TR EN

Dil Seçin

Ara

Zerrelere de Nobel Ödülü Verelim!

Zerrelere de Nobel Ödülü Verelim!

“DNA araştırmacısı Amerikalı Craig Venter, laboratuvarda bulunan kimyasal malzemelerden sentetik bir kromozom ürettiklerini bildirdi. Venter’in, aralarında Nobel ödüllü Hamilton Smith adlı bilim adamının da bulunduğu 20 kişilik bilimsel ekibinin elde ettiği sentetik kromozom, şimdiye dek başarılamayan bir biyolojik mühendislik harikası olarak görülüyor. Venter, ‘Bu kendi türümüzün tarihinde çok önemli felsefî bir adım. Genetik şifrelerimizi okumaktan bunu yazmaya doğru gidiyoruz’ diye konuştu.” (aa)

***

Evet, yirmi bilim adamının, ‘şimdiye dek başarılamayan biyolojik mühendislik harikasını’ ortaya koyması, gerçekten de takdir edilecek bir durum. Neticede insan nevi adına büyük bir başarı. Azmin mükâfatı...

Ancak çoğu zaman takdir ve tebrikte unutulan, halbuki takdirin en büyüğünü sunmamız gereken biri daha var!

O da, her dâim gözümüz önünde ‘biyolojik mühendislik harikaları’ ortaya koyan, dahası mevcut bütün mühendislik alanlarının, projelerinin ve eserlerinin, Onun Mukaddir ve Adl isimlerinin varlık âlemindeki yansıması olan Cenâb-ı Hak.

İnsanoğlu ne garip bir varlık, değil mi? Şu uçsuz bucaksız kâinattaki yaratılış şifrelerini, biraz olsun çözer gibi olduğunda veya bu şifrelerden hareketle var olana şekil ve yön verme gücünü biraz olsun kendinde hissettiğinde, hemen kendisini takdire, hatta Nobel ödüllerine lâyık görür de; her an, her saniye ‘hiç yoktan’ (adem-i sırftan) kendisi dahil sayısız varlıkları ‘mükemmel bir biyolojik mühendislik harikası’ olarak yaratan Rabbini aklına bile getirmez, o Büyük Sanatkâr’ı “Mâşallah, barekâllah” senalarıyla takdir etmez…

Var olan genetik şifrelerle oynama sonucunda ‘sentetik yaşam biçimi’ oluşturduğunu düşünerek yere göğe sığmaz hale gelir; ama o kodlar dahil her varlığı sonsuz ilim ve kudretiyle yoktan yaratarak, her dâim sayısız hayatlar bahşeden Hayy ve Muhyî olan Rabbini unutur…

Daha hayret verici olanı ise, en üstün varlık olarak gördüğü kendisinin bile, değil var etmekte, anlamakta bile aciz kaldığı bu yaratılış harikalarını, cansız ve şuursuz olan zerrelere isnat etmekten kaçınmaz…

“Haydi öyleyse, bir Nobel ödülü de zerrelere verin!” diyesi geliyor insanın. Öyle ya, madem bütün bu harikalar, zerrelerin/genetik kodların mahareti, öyleyse asıl ödülü onlara vermeli!

Heyhât! İnsanoğlunun basîreti bazen ne kadar da bağlanıyor. Halbuki düşünse, “bir harf bile kâtipsiz olmaz,” nasıl olur da bu komplike yapıdaki genetik şifrelerin bir yazanı, kodlayıcısı olmaz?

Bediüzzaman, Mesnevi-i Nuriye isimli eserinde, “Esbâbın (sebeplerin) sultanı olan insan, böyle eli bağlı, tesirsiz olursa, öteki esbâb-ı câmide (cansız sebepler) ne halt edebilir?” der.

Aslında insanoğluna biraz düşünmek, azıcık tefekkür etmek yetiyor. Yaratıcının eserleri, delilleri o kadar çok ki...