TR EN

Dil Seçin

Ara

İyimserlik

İyimserlik

“Hayatın akışını değiştirebilirim” diyen insanlar iyimserdir. İyimser kendisini daha güçlü algılar, hayatın fırtınalarına karşı koyabileceği bir direnç ve sağlamlığa sahip olduğunu düşünür.

 

“İnsanlar görürsünüz, kolaylıkla telâşa kapılır, ters giden ufacık bir şeyden büyük sonuçlara varır ve hayatı bir yazıklanma hali olarak yaşar.

İnsanlar görürsünüz, terslikler karşısında ümitsizliğe düşmez, zorlukları aşabileceklerine inanır ve hayata daha olumlu bakar.

Hayata bakma biçimimiz, olayları ve insanları nasıl gördüğümüz, hayatta nasıl bir seyir izleyeceğimizin rotasını da çizebilir.”

 

YAŞLI KADIN, kucağında bebeğiyle gezmeye çıkan anneyi durdurarak bebeği sevdi ve “Dur kızım” dedi. “Ben şu yavrucağa bir dua okuyayım, nazar değmesin.”

Başka bir yaşlı kadın, gözlerindeki hüzünlü bulutları bir yağmur indirdi indirecek, karşımda konuşuyor. “Başka insanları asla kınamam, eleştirmem” diyor. “Kötü şeyleri söylemem, iyiliği görmeye çalışırım.” Yanındaki kızı atılıyor. “Bugüne kadar” diyor, “annemin bir kişi hakkında kötü konuştuğunu duymadım.”

İyilik artık sadece yaşlılarımıza bıraktığımız bir haslet mi?

İyilik kıyılarımızdan geri mi çekiliyor?

Toplumsal hayatımızı biraz daha katlanılabilir kılan, günlük hayata serpiştirilmiş o küçük gülümseyişler, ruha o ince dokunuşlar, istemeden verişler kayıplara mı karışıyor?

Vandallık iyiliği de geriletiyor mu sonunda?

Çalıştığı işkolunda çok başarılı olan genç adam, insanlara kötü davranamıyor oluşunun bir ruhsal rahatsızlık olup olmadığım soruyor. Sahibi olduğu işyerinde, ortakları çalışanlara daha sert davrandıkları için daha fazla saygı görüyorlar. Artık iyiliği de iyileştirmemiz, tedavi etmemiz gereken bir zamana mı ermiş bulunuyoruz?

Ekranlara baktığımızda hep kötülük görüyoruz, hayatın karanlık ve kasvetli dehlizlerini, ruhun alçaldığı yerleri görüyoruz. Basın, kötülüğü abartarak sadece kötülükten ibaret bir dünyayı gözümüze sokuyor. Oysa merhamet ve rikkatin hüküm sürdüğü, sevginin varlığı ışıklandırdığı bir dünya da var. Bardağın yarısı dolu. İşte o yüzden bu yazı, iyimserlik üzerine.

 

 

İYİMSERLİK VE KÖTÜMSERLİK ARASINDA

 

İnsanlar görürsünüz, kolaylıkla telaşa kapılır, ters giden ufacık bir şeyden büyük sonuçlara varır ve hayatı bir yazıklanma hali olarak yaşar. İnsanlar görürsünüz, terslikler karşısında ümitsizliğe düşmez, zorlukları aşabileceklerine inanır ve hayata daha olumlu bakar. Hayata bakma biçimimiz, olaylan ve insanları nasıl gördüğümüz, hayatta nasıl bir seyir izleyeceğimizin rotasını da çizebilir. Farklı saikler yolun bir kısmını çizebilir, ama kalan kısım bizim tercihlerimizle belirlenir. Bazen bizim seçimlerimiz varacağımız yerin neresi olacağını belirler, bazen de elimizde olmayan, kontrol edemediğimiz nedenler bizi hayal bile etmediğimiz bir menzile ulaştırır.

“Hayatın akışını değiştirebilirim” diyen insanlar iyimserdir. “Rüzgarın önüne alıp savurduğu bir hazan yaprağı değilim, kendi varlığımı katarak olayların seyrini etkileyebilirim” diyen insanlar, kendilerini asla bir kurban olarak görmez. İyimser kendisini daha güçlü algılar, hayatın fırtınalarına karşı koyabileceği bir direnç ve sağlamlığa sahip olduğunu düşünür. Rüya görür, hayal kurar. Büyük eylem adamları, tarihi yapanlar, haksızlığı eliyle ve diliyle değiştirebilenler, çoğunlukla iyimserlerin arasından çıkar.

