TR EN

Dil Seçin

Ara

İman-İslam / Dede ile Torun

İman-İslam / Dede ile Torun

- Bir sohbetimizde, Rabbimizin Güzel isimlerinden, bizzat “güzel” mânâsına gelen Cemîl İsmi etrafında konuşmuş, “tefekkür” etmiştik…

- Demek ki, “ibâdet” etmişiz!.. Sen hep dersin, “tefekkür, en değerli ibâdettir” diye…

- Çok yaşa kızım!.. Bize verilmiş olan “akıl” nimetini “selim akla” çevirmeye çalışarak, Rabbimizin Şanlı Kelâmını ve Efendimizin Nurlu Sözlerini daha bir derinden anlama ve anlatma gayreti ve faaliyeti, elbette güzel bir ibadettir!..

- Dedeceğim, o sohbette beni hayâlen altı adet pırlanta sütunlu İman Tâkı’nın ve beş elmas direkli İslâm Kapısı’nın altından geçirmiştin!.. Çok ilgimi çekti tabiî.. Bilirsin, biz hanımlar, böyle parlak, süslü ve hele hele pahalı şeylere pek bir bayılırız!..

Sanırım dikkatimi artırmak, imânın altı ve İslâm’ın beş şartını zihnime iyice yerleştirmek istedin…

- Gözünden kaçmıyor, niyetim aynen öyleydi…

- Ama, tam anlayamadığım bir nokta var!..

- Neymiş o?..

- İman sütunlarının ilki, Rabbimizin varlığına, birliğine, bütün Güzel İsimlerine ve sıfatlarına gönülden inanmak; bir diğer sütun ise, peygamberlerin Onun Kulları ve Elçileri olduğuna iman etmek!..

- Çok özlü ifade ettin…

Peki, anlamakta zorlandığın yer neresi?..

- Bakıyorum da, hem imânın hem de İslâm’ın şartları içinde Allah’a ve Peygamberlere inanmak var… Birbirinin aynı ve tekrarı gibi geldi bana!..

Sen sık sık diyorsun: “Mükemmel, eksiği de fazlası da olmayandır!..” diye…

Ama biliyorum ki, böyle konularda gereksiz tek harf bile olamaz!.. İşi çözemedim!..

- Benim dikkatli ve imânî mevzularda titiz kızım!.. Şöyle bir nokta gözünden kaçmış olabilir mi acaba?..

Dikkat ettiysen iman, tamamen kalbî, rûhî; iç âlemimizde saklı, gizli bir hazine…

İslâm ise, fiilî ve “içtimâî”, toplumsal!..

İman içimizi aydınlatıyor; İslâm dışımızı şenlendiriyor, şekillendiriyor…

İman, Diyâr-ı Kalp’te sevinçli bir âb-ı hayât arayışı; İslâm, Dâr-ı Dünya’da, bütün âleme sulh selâmet, dirlik düzenlik getirme çabası!..

İlki, pasif, hareketsiz gibi görünen, ama kızgın, basınçlı bir “buhar kazanı”; diğeri o basıncı harekete çeviren, aktif, faal, güçlü, enerji üreten bir “buhar türbini!..”

Kelime-i Şehâdet ise, iman plânında, anneannenin o sessiz, huşû dolu “tesbîhatı” iken, İslâm zemininde, zâlimin suratında şaklayan bir şamar ve korku dolu yüreğinde patlayan atom bombasıdır!..

Dedelerimiz, elde pusat, göğüste iman, dilde “Tekbîr” ve “Kelime-i Şehâdet”, üç kıt’ayı kuşatarak Allah’ın Dini’ni i’lâ ettiler, yücelttiler!..

Fethettikleri her diyara, İlâhî Adaleti, Rabbimizin emrettiği düzeni, insanlığın erişebileceği en yüksek edep ve ahlâkı taşıyıp yerleştirdiler!.. Şefkat ve sevgi ektiler, hürmet ve saâdet biçtiler!..

- Bütün bu güzel işler yapılırken, pusatı kılıcı filân, nereye koyacağız?.. Bir “zorlama”dan bahsedilebilir mi?.. Bazı olumsuz sözler duyuyoruz…

- Kılıç, ancak kılıç çekene karşı çekilir!.. İslâmiyet’in gönüllerde hızla yayılmasını önlemeye çalışan inançsız azılı zâlimler, fikirle ve “kalem”le mücâdele edemeyip başarısız olunca, son çâre olarak kılıca sarıldılar!..

