TR EN

Dil Seçin

Ara

Nobel Fizik Ödülleri Big Bang’a Gitti!

“Gökleri ve yeri hak ile yaratan O’dur. O ‘Ol’ dediği gün her şey olur.” 

— En’am Suresi, 73

 

2006 yılında verilen Nobel Fizik Ödülü’nü ABD’li bilim adamları John C. Mather ve George F. Smoot aldı. Ödülü alma nedenleri ise Big Bang teorisine olan katkılarıydı.

Bu iki bilim adamı NASA’nın COBE uydusundan gelen verilere dayanarak 1989 yılında yaptıkları ölçümlerde, evrenin doğumundan 380.000 yıl sonraki halini gözlemlemeyi başardılar. Evrenin tarihinde bu kadar geriye gidilmesi o zaman için büyük bir aşamaydı.

Ancak bu ödülü daha da anlamlı kılan nokta, teoriye evrensellik niteliği kazandırması ve teoriyle ilgili tartışmalara açıklık getirmesiydi.

Big Bang’den önce bilim adamlarının çoğu, sonsuzdan beri var olan bir maddeler bütünüyle karşı karşıya olduklarını sanıyor ve evren için bir ‘yaratılış’, yani başlangıç olduğunu kesinlikle düşünmüyorlardı. Bunda, hiç kuşkusuz, sahip oldukları materyalist dünya görüşünün etkisi büyüktü. Çünkü evrenin bir başlangıcı olması, Allah tarafından yaratıldığı anlamına geliyordu. Bu da materyalist bilim adamlarının felsefi olarak asla kabul edemedikleri bir şeydi. Nitekim ünlü materyalist Georges Politzer’in ifadeleri bu gerçeğin açık bir göstergesidir: “Yaratılışı kabul edebilmek için, her şeyden önce, evrenin var olmadığı bir anın varlığını, sonra da, hiçlikten (yokluktan) bir şeyin çıkmış olduğunu kabul etmek gerekir. Bu ise bilimin kabul edemeyeceği bir şeydir.” İşte şu an bulunduğumuz noktada bilim artık bu seçeneği de masanın üstüne koymak zorunda kaldı. Zira Big Bang’in yaşandığına dair deliller yıllar geçtikçe artıyor. İşte bu delillerin tarihsel sırasına göre en önemlilerini ya da başka bir ifadeyle big bang teorisinin tarihsel seyrini şu şekilde sıralayabiliriz:

• 1920’li yıllarda, modern astronominin gelişimiyle birlikte Belçikalı astronom Georges Lemaitre, Einstein’in genel görecelilik kuramına dayanarak evrenin bir başlangıcı olduğunu ve bu başlangıçtan itibaren sürekli genişlediğini öngördü. Ayrıca, bu başlangıç anından arta kalan radyasyonun da günümüzde saptanabileceği anlamına geldi.

• Amerikalı astronom Edwin Hubble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru kayan bir ışık yaydıklarını saptadı. Bilinen fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar. Hubble, yıldızlar ve galaksilerin yalnızca bizden değil aynı zamanda birbirlerinden de uzaklaştıklarını buldu. Bu durum evrenin genişlediği anlamına geliyordu.

• Hubble’ın ortaya koyduğu evrenin genişlediği gerçeği, kısa bir süre sonra yeni bir evren modelini ortaya koydu. Evren genişlediğine göre, zamanda geriye doğru gidildiğinde çok daha küçük bir evren, daha da geriye gittiğimizde “tek bir nokta” ortaya çıkıyordu. Yapılan hesaplamalar, evrenin tüm maddesini içinde barındıran bu “tek nokta”nın, korkunç çekim gücü nedeniyle “sıfır hacme” sahip olacağını gösterdi. Evren, sıfır hacme sahip bu noktanın patlamasıyla ortaya çıkmıştı. Bu patlamaya “Big Bang” (Büyük Patlama) dendi.

• Big Bang’in gösterdiği önemli bir gerçek vardı: Sıfır hacim “yokluk” anlamına geldiğine göre, evren “yok” iken “var” hâle gelmişti. Bu ise, evrenin bir başlangıcı olduğu anlamına geliyor ve böylece materyalizmin “evren sonsuzdan beri vardır” varsayımını geçersiz kılıyordu.

• 1948 yılında George Gamov, evrenin büyük patlama ile oluşması durumunda, evrende bu patlamadan arta kalan belirli oranda bir radyasyonun olması gerektiğini ortaya attı. Üstelik bu radyasyon evrenin her yanında eşit olmalıydı.

• Buna dair kanıtlar kısa zamanda bulundu. 1965 yılında, Arno A. Penzias ve Robert W. Wilson adlı iki araştırmacı radyo teleskoplarındaki kaynağı belirsiz bir gürültüyü gidermeye çalışırlarken sonradan “Kozmik Fon Radyasyonu” adı verilecek olan bir radyasyon keşfettiler. Bu, evrenin tümüne dağılmış bir radyasyondu. Böylece uzun süredir evrenin her yerinden eşit ölçüde alınan ısı dalgasının, Big Bang’in ilk dönemlerinden kalma olduğu ortaya çıktı.

• Yazının başında bahsettiğimiz 2006 Nobel Fizik Ödülü’nün sahibi olan bilim adamları Smoot ve Mather, COBE uydusunu uzaya gönderdiler, bu gelişmiş uydu Penzias ve Wilson’un ölçümlerini doğruladı.

• Bir diğer önemli delil ise, uzaydaki hidrojen ve helyum gazlarının miktarı oldu. Günümüzde yapılan ölçümlerde anlaşıldı ki, evrendeki Hidrojen-Helyum gazlarının oranı, Big Bang’den arta kalan Hidrojen-Helyum oranının teorik hesaplanmasıyla uyuşuyordu. Eğer evren, bir başlangıcı olmadan, sonsuzdan geliyor olsaydı, evrendeki Hidrojen tamamen yanarak Helyuma dönüşmesi gerekirdi.

On yıllar boyu yapılan astronomik gözlemlerin oluşturduğu testler karşısında sürekli doğrulanma yönünde sonuçlar alınan Big Bang teorisi, evrim teorisi gibi aleyhinde pek çok delilin öne sürüldüğü teorilerin yanında en azından bugün itibariyle çok daha güvenilir ve inandırıcı bir pozisyona sahip görünüyor. Günümüzde astrofizikçilerin büyük çoğunluğu tarafından kabul gören Big Bang, Allah’ın evreni yoktan var ettiği gerçeğini destekleyen bir teori olması hasebiyle inançlı insanların da merakla takip ettiği bir teori konumunda. Öyle görünüyor ki, 2006 Nobel Fizik Ödülü’nün Big Bang teorisine katkı sağlayan bilim adamlarına verilmiş olması, bilim dünyasının materyalist doğasının gün geçtikçe zayıflamakta olduğunun bir işareti.