TR EN

Dil Seçin

Ara

Risale-i Nur Penceresinden Yaratılış Ve Fizik Kanunları

Risale-i Nur Penceresinden Yaratılış Ve Fizik Kanunları

Risale-i Nur külliyatının müellifi Bediüzzaman her bir türün bir ilk atası veya Âdem’i olduğunu ifade eder ve Darwin’in türlerin bir tesadüfler zinciri sonrası birbirinden evrimleşerek ortaya çıktığı tezini reddeder.

Bediüzzaman, yüzbinlerce türün her birinin ilk atalarının, sonradan ve birbirinden bağımsız olarak yaratıldıkları konusunda da jeoloji, zooloji ve botanik bilimleri ile hikmet denen her şeyin bir gayeye ve faydaya yönelik olduğunu ifade eden bilim felsefesini şahit gösterir.

Hatta daha da ileri giderek her varlığın var olma ve yok olma şanslarının birbirine eşit olduğunu ama var edildiğini dikkate vererek her türün herbir ferdinin de sonradan her şeyi hikmetle yapan bir sanatkârın kudret elinden çıktığını ifade eder. Delil olarak da Alfred Montapert’in ‘evrenin görünmeyen hükümeti’ olarak tarif ettiği kanunların gerçek bir varlığı olmadığını ve varlıklarının ekvator çizgisi gibi farazi olduğunu söyler. Sebeplerin şuursuz olduğunu ve dolayısıyla bu kadar hayret verici yaradılış silsileleri ve bu silsileleri oluşturan herbiri acayip birer ilahi makine olan sayısız fertleri son derece sanatlı bir şekilde hiç yoktan vücuda getirmeye kabiliyetlerinin olmadığını da ilave eder.1

Bediüzzaman’a göre, parçacıkların hareketinin arka planındaki kanunlara ve sebeplere olağanüstülük verilmesinin sebebi, olağanüstü bir varlığı kabul etmemekten doğan zorunluluk ve çaresizliktir:

“Ezeliyet-i madde ve harekât-i zerrattan [parçacıkların hareketi] teşekkül-ü enva’ [türlerin oluşumu] gibi umûr-u bâtılaya [asılsız işler] ihtimal vermek, sırf başka şeyle nefsini ikna etmek sadedinde olduğu için, o umûrun [işlerin] esas-ı fasidesini [bozuk olan esas, çürük temel] tebeî [dolaylı, kasdî olmayan] nazarıyla adem-i derkinden [anlamama, kavrayamama] neş’et eder [doğma, ortaya çıkma]. Evet, nefsini ikna etmek suretinde müteveccih [yönelmiş] olursa, muhaliyet [imkânsızlık] ve adem-i makuliyetine [akla uygun olmayış] hükmedecektir. Faraza kabul etse de, “tegafül-ü ani’s-Sâni’” [yaratıcıyı unutma, onu görmezlikten gelme] sebebiyle hasıl olan ızdırar [mecburiyet, çaresizlik] ile kabul edebilir.” 2

Bediüzzaman devamla üstün yaratılışlı bir varlık olarak, insanın özü itibariyle daima hakkı aradığını ve fıtraten hakikate meyilli ve taraftar olduğunu ifade eder, ve maksadının saadet olduğunu söyler. Ancak insan bazen yüksek kaliteli zannederek veya kaliteli bir şey bulma ümidi kaybedilince kalitesiz ürünlere talip olabildiği gibi, gerçeğin net olarak görülmediği durumlarda yüzeysel bakışın etkisi ve şartların da zorlamasıyla kolaycılığa kaçarak akıl, vicdan ve fıtratına rağmen gerçek dışı şeyleri gerçek olarak kabul edebilmektedir.

Bediüzzaman, gerçek olarak sunulan tezlerdeki çelişkileri dikkate vererek insanları insaf, akıl ve mantıklarını kullanmaya ve fikirlerin gerçekliğini sorgulamaya davet eder.

