TR EN

Dil Seçin

Ara

Neden Allah, Niçin Kur'an?

Kur’an’ın eşsiz ses uyumu, edebi yanı, matematiksel örgüsü, muhteşem içeriği ve her çağda o çağa uygun olarak ortaya çıkan sırları, 1400 yıldır en ufak bir taklidinin yapılamamış olması onun bir insan eseri değil, kutsal bir kitap olduğunu net olarak ortaya koymaktadır.

 

Bu yazımızda şu soruya cevap arayacağız:

Allah var ama Kur'an gerçekten onun eseri mi, yoksa O'nun peygamberi olduğunu iddia eden bir insan tarafından kaleme alınmış bir kitap mı?

 

Ateizm ya da inanç temelli bilim, her ikisi de biri 14 milyar yıl öncesinde her şeyin tek bir noktada birleştiği bir ana götürmüştü ya, işte o noktaya gidelim. Madem insanlığın tümü, inananı veya ateisti bu noktanın varlığından ve tarihinden şüphe duymuyor; üstelik o çok güvendiğimiz benliğimiz ve aklımızla bunu ancak 20. yüzyılın 2. yarısında keşfettik; Nasıl olmuş da, insan yapısı olduğu iddia edilen bir kitap 1400 sene önceden bizim yeni keşfettiğimiz ve 14 milyar yıl önceye uzanan başlangıç olarak düşündüğümüz noktayı aynen bilimsel tespitimize uygun şekilde haber vermiş?

“İnkâr edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?” (Enbiya, 30) deniyor.

Yani modern bilimin big-bang teorisi ya da kabulünde olduğu gibi her şey birleşikken ben onları ayırdım diyor tasarımcı. Bir de soruyor görmediler mi? Peşinden de eskiden bakanların ne alaka diyecekleri ama ancak 20-21. yüzyılda anlaşılacak sudan yaratma konusunu dile getiriyor.

Allah aşkına; ya da bilim aşkına tek cümlede, senelerdir sürdürülen ‘origins’ araştırmasına cevap verilmemiş mi?

Peki geri dönelim. Önceki yazımızda örnek verdiğimiz, gelmiş geçmiş en güçlü bilim kurulunda bir araya getirdiğimiz bilim insanlarının 1942’de önlerine koyduğumuz modern zamanın akıllı cep telefonunun özelliklerini bir kağıttan okuyup kendilerine anlatmaya başlayalım. Sonra cihazın onları nasıl büyülediğine aldırmadan soralım: “Bu kağıttakileri yazan sizce kim olabilir?”

Cevabı tahmin ediyorsunuz;

“Üretici, mucit, tasarımcı… Ya da yapan uzaylılar.”

Cevaplardaki anafikir nedir?

Birisinin buna bir el atmış, bunu hazırlamış olmasıdır.

Peki kitabında kainatı nasıl yarattığını anlatan ve anlattıkları, elimizdeki tüm verilerle birebir çakışan kim olabilir?

Sorunun cevabını nasıl verdiğinizi duyar gibiyim…

“Görmediler mi?” diye soruyor ya kendisi…

Gördük elbette, O tek olan ve her şeye gücü yeten birisi…

Peki; buradan sonra Kur’an’ın gerçekliğine inanmayanların iddiaları ile ilgili, hem ruhbilim, hem sosyal bilimler hem de edebi gerçekler ışığında bir inceleme yapalım.

Kur’an’ın Allah’ın kitabı olmadığını iddia edenlerin inandığı şudur: Bir kitap var, yani birisinin bunu yazmış olduğu ortada, ancak yazarı Müslümanların iddia ettiği gibi Allah değil, Mekke doğumlu ve peygamber olduğunu iddia eden Hz. Muhammed’dir (sav.)” diyorlar. Çünkü onlar yukarıdaki gerçekler ışığında, bir yaratıcının varlığına inanıyor veya inanmıyor olsalar da Kur’an’ın kutsal bir kitap olduğuna inanmıyorlar. Onlara göre Kur’an, Peygamberimiz (sav.) tarafından kaleme alınmış bir kitaptır. İçindekileri bir insan yazmıştır. Bunlar Allah’ın sözleri değil, peygamberlik iddiasındaki bir insanın sözleridir. Ama şunu da itiraf ediyorlar ki, şüphesiz bu alelade bir yazarın yapabileceği bir şey değildir. Yani onlar Peygamberimizin (sav.) çok üst düzey zekaya sahip, yetenekli, edebi kabiliyeti çok üstün olan bir insan olduğunu, belki de metafizik güçleri olan bir insan olduğunu (büyücü!) ama kesinlikle Allah’ın elçisi olmadığını iddia ediyorlar.

