TR EN

Dil Seçin

Ara

Yaratılışa Uymak

İnsan fıtratının bir başka cephesi:

Nefsin en sevdiği, kalbin ise en çok nefret ettiği bir kötü huy var: Kibir.

İnsan fıtratı, “kibirli olanlardan hoşlanmaz,” “mütevazi olanlara ise hürmet ve muhabbet besler.”

İnsanın yaratılışında böyle nice hidayet örnekleri bulunduğunu, Şems Sûresindeki bir ayet-i kerime harika bir şekilde ders verir:

Bu surede, Allah, Şems’e (Güneş’e) yemin eder, Kamer’e (Ay’a) yemin eder ve sonunda nefse, insan fıtratına yemin eder. Bu yeminde şu gerçeğe özelikle dikkat çekilir:

“Sonra da ona hem kötülüğü, hem (ondan) sakınmayı ilham etti.” (8. ayet)

Yani, hayrı ve şerri, itaat ve masiyeti, her ikisinin hallerini öğretti.

Bütün bu kasemlerin cevabında, “Onu (nefsi) tertemiz yapan kişi muhakkak felah bulmuş, onu günahlarla örten kişi ise elbette ziyana uğramıştır.” (9-10.) buyrulur.

Bir anket düzenleyelim ve binlerce soru soralım. Cevapları sadece “Evet” veya “Hayır” şeklinde olsun. Meselâ, “Yalan iyi midir? Doğruluk iyi midir? Gıybet iyi midir? İftira iyi midir? Kibir iyi midir? Tevazu iyi midir? Hırsızlık iyi midir?” gibi.

Salim düşünme yeteneğini, sefahatle, içkiyle, uyuşturucuyla kaybetmeyen yahut menfî bir ideoloji namına beyinleri yıkanmayan bütün insanların, bu sorulara vereceği cevaplar İslam’ın emir ve yasaklarıyla yüzde yüz uygunluk gösterir. Demek ki, İslâm dini insan fıtratına uygundur. Zira, bu din bizi yaratanın bizim için seçtiği dindir.

“İşte bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Ve sizin için din olarak İslâm’a razı oldum.” (Mâide Sûresi, 3)

Ruhun fıtratı hakkında daha çok şey söylenebilir. Bu kadarla yetinip biraz da organlardan söz edelim:

Organlar bazında fıtrata uymak, onları aşırılıklardan koruyup hizmetlerini rahat bir ortamda yapmalarına imkân hazırlamakla olur.

Aşırı ses kulağa, aşırı ışık göze zarar verdiği gibi, aşırı yemek de mideye büyük bir yük oluyor. Hazmından aciz kaldığında, onları ya dışarı atıyor, yahut aşırı kiloya dönüştürerek bedene yük yapıyor.

Dinlenmeden sürekli yorulmak bedeni yıprattığı gibi, yorulmadan sürekli dinlenmek de onu tembelleştiriyor, kasların gelişmesine engel oluyor. Bunların ikisi de fıtrata zıt, ikisi de bedene zarar.

Fıtrî olmayan gıdaların bedene zarar verdiği, artık tartışmasız kabul edilen bir gerçek. Herkes hormonsuz gıdalara koşuşuyor. Herkes, tabiî dedikleri, fıtrî yağların peşine düşmüş.

Fıtrî olmayan helâl gıdalardan bile sakınan insanoğlunun, haram yiyecek ve içeceklerden de şiddetle ve daha büyük bir hassasiyetle sakınması gerekiyor. Bunların zararları konusunda kimsenin şüphesi yok. Ama gel gör ki, nefsin arzuları, desinler veya demesinler tutkusu bazen akla galip geliyor ve insan bilerek zarara girebiliyor.