Örneğin varlıklardaki akılları hayrette bırakan eşsiz sanat ve güzellik ile kör tesadüfün nasıl bağdaşabileceğini, tüm bilim dalları her şeyin ilim ile yapıldığını ilan ederken yeni varoluşların arkasındaki gerçek itici gücün nasıl şuursuz sebepler olabileceğini ve gerçek bir varlığı olmayıp hayalde cisimleştirilmiş bir fikirden ibaret olan tabiatın nasıl varlıkların kaynağı olabileceğini sorgular.3

Bediüzzaman herbir parçacığın anlamlı bir düzen oluşturabilmesi için, komşularıyla bir araya gelip karşılıklı danışıp haberleşmesi, herbir parçacıkta bilim insanlarının akılları ile beraber siyasetçilerin diplomasisi olması gerektiğini söyler. Ve aklın bunu reddettiğini ifade eder.

Hakikatsiz fikirlere dolaylı olarak uzaktan bakıldığı zaman doğru olmalarına bir ihtimal verilebilir. Ancak inceden inceye derinlemesine inceledikçe, doğru olma ihtimali ortadan kalkar. Bediüzzaman’a göre herbiri birer sanat harikası olan varlıkları kör tesadüf ve parçacık hareketine vermek insanlığa yakışmaz:

“Evet, insan düşündükçe, cemi’ sıfat-ı kemaliye [mükemmelliği ve eşsizliği gösteren tüm sıfatlar] ile muttasıf [vasıflanmış] olan Sâni’den [her şeyi mükemmel ve sanatlı bir şekilde yaratan Allah] istiğrab [garipseme] ve istinkâr [inkâr] ettikleri şu hayret-efza [hayret veren] masnuatı [sanatlı bir şekilde yaratılan varlıklar] tesadüf-ü amyâya [kör tesadüf] ve hareket-i zerrata [zerrelerin, atomların hareketi] isnat ettikleri [dayandırma] için, insanı insaniyetten pişman eder.” 4

Bediüzzaman varlıklara açık bir göz ve uyanık bir kalp ve önyargıdan arındırılmış bir akıl ile bakar, ve sap ile samanı ayırarak rastgele parçacık hareketlerinin bir sonucu olarak ortaya çıktığı iddia edilen kuvvet ve şekillerin türlerin özünü oluşturamayacağına dikkatleri çeker:

“Harekât-ı zerrattan husulü [hasıl olma, meydana gelme] dava olunan [iddia edilen; öne sürülen] kuvvet ve suretler, araziyetleri [zâtî olmayan hâl ve keyfiyet] cihetiyle enva’daki [nevler, çeşitler, türler] mübayenet-i cevheriyeyi [cevherdeki farklılık, öze yönelik ayrılık ve farklılık, her nev’in cevherinin ve fıtrat-ı asliyesinin birbirinden farklı ve ayrı oluşu] teşkil edemez. Araz [bir varlığın bizzat kendinde olmayan ve ona ilişen, takılan özellikler] cevher [öz, bir şeyin özü, esası, fıtratı] olamaz.”5

Gözlemlere ve aklî muhakemeye dayalı bu tespitten sonra Bediüzzaman, türleri ve türlerin alt gruplarını birbirinden ayıran bütün özelliklerin adem-i sırf diye tabir ettiği mutlak yokluktan yani hiç yoktan var edildikleri hükmünü çıkarır.

 

Kaynaklar:

1. Said Nursi, Muhakemat, Unsur-ul Akide, s. 134, http://www.nuriklimi.org.

2. Said Nursi, Muhakemat, Unsur-ul Akide, s. 135, http://www.nuriklimi.org.

3. Said Nursi, Muhakemat, Unsur-ul Akide, s. 135, http://www.nuriklimi.org.

4. Said Nursi, Muhakemat, Unsur-ul Akide, s. 137, http://www.nuriklimi.org.

5. Said Nursi, Muhakemat, Unsur-ul Akide, s. 137, http://www.nuriklimi.org.