Bu konudaki inancımızın gerçekliğini, İslami değerlerden yola çıkarak ispat etmeye kalkışmanın bir manası yoktur. Zira bu kişiler İslam’ı kabul etmiyorlar zaten. Ama yine de onlar Kur’an’a ve İslam’a inanmasalar da, inanmadıkları kitapta onlara karşı ciddi bir meydan okuma var ve gerçekten 1400 senedir buna cevap veremediler!

Bakalım Kur’an’ın kendisinde bir insan tarafından yazılmış olabileceği iddialarında karşı ne deniliyor?

“Eğer kulumuz (Muhammed)e indirdiğimiz (Kur’ân)dan şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin, Allah’tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın; eğer doğru iseniz.” (Bakara, 23)

Bu henüz başarılabilmiş değil. O mükemmel edebi üslubu, ses uyumu, ahengi, ne nesir ne de nazım usulle yazılan ve bir taraftan matematiksel örgü ile örülen bu kitap, henüz insanlarca bir suresi dahi taklid edilebilmiş bir eser değildir.

Kaldı ki söz sanatlarının doruğa ulaştığı 1400 sene öncesinin Arap dünyasında dahi bu yapılamamıştır. Düşünün ki, 1400 seneden daha da öncesinde bile Arapların kutladığı 2 büyük olay vardı. Biri bir erkek çocuğunun dünyaya gelmesi diğeri ise içlerinden bir ŞAİR çıkmasıydı. Yani söz sanatlarının büyük öneme sahip olduğu bir dönem olduğunu iyi anlamamız için bunu göz önüne alalım. Bu dönemin en iyi söz ve edebiyat ustaları bile o zamanlar Kur’an hakkında “Bu insan elinden çıkmış olamaz” yorumunu yaptılar.

Günümüze kadar geçen 1400 yılda Kur’an’a benzer en ufak bir taklit eser ortaya konamamıştır. Bu süreçte en ünlü eserlerin, söz gelimi tabloların, konçertoların, tiyatro eserlerinin, roman ve hikayelerin kopyaları veya benzerleri ortaya konmuştur. Ama sahibi tarafından “ona benzer bir sure getirin” şeklinde meydan okunduğu halde, 1400 yıldan günümüze kadar hiçbir tarihte Kur’an benzeri, onun kadar çok okunan, sevilen, ezberlenen bir kitap ya da bir suresinin benzerini bulamazsınız.

Buna rağmen tekrar soralım ve bu sefer ruhbilim açısından cevaplayalım: Kur’an gerçekten Allah’ın kitabı mıdır yoksa onların iddialarındaki gibi son peygamber olduğunu iddia eden bir insan tarafından mı yazılmıştır?

Bu iddiada İslam’a göre doğru olan tek bir nokta var. O da Kur’an’ın insanlığa ulaşmasında bir insanın rolü olmasıdır. Ancak bu rol yazarlık değil, ruhi ve fiziki alemler arasında aracılıktır. Peygamberimiz (sav.) bir insandır ve tüm özellikleri bir insanın özelliklerine uygundur. Duyuları ve duyguları vardır. Espri yapılırsa tebessüm eder, üzüldüğünde gözyaşı döker. Hisleri bizler gibidir. Canı yanar, sıcak bir günde susamışken kendisine buzdolabından çıkmış soğuk bir bardak su ikram etme şansımız olsa bundan mutlaka bizim gibi bunu yudumlarken keyif alacaktır. Mutlaka karnı acıkır ve mutlaka nefes alır.

Daha doğmadan babasını, daha minicikken en hassas yaşında annesini kaybetmiştir. Annesine olan özleminden dolayı döktüğü gözyaşları en az herhangi bir insanın döktüğü gözyaşları kadar etkilemiştir onu. Bu yaşından sonra birçok akrabasını, daha ileri yaşlarında en sevdiği arkadaşlarını işkence ile ya da savaşlarda şehit vererek kaybetmiştir. En sevdiği eşi, genç ve çocuk yaştaki evlatları vefat etmiştir. En sevdiği beldeden uzaklaşmak, hayatının önemli bir bölümünü oranın hasreti ile geçirmek zorunda kalmıştır. Dünyaya ait en sevdiği varlıklar olan çocuklar tarafından Taif beldesinde taşlanmış, ciddi şekilde yaralanmıştır. Herşeyden önce bir insan olarak dünyada yaşanabilecek en büyük duygusal travmaları yaşamıştır. En güçlü iradeye sahip insanların dahi kaldırabileceğinin üzerinde üzüntülerdir bunlar.

Bunların Peygamberimizin başına gelmiş olması, onun evlat acısından, sıla hasretine kadar her türlü çileyi çekmiş olması sadece İslami değil, tarihi bir gerçektir. Bu olayların olmuşluğu, yaşanmışlığı kesindir, kontrol edilebilirliği vardır ve tüm dinlerden insanlarca kabul edilmektedir. Bütün bunların kabul edilmesi bizi bambaşka bir metodla, Kur’an’ın insan elinden çıkmadığı gerçeğine götürür! Nasıl mı?

