TR EN

Dil Seçin

Ara

Hep Mi Vardık, Yaratıldık Mı?

Hep Mi Vardık, Yaratıldık Mı?

Bir insan için doğum noktasında, yani sıfır noktasında başlayan yol bu ayrımdan geçtikten sonra sonsuzluğa açılan yeni bir başlangıç olan ölümle bir kez de yapı değiştirir.

 

İnsanın kainattaki macerası, çöldeki dümdüz bir yolda gitmeye benzer. Bu maceramızın üzerinde cereyan ettiği yolun, bildiğimiz yollardan farkı, onun yapısal olarak asfalt, toprak, parke ya da stabilize değil de zamandan müteşekkil olmasıdır. Bu yol dümdüz ve sadece hep ileriye gidilebilen bir yapıdadır ama bir kereliğine çok keskin ve önemli bir kavşaktan ya da yol ayrımından geçeriz.

Bir insan için doğum noktasında, yani sıfır noktasında başlayan yol bu ayrımdan geçtikten sonra sonsuzluğa açılan yeni bir başlangıç olan ölümle bir kez de yapı değiştirir. Bu yolculuk sıfırdan sonsuz olarak adlandırdığımız ve aklımızın almadığı yere giden, sonu olmadığından “uzun” kelimesinin bile manasız kaldığı bir yoldur.

Peki yol üzerindeki bu çok keskin dediğimiz ayrım noktası nedir? Neyi belirler?

Bu ayrım noktası, belli bir akli olgunluğa eriştiğimizde, aklımıza danışarak:

  • Üzerinde seyahat ettiğimiz bu yolun bir başlangıcı olduğuna ve birisi tarafından yapıldığına ya da;
  • Üzerinde seyahat ettiğimiz bu yolun bir başlangıcı olmadığına yani hep var olduğuna ve nereye vardığının belirsiz olduğuna,

karar verdiğimiz andır.

Yol ayrımı bir andır; zira dediğimiz gibi yol zamandan yapılmıştır.

Ayrımda ya “bu yolun başlangıcı yok, çünkü hep vardı” seçeneğini ya da “bir başlangıcı ve başlatıcısı var” seçeneğini tercih eder ve oradan devam ederiz maceramıza.

Hep vardı ya da bir başlangıcı olmalı seçeneklerinin ikisinde de elimizde kainata ait şu gerçekler vardır: Kainat zaman, matematik, fizik ve maddenin kuralları ile işler.

Zaman, madde, fizik ve matematik için yaptığımız bu yaklaşımda karşımıza temel bir soru ve buna bağlı bir kabul çıkar buna göre;

Evren (kainat) hiç olmayabilecekken niçin vardır?

Ateizmin şu anki temelinde, başlangıcı olmayan bir geçmişten gelen yani hep varolan, sonsuz yoğunluktaki maddenin aniden patlaması, bu patlama esnasında da zaman, matematik, fizik gibi bilimleri ve maddeyi oluşturması vardır. Buna patlamaya bilimde “big-bang” adı veriliyor. Yaratıcının varlığını kabul etmediğinde, bu patlamanın fiziği, matematiği, maddeyi ve de zaman dediğimiz kavramı da oluşturduğunu kabul etmek zorunda kalıyor modern bilim. Aksi takdirde zamanda geriye doğru sonsuzluğu kabul etmek zorunda kalır ve yaratıcıyı kabul etmediği takdirde tüm modern bilim çöker. Bu sebeple inanç temelli olmayan bilim mecburen kabul eder ki big bang öncesinde uzay yok, zaman yok, bilim yok, tek noktaya sıkışmış “hiçlik” vardır.

Eğer zaman, matematik, fizik ve maddenin bir patlama neticesinde kendiliğinden oluştuğunu kabul etmezseniz, ateizmi temel alan modern bilim anlayışına göre de bir yaratıcının olduğunu kabul etmek gerekiyor; zira kainatta henüz sonsuz bir şey keşfedilmedi. Sonsuzluk sadece zihinde hayal olarak varlığını sürdürebilen bir kavram. Kainatı oluşturan atomların sayısı dahi sonsuz değil. Bu durumda sonsuz diye bir kavramın kainat sisteminde ve bu alemde bir gerçekliği yoktur. Gerçekliği olamayan bir sonsuzluk kavramı ise bizi ateizm temelli bilimde hiç başlamamış ama hep var olan bir geçmişe götüremez. Sonsuzluk geriye doğru var olabilir mi? Yani hep vardık hiç başlangıcımız olmadı?

