“Amerikalı bilim adamları yardım kuruluşlarına bağış yapan insanların beyinlerinde, en sevdiği yemeğin veya çikolatanın yendiği zaman aktif hale gelen bölgelerin yine aktif hale geldiğini tespit etti. Bu bulgudan yola çıkan bilim adamları yardım etme hissinin beyinde zevk hissi veren sinir uçlarını harekete geçirdiğini söylüyor.” (Sabah, 18.6.2007)
Bu tespit, İslâm’ın, insanlığın “fıtrat dini” olduğunun da bir ispatı. Zira İslâm’ın da emrettiği yardım etme, sadaka ve zekât verme gibi bütün hayır ve iyilikleri işleyip de zevk duymayan olmasa gerek.
Bu konuyla ilgili Bediüzzaman Hazretlerinin de ilginç bir tespiti vardır:
“Cenâb-ı Hakk, kemâl-i kereminden ve merhametinden ve adâletinden, iyilik içinde muaccel bir mükâfat ve fenalıklar içinde muaccel bir mücâzat derc etmiştir.” (28. Lem’a’nın 22. Nüktesi)
Demek ki, yapılan iyilikler, insana peşin bir mükâfakat bahşetmektedir. Benzer şekilde, işlenen kötü fiiller de peşin bir cezayı beraberinde getirmektedir. Bediüzzaman her iki şıkkın örneklerini, çok açık bir şekilde 28. Lem’a’nın 22. Nüktesinde verir. Dileyenler oraya bakabilir.
Haberde, ‘yardım etme’ fiilinin, beyinde zevk hissi veren sinir uçlarını harekete geçirdiği söylenmiş. Bunun, Yaratıcı tarafından insana verilen “peşin bir mükâfat” olduğu düşünülebilir.
Aslında bütün iyiliklerin kaynağı olan imân, insanın sürekli zevk almasını sağlar. Bunun içindir ki, “İmân bu dünyada dahi manevî cennet lezzetlerini tattırır.” denilmiştir. Yine “Hakiki zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imândadır.” denilmesi de bundandır.
Bediüzzaman, yardım etme fiilinin temelinde yatan “merhamet/acıma” duygusunu kullanmanın, insana ahiret sevabını hissettirecek derecede büyük bir zevk verdiğini söyler. Hatta bazen öyle lezzet verir ki, bu duygu, meselâ bir annede yavrusu için hayatını feda edecek dereceye varır. Gerçekten de annenin yaptığı bu fedakârlık, başka ne ile izah edilebilir?
Görülmektedir ki, aslında Rabbimizin biz kullarından istedikleri, yaratılışımıza da uygun olan şeylerdir. Ki, biz bunları yaptığımızda ‘zevk’ de duyarız.
Öyleyse buradan, şöyle bir tevhid nurunun parladığını da söyleyebiliriz: İnsanlara yardımda bulunmamızı isteyen Zât kim ise, yardım ettiğimizde bize zevk ve lezzeti veren de o Zât olmalıdır. Ve O Zât (cc), birbirimize yardım ve iyilik etmemizi istemektedir.