Fıtrata uymak, beden ve ruh sağlığımız için çok önemli olduğu gibi toplumda yapmak istediğimiz icraatlar ve ıslahatlar için de yine son derece önemlidir. Nur Külliyatında bu noktada şu önemli ikaza yer verilir:

“Hayat-ı içtimâiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse, hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip hesabına geçer.” (Lem’alar, 22. Lem’a)

Kanun-u fıtrat, çok geniş ve şümullüdür; sayılamayacak kadar şubeleri vardır.

Birkaçını hatırlayalım:

Kâinatta iktisat hâkimdir. Bir çekirdeğe, bir ağaç kadar yük yüklendiği gibi, bir ele binlerce görev verilmiştir.

İsraf, fıtrata zıttır ve israf ekonomileri toplumu mahvederler.

Kâinatta görev taksimi esastır. Her varlığın kendi görevini yapmasıyla kâinattaki umumî nizam ortaya çıkar. İnsanlar da ihtisaslaşmaya önem verdikleri ve görev taksimini gerçekleştirdikleri ölçüde, toplum hayatında nizam ve düzeni sağlarlar ve bundan verimlilik ve refah ortaya çıkar.

Kâinatta yardımlaşma esastır. Bu esas, görev taksimiyle de yakından ilgilidir. Elementler arası yardımlaşmadan, küreler ve sistemler arasındaki büyük yardımlaşmalara kadar uzanan, insanın organları arasındaki yardımlaşma ile kendini açıkça gösteren ve insan ruhundaki “akıl, kalp, hafıza ve hisler arası işbirliği” ile en son noktasına varan bir yardımlaşma, bütün varlık âlemini kuşatmış gibidir. İnsanlar bu çok önemli esası toplum hayatına mal ettikleri ölçüde huzurlu olur, madden ve manen terakki ederler.

Kâinatta nizam hâkimdir. Dünyanın süratinden, kanın deveranına; ırmakların akışından, mevsimlerin gelip göçmesine; atmosferin kalınlığından, güneş ışığının hızına; organlarımızın şekillerinden büyüklüklerine, sayılarına ve yerlerine kadar her şey kader ile planlanmıştır. Kudret, bu kader planı üzere eşyayı yaratır ve idare eder. Toplum hayatında da “planlama” son derece önemlidir. Gelişigüzel, plansız, zuhurata tabi olarak yapılan işlerden bir verim alınması düşünülemez. Zira bu hal, fıtrata zıttır.

Kâinatta “tedriç kanunu” hâkimdir, yani her şey birden bire değil kademeli olarak, safhalar halinde yaratılır. Kudreti sonsuz olan Allah, bu âlemi bir anda yaratmak yerine, altı devrede yaratmıştır. Ne ağaçlar bir anda büyürler, ne meyveler bir anda çıkarlar. Ne yumurtalar hemen kuş olur, ne de nutfeler bir anda insan haline gelirler. O halde, acele etmemek, sebeplere tam riayet ettikten sonra neticeyi sabırla beklemek de fıtrata uymak demektir. Acelecilik fıtrata zıttır ve sonu hüsrandır.

Kâinatta “tekâmül kanunu” hâkimdir. Kâinatın yaratıldığı altı devreden her biri, bir öncekine göre bir tekâmül sergilediği gibi, insanın da ana rahminde geçirdiği devrelerden her biri, bir öncekinden daha mükemmeldir.

Beden için geçerli olan bu kanun, ruh için de geçerlidir. İnsan daima öğrenir, öğrendikçe terakki eder. “İki günü eşit olan zarardadır,” hadis-i şerifi bizleri sürekli olarak terakki etmeye ve kâinattaki bu tekâmül yürüyüşüne adım uydurmaya davet eder. Çekirdekler açılıp büyürken, fidanlar ağaç olmaya doğru yürürken, yumurtalar kuş olup uçmaya çabalarken, insanın yerinde sayması fıtrata zıttır.

Örnekler artırılabilir.

İnsan bu kâinatın meyvesi olduğuna göre, bu meyvenin kendi ağacına ters düşmesi, ondan ayrı bir yol takip etmesi fıtrata zıttır ve onu hüsrana götürür.