TR EN

Dil Seçin

Ara

Tüfek İcad Oldu... / Dede İle Torun

Tüfek İcad Oldu... / Dede İle Torun

-Dedeciğim… Bir sohbetimizde, zâlime baş eğdirmek ve mazlûmun yüzünü güldürebilmek için, “silâh üstünlüğü”nün ne kadar önemli olduğundan bahsetmiştik; çok hoşuma gitmişti…

Aslında, vurdulu kırdılı işler, hanımlara göre değil diye bilinirse de, iş, mâsuma arka çıkmak olunca, elim bileğim karıncalandı; Ertuğrul Bey gibi: “Hayy’dır Allah!..” diyerek, pusatımı kınından sıyırasım geldi!..

-Vay mâşallah benim yiğit torunuma!.. 

Demek, sende Nene Hatun’ların, Şerife Bacıların asil yaradılışı var; haksızlık karşısında susmuyorsun; sözlü duâ ile yetinmeyip, fiilî duaya sarılıyorsun!.. 

Evet… Silâhın en mükemmelini elde bulundurmak bir “varoluş” mes’elesidir ve “cihad”ın vazgeçilmez şartıdır!..

Dedelerimiz, göğüste iman, dilde Kelime-i Şehâdet, er meydanına çıktıklarında, ellerinde de kendi örslerinde dövüp sertleştirdikleri, “çifte su verilmiş” kılıçları parıldıyordu!.. Tirkeş’lerinde sadak’larında, bin yıllık tecrübeyle geliştirilmiş zırh delen okları vardı!.. At sırtında dört yana dönerek gerdikleri, çok parçalı, çeşitli “organik” malzemeden “kompoze” edilmiş, benzersiz hârika yayları kullanıyorlardı!..

-Bana anlatmıştın; Tozkoparan nâmındaki meşhur okçumuzun mesafe rekoru, tam beşyüz yıldır kırılamamış!..

-Evet Yavrum… Ne var ki, Tozkoparan İskender’in zamânında bile, ok ve yay, harp silâhı olmaktan çoktan çıkmış, artık “okçuluk” bir spor dalı hâline gelmişti!.. Devran değişmişti…

Savaş meydanlarının gözdesi, ateşli silâhlar oldu; diğerlerinin kıymet-i harbiyesi kalmadı!..

-“Tüfek icâd oldu, mertlik bozuldu!..”

-Sen Köroğlu’na bakma… O, “eğri kılıcına”, güvenip “yaslandığı” dağlarında kala kaldı!..

Bolu Beyi ise, son sistem tüfekleriyle, devlete baş kaldıran nice isyankâr sergerdeyi dize getirdi, te’dib etti!.. Bir bakıma “anarşi”yi ve “terör”ü ortadan kaldırdı; sulhu sükûnu sağladı!..

-Ama Köroğlu, aynı zamanda namlı bir “halk ozanı”… “Ferman padişahın, dağlar bizimdir!..” falan diyor…

-Halk ozanlığı, o zamanın “medya”sıydı!..

Bizim merhametli milletimizin iç âleminde dâima “zayıfa acıma, güçlüye karşı koyma” damarı vardır. Bu hissiyâtı, bazı içten pazarlıklılar bugün de istismara yelteniyor; adalet terazisini, yersiz duygu dirhemleriyle şaşırtmaya çalışıyor!..

Köroğlu hâdisesi, bu meselelerde târihî bir örnek ve ibret olmalıdır!..

-Sen neymişsin be Köroğlu Âbi!..

-Evet… Pirincin taşını ayıklayamamışsak, dişimiz emniyette değildir!..

-Unutmayalım ki, bir harbi, üstün silâh gücü ve fazla asker sayısı sâyesinde kazanmak, “mertliği bozmaz”, kahramanlığa halel getirmez!.. Yiğit ol, gayret göster, düşmanına silâhın en tesirlisini doğrult!.. 

Silâh edinmede başkasının ve hele hele düşmanının himmetine muhtâc olmak, erlik midir?..

İyi yetişmiş yeterli sayıda asker bulundurmamak, peşinen mağlûbiyeti kabullenmek değil de nedir?..

-“Sulh zamânında akıtılan ter, harpte dökülecek kandan daha mübârektir!..” dersin hep dedeciğim… Bak, hiçbir şeyi unutmuyorum!..

-Canım kızım!.. Senin pırıl pırıl hâfızana emânet etmek istediğim, bahsimizle alâkalı, birkaç tarihî misâl daha var:

Orta Asya’daki uzak atalarımızın cihangirliğinden Çinliler o derece bezmiş olmalılar ki, dünyanın yarıçapı uzunluğundaki hârika Çin Seddi’ni inşâ etmekten başka çâre bulamamışlar!.. At üzerinde yay gerip ok fırlatarak, o zaman için, silâh üstünlüğünü sağlamışız!.. Ama, Çinlilerin, “müdafaa” husûsunda, yıllar süren, bu gayretini takdir etmek de, hakşinaslık icâbıdır!..