Hayat herkesi zorlar. Bu zorlanma durumlarıyla başa çıkabilecek bir yaşama hünerimiz varsa, risk alır ve sorunları çözeriz. İyimserlik hayatın dizginlerinin ele alınabilir, insanın başına gelenlere müdahale edebilir bir varlık olduğunu kabullenmektir. Kimileyin de felç olmuş gibi kalakalır ve bir kurtarıcının gelerek bizi hayatın üzerimize saldığı dertlerden azat etmesini bekleriz. Sövecek bin tane şey bulmakta zorluk çekmeyiz: Memleket berbattır, hakkımız yenmektedir, kimse bizdeki cevheri görememektedir.

 

İÇ SORGULAMALAR!

 

Arabayla yolda giderken kaza yaptığınızda, sevdiğiniz bir arkadaşınızla tartıştığınızda, sizin için önemli olan bir sınavdan kötü not aldığınızda ya da yaptığınız bir iş için patronunuz tarafından eleştirildiğinizde, kendi içinizde olayların nedenine ilişkin bir sorgulamaya girersiniz.

Yaptığınız bu sorgulama, sizin geçmiş hayat deneyimlerinizden, o andaki duygu ve düşüncelerinizden ve içsel psikolojik süreçlerinizden epeyce etkilenir. Çünkü kişinin olayları değerlendirme biçimi, sanıldığının aksine, kalıtımsal, dolayısıyla biyolojik olarak belirlenen, sabit ve değişmez bir özellikte değildir. Biz olayları değerlendirirken, bizim duygularımız ve düşüncelerimiz de bu sürece eşlik eder ve olayları nasıl gördüğümüzü belirleyen bir ‘mercek’ işlevi görür. Ancak çoğu zaman bu merceklerin varlığını unutur ve olayları öznel değerlendirmemiz olmadan ‘olduğu gibi’ algıladığımızı varsayarız. Oysa olayları algılamada ve değerlendirmede genel olarak iki bakış açısının işlediğini ve bunlardan birincisinin ‘iyimser’ tutumken ikincisinin ‘kötümser’ tutum olduğunu söyleyebiliriz.

 

İYİMSER VE KÖTÜMSER TUTUM

 

İyimser bir tutuma sahip olan insanlarda belirgin olan özelliklerden bir tanesi, bu kişilerin kendi duygusal ihtiyaçlarının daha fazla farkında olmaları ve hayatın getirdiği olumsuzluklara fazla takılmamalarıdır.

Bu kişiler, olumsuzluklarla baş edebilecek duygusal becerilere daha fazla sahiptirler, her şeyden önce kendi sağlamlıklarına güvenirler. Bu bakış açısı da onların bardağın boş tarafını değil, dolu tarafını görmelerine yardımcı olur.

Kötümserler ise, olumsuz bir durumla karşılaştıklarında kendi iç dengelerini sürdürmekte zorlanabilirler. Bu nedenle endişe, kaygı gibi olumsuz duygulanımlarda daha uzun süre kalırlar. Bu da, onların giderek daha kötümser olmalarına neden olur.

Yaptığı iş beğenilmediği için amiri tarafından eleştirilen bir çalışanı düşündüğümüzde, olumsuz durum ve duygulanım içerisinde bulunan çalışanın iki tane değerlendirme biçimi olabileceğini görürüz:

Birinci değerlendirmede, çalışan bu durumu sabit (“Ben her zaman böyle eleştirilmeye mahkûmum”), toptancı (“Herkes beni eleştiriyor”) ve içsel (“Hiçbir şeyi doğru yapamıyorum”) sebeplere atfedebilir.

İkinci değerlendirmede ise, bu durumu değişebilen, olaya özgü bir olumsuzluk ve dışsal sebeplerden kaynaklanan bir hadise olarak görebilir. Bu değerlendirmede kişi kendisini sürekli hata yapan, beceriksiz ve eleştirilmeye mahkûm biri olarak görmez, herkesin zaman zaman hataları olabileceğini, hatanın tek sebebinin kendisi olmadığını, dışsal faktörlerin de etkili olduğunu ve bundan sonraki durumlarda daha başarılı olabileceğini, dolayısıyla da eleştirilmeye mahkûm olmadığını düşünür.

İyimser değerlendirme biçimi biraz yanılsama içeriyor gibi gözükse de, bizi sürücü koltuğuna oturtması ve hayatımız üzerinde bir etkimiz olabileceği inancını geliştirmesi açısından önemlidir.

 

İYİMSER VE KÖTÜMSER TUTUMLARI NASIL KAZANIYOR VE GELİŞTİRİYORUZ?

 

Evet, bu düşünce ve değerlendirme biçimlerini nasıl kazanıyor ve geliştiriyoruz?

Bu sorunun cevabı yaşamın ilk yıllarına ve bu yıllarda bebek ile kendisine bakım veren kişi arasındaki ilişkiye kadar uzanmaktadır.

