TR EN

Dil Seçin

Ara

Daha Mutlu Bir Hayat İçin: İYİMSERLİK

Daha Mutlu Bir Hayat İçin: İYİMSERLİK

İnsan sahip olduğu maddi değerlere, bir süre sonra alışıyor. O maddi değerleri, alışkanlık, adaptasyon dediğimiz, uyum sağlama dediğimiz mekanizmanın işleyişi ile çantada keklik olarak görüyoruz. Bu elimizde var. Başka şeylerin peşinde koşalım. Bu insanın maddi olan değerlere çok çabuk alışması da, hep bir koşu, yukarıya doğru bir koşu, daha büyük araba, daha büyük ev yolunda bizleri kamçılayabiliyor.

Yeni duruma çok çabuk adapte olabiliyoruz. Günümüz toplumunda hep “daha” sözünü söylüyoruz. Zaten modern kapitalizm de buradan ekmek yiyor. Bize hep daha fazlasını satmak istiyor. Ancak, kronik mutsuzluğa kapılmak istemiyorsak bu “dahaları” sınırlamayı bilmemiz gerekiyor.

Haz üzerinden mutlu olmayı hayal etmek bir rüya gibi geliyor. İnsan hazla mutlu olamıyor. Hazzın veremediği insanın mutluluğunu başka değerler sağlıyor. Hepimiz büyük ev, daha çok maaş, daha güzel ya da yakışıklı olmak peşinde koşuyoruz ama bunların hiç biri kalıcı mutluluk sağlamıyor. Öte yandan, ilginç bir veri var. Ben şimdi mutluluk konusundaki çalışmaları biraz özetleyeceğim. Aslında bunların hepsi, binlerce çalışmanın verileridir. Biraz anlaşılabilir bir dille sunmaya çalışıyorum.

 

Dünyayı değiştirenler iyimser insanlardır

Mesela başka insanın mutluluğu için çalışan insanların mutluluk hissi çok daha fazladır. Bir başkasına yardımcı olan, diğerkâm olan, bir başkasının sızısını dindiren, onun acısını, onun ıstırabını dindirmeye koşan insanların uzun vadeli mutluluk hislerinin daha fazla olduğu ortaya çıkmıştır. ‘Olumlu düşünün’ lafını hep duyuyoruz. ‘Olumlu düşün’ çok kolayca söylenen bir ifadedir. Fakat olumlu düşünmek o kadar kolay değildir. İyimserlik dediğimiz bir şey var. İyimserlik; dünyayı bulduğumuzdan daha iyi bir noktaya getirebileceğimizin inancına sahip olmaktır. Aslında tarihi değiştiren, tarihte köklü dönüşümlere yol açan liderler iyimser insanlardır.

Güney Afrika’da Nelson Mandela 27 yıl hapiste kalıyor. 27 yıl boyunca hiç ümidini kaybetmiyor. Hep ümidini diri tutuyor. 27 yıl sonra orada bir şeyler değişiyor. İyimser insanlar tarihi yazıyor. Ama ‘adam sen de’ciler, ‘canım benim değişimimle bu memleketten bir şey olmaz, benim katkımla hiçbir şey olmaz’ diyenler ise buldukları gibi bırakıyorlar dünyayı. Bazen duyuyoruz, mesela bir kaymakam bir ilçeye gidiyor. O ilçenin çehresi değişiyor. Bir vali bir ile gidiyor ve orada öyle büyük hizmetler yapıyor. Bütün gönülleri fethediyor ve orada iz bırakıyor, damga bırakıyor. Kierkegaard diye ünlü bir Danimarkalı filozof var. Bu insanlara “İman Şövalyesi” diyor. İman Şövalyeleri, yani değiştirebilirim, dünyayı değiştirebilirim, diyenler, dünyayı bulduğumdan daha güzel bırakabilirim diye düşünen insanlar, bizi iyimserliğe de yaklaştırıyor.

 

Hayatta neyi ekersek onu biçeceğiz

Hayatta hep eksik ve yanlış tarafları görmememiz gerekiyor. Eksiklikleri tamamlamak için irade göstermemiz gerekiyor. Yanlışlıkları düzeltmemiz için uğraşmamız gerekiyor. Aslında dünyada mükemmel hayatın olmadığını da bilmemiz lazım.

Ulaşabileceğimiz hayaller kurmak da önemlidir. Depresyonun yaygın sebeplerinden bir tanesi hayatla ilgili beklentilerimizi ve çıtayı çok yüksek tutmaktır. Bir üniversite öğrencisi düşünün, hiç ders çalışmıyor. Fakat diyor ki ‘Ben Boğaziçi elektronik bölümünü kazanacağım.’ Defalarca sınava giriyor ve kazanamıyor. Ancak, işin başında yapması gerekeni yapmadı ki, baştan tedbirini almadı. Üzerine düşen sorumluluklarını yerine getirmedi. Demek ki, hayatta neyi ekersek onu biçeceğimizi bileceğiz. Realistik, daha gerçekçi bir değerlendirme yapmamız gerekiyor ki, mutsuzluk girdabına yakalanmayalım.

 

Parmak sallayan birileri

Bazen bazı insanlar kendilerine karşı çok kıyıcı olabiliyorlar. Çok eleştirel olabiliyorlar. Bu insanlar sıklıkla anne ve babaları tarafından biraz fazla eleştirilerek, tekdir edilerek büyütülmüş insanlar. Bu insanlar hangi mesleğe gelirlerse gelsinler, hangi makamlara gelirlerse gelsinler sürekli içlerinde, parmak sallayan birileri oluyor. Parmak sallayan birileri yani ‘yapamadın’, ‘edemedin’, ‘başaramadın’ diyen birileri oluyor. Ona kendilerini yarandırmak için, beğendirmek için hep daha fazlasını yapmaya çalışıyorlar ama bunu yaparken de mutsuz oluyorlar. Kendilerine hoyratça davranıyorlar. Böyle bir danışanım vardı. Üniversitede çalışan, mesleğinde çok iyi noktalara gelmiş bir doktordu. Bir türlü kendini beğenemiyordu. Çünkü, hayatı boyunca hangi başarıyı kazandıysa gitmiş babasına “Bak ben bunu yaptım.” demiş, ama babası hep “Cık! Sen daha iyisini yapabilirdin.” demiş. Hep “Olmadı.” demiş. Her seferinde kafa kaldırmış. Her seferinde kızını beğenmemiş. Bu kız, artık bir süre sonra yorulup, bu mutsuzluğun pençesinde bizden yardım aramıştı.

Aslında bizler bu “parmak sallayan baba” figürüne----biraz da çuvaldızı kendimize de batıralım----yıllar içinde çok alıştık. Çünkü ‘Devlet Baba’ ve ‘Devlet eşittir baba’ kavramı hep kafamızda vardı. Aslında konuşurken düşünürken hep içimizde parmak sallayan bir babanın varlığını hissettik. O devlet babanın içimizde parmak sallamasını hissettik. Bunlardan yeni yeni vazgeçiyor ve düşünüyoruz. Daha açık toplum olma yönünde ilerliyoruz ve o içimizde parmak sallayan babadan yavaş yavaş kurtuluyoruz. Çünkü o babanın müşfik, sevecen ve bizi bağrına basan tarafına da ihtiyacımız var. Her zaman bizi cezalandıran değil, hatta çoğu zaman bizi teselli eden, seven, teşvik eden, cesaretlendiren bir babaya ihtiyacımız var. Herhalde, o müşfik baba imgesini, o iyi taraflarıyla babayı da içimize aldığımız zaman daha açık toplum olma yolunda daha fazla mesafe kat edeceğiz.