Ama ateizm ya da inanç temelli bilimin ortak bir kabulü vardır. Buna göre;

Hem ateizm hem de inanç temelli bilim ışığında en fazla 14 milyar yıl geriye doğru gidebiliyoruz. Astrofizik, matematik ve uzay-zaman bizleri 14 milyar yıl öncesinde her şeyin tek bir noktaya toplandığı bir ana götürüyor. Bundan öncesi ise yok. Burada mecburen zamanın patlama ile kendiliğinden ortaya çıktığı ya da yaratıldığı kabul edilmek zorunda. Aksi takdirde… (düşünün bakalım hep vardı başlangıcı yok)

Yine de zorlayıp soralım: Peki ya 14 milyar yıldan daha öncesi?

Modern bilim yaratıcının varlığını kabul etmediği takdirde o tarihten “önce” diye bir kelimenin varlığı yok, çünkü zaman henüz yok. “Önce” kelimesi ancak zaman varsa manası olan bir kelimedir.

Modern bilime yaratıcının varlığı ile birlikte inananlar için ise o tarih bildiğimiz bilim dahil her şeyin yaratıldığı tarihi arayışımızda şu an en geriye gidebildiğimiz en uzak nokta. Şu anda tespit edebildiğimize göre bildiğimiz manadaki, bilim, madde ve zaman o tarihte “yaratılmıştır.”

Tekrar değerlendirecek olursak, sonsuzluk sadece zihinsel bir kabuldür, başlangıcın olmaması, sonsuz bir geçmişten beri kainatı oluşturan maddeler vardı diye bir kabul olamaz. Bu durumda da isteseniz de istemeseniz de bir başlangıcın olma zorunluluğu Allah’ın varlığını ispat eder.

Bir de başka açıdan bakalım onun var olmasının zorunlu olduğuna.

Şimdi 1942 yılına gidelim sözgelimi. İkinci dünya savaşının ortasındayız. Birçok modern fizik ilkesini ortaya koyan Einstein dahil birçok seçkin bilim adamı o tarihte hayatta. Bunları o tarihte bir araya toplayarak, önlerine günümüzün akıllı cep telefonlarından birini koyuyoruz. Bu gelmiş geçmiş en üst düzey bilim kuruluna bir soru soruyoruz. “Sayın bilim insanları, bu cihazın nasıl çalıştığını ve ne işe yaradığını bilemiyoruz. Sizce bunu nasıl öğrenebiliriz?”

Bu bilim insanlarından gelecek muhtemel cevaplar tabii ki son derece doğru ve mantıklı olacaktır:

  • Bunu üreticiye niçin sormuyorsunuz?
  • Bunu, cihazın mucidine sorarak öğrenebilirsiniz.
  • Bu soruyu tabii ki bu cihazı tasarlayana sormanız lazım...
  • Kullanım kılavuzu yok mu?

Görüldüğü gibi, bizim de bilim adamlarının da bilemedikleri ve kendi zamanlarının ötesinde gelişmiş bir cihaz için bir kullanma kılavuzu, bir tasarımcı, bir imalatçıyı sorgulamaları lazım.

Ancak bu soruyu sorduktan sonra eğer biz:

-Bu uzaydan yere düştü, dünya kaynaklı değil, bilemedik ve anlayamadık, o yüzden sizleri toplayıp sorduk!

dersek, hemen…

  • Demek ki uzayda akıllı hayat var ki bu yapılmış diye düşünüp cihazdan çok onu yapana odaklanacaklardır. O noktada cihaz ne kadar esrarengiz olursa olsun “YAPAN” daha büyük önem kazanacaktır ve yapanı bulup onunla tanışmak, onu tanımak bu soruları ona sormak mantıklı hale gelecektir.