“Mücâdele bil-hurûf”a muktedir olamadılar; “mücâdele bis-süyûf”a, yâni, silâhlı tecâvüzlere mecbur kaldılar!.. Zirâ, İ’câz-ı Kur’an, kâfirlerin bütün tezlerini çürütüyor, onları acze düşürerek haysiyetlerini, şereflerini iki paralık ediyordu!..

- Demek, küffar saldırdı, Ertuğrul Gâzi de: “Hayy’dır Allah!..” diyerek, onları perişân etti!..

- Tarihin hiçbir çağında, ne yazık ki günümüzde de zâlimler tükenmedi!.. Çok şükür ki, Ertuğrul’un şehâdete susamış yiğitleri de: “Zafer Allahındır!..” diyerek, seferden, gazâdan geri durmadı!..

Hem unutma!.. Eğer, kendi pusatını kendi örsünde, kendi çekicinle dövüp şekillendirmez ve terinle “su” vermezsen, bâtılı yok etmen, küfrü önlemen mümkün değildir!..

Hamdolsun, uzak-yakın bütün târihî hadiselerden dersler çıkardık!.. Sevgili Peygamberimizin: “Harp, ‘atmak’tır!..” buyruğuna da lâyıkıyla ittibâ ederek, “Ebâbil-misâl” hârika pusatlarımızı öz elimizle dövdük, “çifte su” vererek sertleştirdik, biledik, zağladık!..

“Kerrâr” elindeki “Zülfikar” gibi, Nûr ile pırıldayan elmas kılıçlarımız, gayri kınından çekildi sıyrıldı!..

Yâ Rab!.. Bizi öyle kavî kıl ki, başını eğdiremediğimiz zâlim, yüzünü güldüremediğimiz mazlum kalmasın!..

- Âmin Dedeciğim… Hem, Ertuğrul Bey ne diyor: “Zorlu yamaçların ötesi, zirvedir!..”

- Günümüzün Kahraman Alp’leri ve Yiğit Hanımları, Sancağı, şerefle O Zirve’ye dikecekler inşâallah!..

- Dedeceğim… Bâzan duyuyoruz: “Falan meşhur kişi, Hıristiyan iken, câmide, imam efendinin huzurunda Kelime-i Şehâdet getirerek Müslüman oldu” diye… Bunu nasıl değerlendireceğiz?..

- Buradaki Kelime-i Şehâdet, ferdin topluma karşı bir ahdi, beyânı, “deklerasyon”udur!..

Bizler zaten anadan babadan Müslüman biliniyoruz; bu ahitleşmeyi zımnen yapmış sayılıyoruz…

- Tabiî dedeciğim; nüfus kağıdımızda “Dini: İslâm!..” yazıyor!..

- Evet yavrum; bütün azmimizle bu şerefe lâyık olmaya çalışmalıyız!.. Sandıklar dolusu inciye, yakuta peşinen ve meccânen kavuşmuşuz, sâhip olmuşuz!..

Ama bir Hıristiyan, önce iç âleminde, derûnunda binbir fikrî, rûhî mücâdele yaşıyor!.. Öz âilesinden ve çevresinden gelen baskıları, tehditleri göğüslemek zorunda kalıyor!.. Belki işini, aşını, itibarını kaybediyor!.. Çile içinde çile!.. Nihayet, kalb meşherindeki iman gülleri, tomurcuğa, goncaya gelince, yerinde duramıyor; cümle âleme ilân ederek haykırıyor: Ben artık, Tek olan Allah’a ve Onun Şanlı Resûlüne inananlardan oldum!.. Birlikte yaşadığım komşum, hemşehrim, vatandaşım ve insan kardeşlerim, elimden ve dilimden tam bir emniyet içindedir!.. “Emrolunduğum gibi dosdoğru” olacağım!.. Ama, hiçbir şekilde zulme ve haksızlığa rızâm ve müsamaham yoktur!.. Ne ezerim, ne de ezilirim!.. Bu, böyle biline!..

- İman barutu, İslâm topunu ateşledi!..

- Maşallah!.. Ne güzel teşbih!.. Sen bu işi kaptın, benim akıllı torunum!..

- Gerektiği gibi iman eder ve “emrolunduğumuz gibi” hâlisâne ibadete muvaffak olabilirsek, o zaman “ümit-korku” terâzisinin “ümit” tarafına biraz daha yaklaşırız…

Ve şu dünyanın gel-git’leri içinde yeisten, tasadan bir nebze olsun kurtulur, feraha, ferece, felâha ereriz inşâallah!..