Haçlı Seferlerinde, iri atlar üzerinde pırıl pırıl çelik zırhlı, uzun hantal mızraklı, düz ağır kılıçlı, kocaman kalkanlı, pelerinli yakışıklı şövalyeler, bizim hafif teçhizatlı çevik alplerimizce perişan edilmişti!..

-Ertuğrul Bey, döne döne kılıç sallayarak, onların dördünü beşini birden haklıyor!..

-O’nun yüreği, bileği ve pusatı, üstün ve keskindi!..

Osmanlı dedelerimiz ise, Yükseliş Devrinde, piyade tüfeği, hafif sahra topu ve ağır kuşatma topları bakımından, çok ileri seviyedeydi!.. Daha, Birinci Kosova’da, Murat Hüdâvendigâr, top kullanmıştı!..

İstanbul’un Fethinde, bir tonluk granit gülleler atan meşhur Şâhî topları, Kostantiniyyenin o “aşılmaz” surlarını delik deşik etmişti!..

Yavuz Sultânımızın, Çaldıran, Mercidâbık ve Ridâniye gibi şanlı meydan savaşlarında, Tüfekli Yeniçeri’ler ve topçular, zaferin kazanılmasında başlıca âmil olmuşlardı!..

Barbarosun’un, Preveze Deniz Savaşında, düşman donanmasını târümâr etmesinin madde plânındaki sebebi, silâh üstünlüğümüzdür!..

Haçlıların, yüksek bordalı devâsâ kalyonları, iri gülleler atan toplarla donatılmıştı…

İlk bakışta bu hususiyetler, avantaj gibi görülebilir… Ne var ki, o haşmetli kalyonların hızları düşük ve toplarının menzili kısa idi!..

Hâliyle, manevra kabiliyetleri çok az ve sığ sularda yüzmeleri imkânsızdı!..

-Ohoo!.. Bence, Haçlı efendiler, işi baştan kaybettiler de haberleri yok!.. Hantal gemiler, kaçsa kurtulamaz, kovalasa yakalayamaz!..

-Senin hemen seziverdiğin bu açmazı, Andrea Doria ve anlı şanlı kaptanları göremedi!.. Zirâ, altı yüz parça gemilerine ve üstün asker sayılarına tekebbür derecesinde aşırı güveniyorlardı!... 

Evet… Kibir, tedbirsizlik getirir ve gözler, gerçeklere kapanır!.. Gereksiz korku ve panik hâli de iyi değildir; insanın elini ayağına dolaştırır!.. Ne “ifrat” ne de “tefrit”; hayırlı olan, orta yol!..

-Sonra ne oldu da devletimiz geriledi, küçüldü?..

-Bunun etraflıca cevabı, kütüphânelere sığmaz!.. Ancak, senin o körpecik ama münbit fikir ve tahassüs bahçene, inşallah bereketli birer tohum olacak misâller vermeye çalışıyorum!.. Osmanlı, kendi öz silâhını imâl edemez hâle düştü!.. Elindeki silâhlar, hızla “demode” oluyordu!.. Yabancı tedârikçiler ve çokbilmiş “uzman”lar, dışarıya bağımlı oldukları için, bin türlü bahâne ile devletimizi oyalıyorlardı!..

-Dedem, bu durum, bana hiç de yabancı gelmedi!..

-Zeki kızım!.. Sen, benim diyeceğim sözün hep bir adım sonrasını sezip kavrayıveriyosun; fehmine yetişmek ne mümkün!..

Evet… Osmanlı’nın son iki asrı, silâh ve diğer hayâtî atılımlar husûsunda, “önüne havuç bağlanmış bîçâre kaplumbağa” misâli, hazîn bir kovalamacayla geçti!.. Tüfenkhâne-i Âmire de, Tophâne ve Tersâneler de, zamânın sert ve değişken rüzgârına yelken tutturamadı!.. İçeriden ve dışarıdan bin türlü tasallutla, Devlet-i Âliyye’miz çökertilmeye çalışıldı!..

Osmanlı’nın son yarım asrının kuşbakışı incelenmesini, sonraki sohbetlere bırakalım… Bu kısa zaman içinde cereyan etmiş hâdiseler, hâlimize ve istikbâlimize çok değerli ibret ışıkları yansıtabilir!..

Rabbimize Şükür’ler olsun ki, bugün, geleceğe ümitle, güvenle bakabiliyoruz…

Daha aydınlık güzel sabahlar önümüzde bizleri bekliyor!..