niyetimizin büyüklüğü ve ciddi teveccühü (ihlas) etkili olmaktadır. Bakışımızla âlemimizin rengini, şeklini değiştirebiliyoruz. Ya lehimize ya aleyhimize çevirebiliyoruz. Ağlayan bir insan için kâinat, ağlar gibi bir vaziyete bürünür. Neşeli bir insan için herşey mutludur. Tüm bunlar insanın düşüncesinin tabiattan ve çevremizden bağımsız olmadığının bir göstergesi... Düşüncemizin pozitif/hak yönde değişmesi (bâtıl inançlardan kurtulması) ile sadece kendi dünyamızın değil, genel dünyanın şeklinin ve gidişatının değişmesine sebep oluyoruz. ''Duanız olmazsa ne öneminiz var.'' İlahi hitabını hatırlayalım.

İnsan düşüncesi de Allah'ın koyduğu fıtrat -kuantum- yasalarına göre hareket ettiğine göre, önemli olan ''Nasıl bir öğrenme ve eğitime tâbi olmalıyız?'' sorusudur. Çünkü kuantum teorisi, fıtratta var olan öğrenme gerçeklerini gün yüzüne çıkarıyor. Kuantumla materyalist ve kaba anlayış yerine manevi temelli, bütüncül, esnek ve geniş bir anlayış hâkim olmaktadır. Dinin söyledikleri ile bilimin söyledikleri paralel hale geliyor. Fizik ötesini gündemimize sokarark dini bilimlerle fenni bilimlerin birlikte verilmesi gerektiğini söylüyor.

Dar bir bakış vererek, at gözlüğü takarak, öğrenciyi eline tutuşturduğu bir kaşık su ile avutmaya çalışan eğitim yapımız var. Cevapları belli soruları cevaplayıp duran, özgünlükle ve orijinallikle tanıştırmayan ve kopyalamayı öğreten bir eğitimle büyük düşünmeyi ve sınırsız ufku yakalatmak mümkün mü?

Zihne kanat, ruha vüs'at ve kalbe tatmin vermeyen eğitimle insanın zirvelere ulaşması nasıl mümkün olabilir? Tefekkürü öğretemeyen eğitimin, varoluştaki sırlara ulaştırmasının imkânı yok.

Kuantumda, gözlemci olduğunda varlık vardır. Eğer varlığından habersizseniz o da kendini göstermez, yok görünür. Gerçekten merak duymadığımız, ilgimizi çekmeyen bir şeyi yüz defa dinlesek veya okusak da o şey kendini gizleyecektir. Açık bir zihin yapısına sahip olup olayları doğru değerlendirmeye başladığınızda, sadece kendinizi değiştirme yetisine değil çevrenizi etkileme gücüne de ulaşmış oluyorsunuz. Âlemde varlığınız  bir anlam kazanıyor.

Klasik fizik anlayışının, Newton paradigmasının hâkim olduğu sosyal bilimlerde çalışan çoğu araştırmacı genellikle tek bir paradigma ya da nedensellik çizgisi ile yetinebileceğini düşünür. Klasik yaklaşımla eğitim, sadece bazı sınavlardan geçmek; kafaya, ne işe yaradığı ve nerede kullanılacağı öğretilmeyen bilgileri yığmak anlamonda bir bilmek olarak zannedildi uzunca yıllar. Halbuki bilmek, bildiklerimizin temellerini, dayanaklarını gösterebilmek demek; yani bilmek, kökleriyle, temel kavramlarıyla bilmek anlamına gelir.

Kuantum paradigması da göstermektedir ki; bilmek, öğrenme ile başlayan, öğrenmenin belki bir aşaması olan, belki de bir sonucu olan; ama sonu olmayan bir çabadır.

İnsan düşüncelerinin de kuantum özelliklerinden dolayı, kuantum paradigmasının temel değişmeleri eğitime şu şekilde uyarlanmaktadır: Farklı düşünceler desteklenmelidir. Her olay ancak gerçekleştiği ortamda ve o ortamın şartlarına göre değerlendirilmelidir. Bir olayın gerçekleşmesinde çok sayıda faktörün rol aldığı unutulmamalıdır. Bunları, kesinlik içerisinde değerlendirmemiz ve önceden kestirebilmemiz güçtür. Çoğu bilgiler (doğrular), onları çevreleyen şartlara bağlı olduklarından, o şartların varlığından sürekli olarak kuşku duyulmalıdır. Gözlem, deney, proje temelli ve senaryo destekli uygulamalarla, yaparak, yaşayarak, keşfe dayalı öğrenme tarzı ve metotları ikame edilmelidir.

 

 

Kaynak:

DePorter, B., Quantum Learning. Dell Publishing; Ağustos, 1992. Vella, J., Quantum Learning: Teaching as Dialogoe. New Directions For Adult and Continuing Education, No. 93, Spring