Kainat ve dünya için hala bilemediğimiz birçok konu var fakat en iyi bildiğimiz gerçek bilemediklerimizin hala bildiklerimizden çok fazla olduğunudur. Yani kainat ve onu oluşturan şartlar, aynı yukarıdaki örnekteki zamanın ötesindeki cihaz gibi, halen keşfedilebilmiş değil. Kainat zaman olarak bizim çok ötemizde gelişmiş durumda;

Peki bilinmeyen bir cihaz gibi, halen keşfedemediğimiz kainatı öğrenmenin yolu nedir diye sorduğumuzda niçin “imalatçıdır”; “mucidine soralım”; “tasarımcısı bilir” diyemiyoruz? Yani bunu halen keşfedemediysek, teknolojisi bizden ileri ise mutlaka bunu bir “YAPAN” vardır dememiz gerekmiyor mu?

Görüldüğü gibi, kainatın hala bilgimizin, modern bilimin çok ötesinde olması ve önceki paragraflarda anlattığım üzere zamanın yaratılmış olmak zorunda olan bir gerçeklik olması bize kesinlikle bir yaratıcının varlığını ispat eder.

İşte Kainatın işleyişi konusunda ne kadar geri olduğumuzu ayrı bir kanaldan ispat eden son derece güncel bir örnek;

Modern bilim uzay-zaman konusunda hala o kadar geridir ki, atom çağı, uzay çağı, bilgisayar çağı diye adlandırdığımız yıllarda, bilgimizin en üst düzeyde olduğunu düşündüğümüz bir anda 1998 yılına kadar Evrenin genişleme hızının azaldığını zannediyorduk. Ancak 1998 de tamamlanan bir çalışma neticesinde Evrenin genişleme hızının gittikçe arttığını öğrendik.

Öğrendik ama şoke olduk zira bu tamamen modern bilime aykırı. Çünkü bir şeyin hızı gittikçe artıyorsa ona sürekli bir güç uygulamak zorundasınız. Peki bu gücün kaynağı nedir? İşte bu yeni keşfedildiğinden ve hala ne olduğu konusunda en ufak bir bilgimiz olmadığı için bilim dünyası buna “karanlık enerji” ismini koydu. İnsanların aya gittiği yıllarda uzayı fethettiğimizi zannediyorduk ama aynı tarihlerde karanlık enerji deseniz kimse neden bahsettiğinizi anlamazdı ama şimdi biliyoruz ki, kainatın %74’ü karanlık enerjiden, %22’si karanlık maddeden, %3,6’sı Galaksiler arası gazdan ve SADECE %0,4’ü yani binde dördü yıldız, gezegen vs. olarak adlandırdığımız yapılardan oluşmuştur. Görebildiklerimiz veya varlığını tespit edebildiklerimiz karanlık madde ve karanlık enerji dışında kalan küçük bölümdür.

İşte aynı geçmişteki bilim adamlarının karşısına koyduğumuz zamanın ötesindeki bir cihaz için onların bize “üreticiye” sormamızı tavsiye etmeleri gibi, %96’sı için hiçbir fikrimiz olmayan kainat için kendiliğinden oluşmuştur safsatası yerine, tasarımcıya yönelmekten başka mantıklı bir seçenek yoktur.

Peki bu, niçin Allaha inanıyoruz ve niçin İslam’a yöneliyoruz sorularına cevap veriyor mu?

Elbette her ikisine de cevap VEREMİYOR, zira buraya kadarki gerçekler, sadece Allah’ın ya da bir yaratıcının varlığını kabul etmemizi gerektirir. Bu anlattıklarım ne İslam’ın en mükemmel din ne de Kuran’ın kutsal bir kitap olduğunu ispat edemez. Bunun için bambaşla bir açıdan girmemiz lazım konuya.

Ancak her şey zaten bir yaratıcının varlığını kabul ve idrak etmekle sadece ayrım noktasından sonraki bölümü başlatıyor. Zamandaki o keskin yol ayrımımızda temel kararı veriyoruz. Yaratıldık mı, yoksa hep mi vardık?

Yaratıldık dersek ki, bilime, akla ve mantığa uyan halen ve gelecekte de bu olacaktır; peki bu kKainat eserinin sahibi kimdir, onu nasıl tanırız ve onunla irtibat kurmamız mümkün müdür? Bu konuda bize sunulmuş bir iletişim kanalı veya komünikasyon cihazı var mıdır?

Elbette vardır.

Hem de kainatın koskoca bir kitabı, adeta bir kullanma kılavuzu vardır.

Peki bu nedir? Bunu da gelecek yazımızda inceleyelim inşaallah.