TR EN

Dil Seçin

Ara

Mart 2010

post-title

Mart 2010, 399

Hiç durmadan akıp gidiyor zaman. Dün kulağına ismini fısıldadığımız bebeler, bugün koca çocuklar oldu. Daha dün diktiğimiz fidanların meyvelerini yemeye başladık.

Yıllarca aynalara bakmamış bir adam, nasıl olduysa bir gün bir aynada yüzünü görünce çığlığı basmış “Bu ben miyim?” diye. Ve nihayet anlıyor insan. Hayat gidiyor galiba, bitiyor. Kimi öyle kayıtsızca bakıyor hayatın ardından, kimi de buna bir anlam vermeye çalışıyor. Akıllı olan, çürük elmalardan uzak durmaya bakıyor, kendini bozulmaktan korumak için.

Eski bir dükkânda güzel bir çerçeve içinde şu dua vardı: 

“İlahi! Sen saadetle müşerref kıl bu dükkânı

Letafetle aziz eyle bütün ahbab-ı ihvanı.” 

Madem ki, hepimiz dünyada ahiret ticareti için bulunuyoruz. Cümle okuyucularımızın, kardeşlerimizin bu duadan hissedar olmalarını temenni ediyoruz.

Çok şükür, geride yaşadığımızın belgelerini, izlerini bırakmak için çabalıyoruz. O’nun yolunda ve rızası dâhilinde her şey güzel oluyor. Bitse de güzel, geçse de güzel, sönse de güzel. Giden de güzel, gelen de güzel…

Ateşe girmeden altının ayarı belli olmaz. İnsan da sıkıntılar, yoksulluklar imtihanından geçmeden sabrı ve cesareti bulamıyor, öğrenemiyor. Hatta gerçek dostlarını bile ancak bu yolla kazanıyor. Ne diyelim, otuz dört yıldır hiç yalnız kalmadık. Rabbim Zafer’i kalbinize, âleminize aldırdı. Sevgisiz, dostsuz hiç kalmadık. Sorsalar, en büyük zenginliğiniz nedir diye; Rabbimizin bu lütfunu yâd edip sizleri gösterirdik. Her şey ayan beyan ortada zaten. Yürüyorsa bir dava, dünden bugüne kadar geliyorsa, bunun sebebi, başta inayet-i İlahiye ve sizlerin yakın teveccühünüz, alâkanız…

Sizi bilmiyoruz ama biz Zafer’i çıkarırken de çok şeyler öğrendik, hâlâ da öğreniyoruz.

Hele bu sayıda, Mehmet Akyürek yazısıyla kalbinizi şöyle bir yerinden hoplatacak… Çok güzel örnekler, tespitler bulacaksınız.

Alaaddin Başar, yirmi yedi yıldır yazıyor Zafer’de. Yazdığı yazıları zevkle okuyorum, kendisine bir kere daha teşekkür ediyorum. Çok önemli konuları, çok veciz ifade ediyor. Hepimiz çok şey borçluyuz kendisine.

Âdem Köseoğlu, otuz iki yıl sonra tekrar merhaba dedi.

Sevgili Kemal Sayar, geçtiğimiz ay görüşmemizde sizler için yazı sözü almıştık kendisinden. Sağ olsun, dileğimizi karşılıksız bırakmadı. Duygularımıza rehber olacak bir yazı gönderdi. Okumakla kalınmayacak, çok kimseyle paylaşılacak bir yazı sunuyoruz sizlere.

Genç kalemleri tek tek zikretmekte zorlanıyoruz, çünkü sınırlı sayfalarda gönlümüzün ifadesi zor. Bereketli yazıları var. Rabbim kalemle hizmet yolunun şevkini, aşkını tattırsın.

Evet, herkes yarınlara bir şey bırakma telaşında. Sanırım, bizden yarına kalacak da yazdıklarımız, söylediklerimiz olacak.

Bazen her ay bunları yazıp söylemek lüzumlu mu diye düşünüyorum. İlk başta zorlanmıyor değilim. Ancak sizlerle karşı karşıya sohbet etme fırsatını bu satırlarda buluyoruz. Bu sayfanın en önemli özelliği de, makyajsız, sade bir yüz olması. Ne derdimiz varsa paylaştığımız bir sayfa.

Evet, her şeyin başı küçük bir adım, iyi bir niyet ve gayret. Gayret olmadan hayatta hiçbir şey başarılmıyor. Tembelin elindeki çivi bile duvara girmez. Ne yapsın, çakan isteksizse, çakılanın suçu ne? Onun için, yazılanların kafamıza ve ruhumuza girmek istemesi için, herhalde istek, gayret ve şevk çok önemli. Ne yapacaksak bir an önce yapmalıyız. Yapılması gerekenleri ertelememeliyiz.

Ne güzel demiş eskiler: 

“Tövbe et seyyiatına gözler kapanmadan,

Vaktiyle gör hesabını defter kapanmadan.” 

Vehbi Vakkasoğlu’nun yazılarını sizler gibi biz de zevkle okuyoruz. Ağabeyimize gönül dolusu sevgilerimizi iletiyoruz.

Yaşasın böyle dostlar... Allah herkese nasip etsin böyle güzel okuyucular, böyle yazarlar, böyle kardeşler…

Efendim siz ne yapmanız gerektiğini bilirsiniz. Zafer güzelleşiyorsa bu, sizin dualarınızın ve kalbinizdeki güzelliğin bir yansımasıdır. Buyrun kendi aynanızda kendi güzelliğinizi seyredin.

İmam Gazali der ki:  

“Delilleri belli olan şey gizli sayılmaz.” 

Volkan Tuzcu, her ay Amerika’ya Üniversitede ders vermeye gidiyor geliyor, onca meşakkate rağmen yazılarını ihmal etmiyor. Evet, kendisine en kalbî dualarımızı gönderelim.

Ali Çankırılı, Sefa Saygılı, Yunus Çengel… Bu kadim dostlarımızı zikretmeden geçmeyelim. Az kaldı unutuyorduk, Sedat Turan kardeşimiz, o entelektüel boyutu ve derin tefekkürü olan yazılarına tekrar başlamış oluyor bu sayıda artık. Dua edelim, inşallah ilhamının devamına duacı olalım.

Muhammed İkbal’in, devesiyle beraber hac yoluculuğuna çıkmış bir hacıyı resmeden ifadeleriyle bitirelim: 

“Haydi, biraz hızlıca!

Menzil uzak değil, yakınca…”  

Kalın sağlıcakla…

Evet, artık biliyorsunuz, formülümüz şu: “Bir insana ulaşmak için, çok insana ihtiyaç var. Bir aboneye ulaşmak için, çok dosta ihtiyaç var. Ne mutlu bize, sizin gibi dostlarımız var…

Dergideki Yazılar