Günümüz dünyasında yetenekli ve büyük yazarlar tarafından yazılmış, klasikleşmiş birçok kitap veya edebi eser var.

Mesela Shakespeare’in eserleri. Bunlar yüzyıllardır tiyatrolarda oynanan eserlerdir. Bu eserlerin her biri Shakespeare’den duygular taşır. Her tragedyada Shakespeare’in ruhunu, duygularını, kendisini bulursunuz. Homer okursanız orada da onun kişiliğini ve bu kişiliği şekillendiren olayları bulursunuz. Steinbeck de böyledir. Yazarının duygularının hiç yer almadığı bir kitap yoktur. Hatta yazarlar her eserlerinde kendilerinden bir parça olduğunu kendileri söylerler. Kitap ya da şiirlerinden, hatta birkaç paragraf da olsa kısacık yazılarından yola çıkarak yazarlarının kişilik analizleri yapılabiliyor günümüzde. Çünkü bilimsel bir kabul olarak da yazar ne yaparsa yapsın eserinde kendine ait özellikleri gizleyemiyor. Bu mümkün değil.

Fakat Kur’an böyle değildir. Yazarı Peygamberimiz olamaz; zira bu kadar duygu yoğunluğunda, bizzat yaşadığı ve yukarıda aktardığım büyük duygusal travmalarla geçirilmiş bir hayatın sahibi olduğu halde, yazdığı iddia edilen bir kitap olan Kur’an’da bu duyguları ya da peygamberimizin kişiliğine ait en ufak bir iz bulamazsınız. Bu konuda küçücük fikir verecek bir esinti dahi yoktur. Kur’an’dan yola çıkarak yazarının duygusal analizi yapılamaz; zira böyle bir analiz yapacak hiçbir şey bulma şansınız yoktur Kur’an’da. Hem ruhbilim hem de gömülü teori uzmanları bunun başarılamayacağını kabul etmiş durumdadır. Bu analiz yapılamıyor, bu zor ve çileli hayatın sahibinin yazdığı iddia edilen kitapta bu hayata ait hiçbir ipucu bulunamıyorsa, hatta kitabın muhtevası kesinlikle bir insanı işaret etmiyorsa, bu kitap bir insanın eseri olamaz.

Ayrıca, Peygamberimizin sözleri yani hadisler ile, Kur’an ayetleri arasında büyük bir üslup ve stil farkı vardır. Tamamen ayrı kaynaklardan geldikleri net olarak bellidir. Peygamberimizin iddia edildiği gibi Kur’an’ın yazarı olan ve peygamberlik sıfatı taşımayan bir insan olması, Kur’an’ın nazil olduğu 23 sene boyunca kendi sözleri ile Kur’an’da kullandığı sözlerdeki bu üslup farkını hiç bozmaması, bu durumu 23 sene boyunca sürdürebilmesi mümkün değildir. Kur’an’ı yazan bir insan olsa, hiçbir insan asla bu kadar dikkatli olamaz ve mutlaka açık verirdi.

Kur’an’ın eşsiz ses uyumu, edebi yanı, matematiksel örgüsü, muhteşem içeriği ve her çağda o çağa uygun olarak ortaya çıkan sırları, 1400 yıldır en ufak bir taklidinin yapılamamış olması onun bir insan eseri değil, kutsal bir kitap olduğunu net olarak ortaya koyduğu gibi, tarafından yazıldığı iddia edilen insanın hisleri ile ilgili hiçbir iz taşımaması da onun insan kaynaklı olmadığını bir daha ispat eder.

Yukarıdaki gerçekler ışığında, bir insanın Allah’ın varlığına inanması için, bunun ailesi tarafından öğretilmesine dahi gerek yoktur. İnsan aklının olması bir başlangıcın olduğuna, kainatın hep var olmadığına inanmasına yeterlidir. Bundan sonrasında yaratan her kimse onunla irtibat kurmak için bir iletişim kanalı aramak da aklının gereğidir. Bu iletişim kanalı ve aracı çeşitli dönemlerde insanlara çeşitli şekillerde gönderilmiş ve irtibatın sürekli olması sağlanmıştır. İletişimin bir araca gerek bırakmadan kurulacağı bir alemin olduğu, tüm insanlığın bu aleme doğru aktığı bildirilmiş, yoldaki engeller, çevirmeler, radar noktalar haber verilmiş, ikmal noktaları, uyulacak trafik kuralları tek tek izah edilmiştir.

Bunun en mükemmel ve en son izahı da Kur’an ve onu bize getiren Elçi (sav.) vasıtası ile yapılmıştır. Artık, gerek akıl, gerekse diğer vasıtalarla O’nun varlığı net olarak karşımızdadır.