Çünkü bu dönemde çocuğun kendisi ve çevresiyle ilgili ilk temel fikir ve duyguları oluşur. Çocuk bu dönemde hem içsel heyecanlarını, hem de dış dünyadan gelen uyaranları kontrol etmekte zorlanır ve kendisine bakım veren kişilerin yardımına ihtiyaç duyar. İşte ‘öteki’ ile kurulan bu ilişkiden itibaren, çocuk hem kendisine, hem de ‘öteki’ne dair içsel resimler oluşturmaya başlar.

Pek çok olumlu duygunun yanında olumsuz duyguları da yaşayan çocuk, eğer bu duyguları idare etmeyi ve bunların içinde kaybolmamayı öğrenemezse, kendisine ve ötekine dair içsel resimlerinde de öfke, endişe, üzüntü gibi olumsuz duygular hakim olur. Bu da kişinin gelecek ilişkileri için bir beklenti oluşturur, diğer insanlarla kurduğu ilişkileri şekillendirir ve rehberlik eder.

Yapılan araştırmalar da, erken dönemde oluşan bu içsel temsillerin yetişkinlikte de tutarlı kaldığını ve bizim ötekine bağlanma, ilişki kurma biçimimizi belirlediğini göstermektedir.

Yaşamın erken döneminde kurulan ilişkilerde her şey yolunda gittiğinde, kişi içsel bir kontrol hisseder ve kendi duygu ve düşüncelerini rahatlıkla düzenleyebilir. Dolayısıyla olumsuz durumlarla karşılaştığında başkalarına ve onlarla olan ilişkisine daha az ihtiyaç duyar. Bu durumda kişinin kendisine güveninin de daha fazla olduğu söylenebilir.

Fakat yaşamın erken dönemlerinde öfke, endişe gibi olumsuz duygular hakim olmuşsa, kişinin kendisine güveninde ve kendilik değerinde de bu ögeler hakim olacaktır.

Yaşamın erken dönemlerinde olumsuz duyguların hafifletilmesi için anneye bağlı olmak normal ve kabul edilebilir bir durumdur. Problem, yetişkinlikte de duygularını kontrol edebilmesi için ötekine ihtiyaç duyulduğunda başlar ve kişinin kendilik değerinin hala çevreden gelen geri bildirimlere bağlı olduğunu gösterir.

Etrafımızda olup biteni kontrol edebildiğimiz ve yaşamımız üzerinde etki sahibi olabildiğimiz inancı sağlıklı bir yanılsamadır. Bu hali sürdürmenin en temel yolu, daha iyimser olmaktır.

Tersine, dünyayı daha ‘gerçekçi’ algılayan ve genelde daha endişeli ve depresif özellikler gösteren bireyler kontrole sahip oldukları duygusundan yoksundurlar ve yoğun bir umutsuzluk duyguları vardır.

Burada iddia, kendimizi düzenlemeye ilişkin bu kapasitenin çocukluk döneminde bize bakım veren önemli kişilerin etkili bir şekilde daha sonra duygularımızı nasıl hafifleteceğimizi belirlemeleriyle öğrenildiğidir. Bu süreç, genel olarak hayatın ilk üç yılını kapsar; bizim diğerleriyle olan ilişkilerimizin içine işleyerek, kendimiz, öteki ve duygu durumumuz hakkındaki yapılanmalara temel oluşturur. Dolayısıyla içsel duygusal yaşantımız insanlardan ayrıştırılamaz niteliktedir. Geçmişte sahip olduğumuz tüm duyguları bağladığımız insanlar vardır, bu süreçte yetişkinlikte de devam edecek ve benlik yapılanmamızı olumsuz etkileyebilecek duygularla baş başa bırakılmış olabileceğimiz gibi, otonomiyi ve kendimizi düzenlemeyi kolaylaştırabilecek özellikler de kazanmış olabiliriz.

İyimser insanlar, kendilerini başkalarıyla daha az mukayese ederler. Duyguları düzenlemede çözüm odaklı bir kapasite sayesinde, içsel bir özerklik duygusuyla dünyadan gelen her bir zorlukla rahatlıkla yüzleşebiliriz. Sadece kendimizi ne kadar iyi hissettiğimizin sınırlarını genişletmekle kalmaz, sahip olduğumuz diğer seçenekleri de kolaylıkla görebilir ve gelecekte nasıl olacağımızı tahmin edebiliriz.

Dünyanın karanlık ve kötücül bir resmi, iyimserlik hislerimizi törpüler ve bizi eyleme geçmekten alıkoyabilir.

Dünyayı bulduğumuzdan daha iyi bir yer olarak bırakmak için iyilik görmeye, iyilik yapmaya ve nihayet, iyimserliğe ihtiyacımız var.