ANLATILIR ya; zamanın birinde çok zengin, ama mutsuz bir karı koca varmış. Saray gibi bir evde yaşadıkları ve maddi sıkıntıları olmadığı halde, tartışmasız ve kavgasız geçmeyen günleri yokmuş.
Onların çok yakınlarında da, küçük bir bahçede, tahta bir kulübede yaşayan bir karı koca varmış. Her akşam, zengin evinde tartışma ve kavga sesleri yükselirken, tahta kulübede neşe ve mutluluk sesleri yükselirmiş.
Zengin evin sahibi merak etmiş: “Bizim her şeyimiz var; ama mutlu değiliz. Fakir komşumuz, tahta bir kulübede yaşadığı halde mutlu. Bu nasıl olur? Bunun bir sırrı olmalı!” demiş.
Bir gün dayanamamış, işin sırrını öğrenmek için komşusuna gitmiş. Tahta evin sahibi bahçede çalışıyormuş. “Kolay gelsin komşu, bugüne kadar tanışmak, halini hatırını sormak nasip olmadı, kusura bakma” demiş.
Tanışma faslından sonra zengin, asıl geliş sebebini anlatmış ve sormuş: “Bizde her gün tartışma ve kavga, sizde her gün neşe ve mutluluk; bunun sırrı nedir?”
Tahta evin sahibi gülmüş: “Bizim bir altın topumuz var, her akşam onunla oynar, neşeleniriz. İşin sırrı bundan ibaret” demiş.
Zengin evin sahibi, bu açıklamaya çok sevinmiş. “Yaa, demek işin sırrı bundan ibaret, teşekkür ederim komşu” demiş; doğruca kuyumcunun yolunu tutmuş. Okkalısından bir altıntop yaptırmış. Koltuğunda altıntop eve gelmiş. “Müjde hanım,” demiş, “komşudaki mutluluğun sırrını öğrendim.”
Daha ilk günün akşamı altın topla oynarken tartışma başlamış. Erkek, kadının topu hızlı atıp ayağını incittiğinden; kadın, erkeğin topu yanlış yöne atıp kristal vazoyu kırdığından yakınmış.
Altın topla da mutluluğu bulamayan karı koca çok üzülmüş.
Kadın, kocasına sormuş: “Bey, sen komşunun altın topunu gördün mü, neye benziyor?” Adam: “Hayır,” demiş, “Hiç aklıma gelmedi. İyi ki hatırlattın. Hemen gidip komşuyu mutlu eden altın topu göreyim.”
Tahta kulübenin sahibi, yine bahçedeymiş. Yanında beyaz bir yavru tavşanla oynayan küçük bir çocuk varmış. Zengin komşu, başından geçenleri anlatıp üzüntüsünü dile getirmiş. “Altın top da bizi mutlu etmiyor. Sizin altın topu görmeye geldim. Biz de aynısını yaptıralım ki bu mutsuzluğumuz sona ersin” demiş.
Tahta evin sahibi gülmüş, tavşanla oynayan küçük çocuğu göstererek: “İşte bizim altın topumuz!” demiş. Çocuğu olmayan, zengin komşu çok şaşırmış. “Şimdi anladım, işin sırrını” demiş.
Çocuk En Katı Kalpleri Yumuşatır
Yukarıdaki hikaye gerçekte yaşanmış mıdır, bilinmez. Aslında gerçek olup olmaması çok önemli değil, verdiği mesaj önemli. Çocuksuz evliliklerin ve beraberliklerin fazla yürümediği, boşanma ile sonlandığı bilinen bir gerçek.
Çocuk, kendisi küçük olmakla birlikte, anne baba üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir.
Vahşi bildiğimiz aslan, kaplan, goril ve fil gibi hayvanlar bile yavrularına karşı yumuşak ve şefkatlidir.
Genç bir kadın da hamile kaldığını hissettiği günden itibaren değişmeye başlar. Allah, yavrusunun hatırına anne adayının kanına sevgi ve şefkat hormonları salgılatır. Kalbi sevgi ve şefkatle güçlenen anne adayı, doktor kontrolüne gider, beslenmesine ve sağlığına daha çok dikkat eder. Yavrusunun varlığını hissettikçe ona bağlanır.
Taşıyıcı Anne
Amerika’da yüksek lisans yaptığım yıllarda gazete ve televizyon haberlerinde “kiralık taşıyıcı kadın” vakalarından bahsedildiğini okur ve duyardım. Evli çiftlerin uzun süre çocuk sahibi olamayışlarının, değişik anatomik ve tıbbı sebepleri vardır. Bunlardan biri tüp bebek uygulamasıyla kısmen çözüme kavuşturulmaktadır. Bazı vakalarda kadının rahmi çocuk taşımaya uygun olmadığı için kadına ait yumurta ile kocaya ait sperm kadının tüplerinde veya yapay tüplerde döllenmesi sağlandıktan sonra; döllenmiş yumurta, rahmi sağlam bir kadın kiralanarak onun rahmine yerleştiriliyor. Doğuma kadar taşıma ücretine ek olarak taşıyıcı kadının tüm sağlık masraflarını da karı koca üsleniyor.
Bir haberde şöyle diyordu: “Bir kiralık taşıyıcı kadın, kaçarak izini kaybettirdi. Eski adresinde bıraktığı notta, 50 bin dolarlık taşıma ücretinden vazgeçtiği, rahmindeki embriyoyu kendi bebeği gibi hissettiği, doğurduktan sonra vermek istemediği yazılıydı.” Demek kendisinin olmadığı halde taşıdığı bebeğe öyle güçlü bir sevgi ve şefkatle bağlanmış ki; ihtiyacı olduğu halde yüksek taşıma ücretinden vazgeçiyordu.
Ailede Çocuk
Karı kocayı birbirine bağlayan, onlara anne baba sorumluluğu kazandıran, hayallerini süsleyen, büyük anneye ve büyük babaya da torun sevme zevki tattıran ve soyun devamlılığını sağlayan yine çocuktur. Çocuksuz ev, meyvesiz ağaca benzer.
Geçenlerde, eşimle birlikte, Hollanda’ya yaptığımız seyahatte, bu gerçeği gözlerimizle gördük. Caddelerde, çocuklardan ve gençlerden çok yaşlılara rastlıyorduk. Bizi misafir eden aileye bunun sebebini sorduğumuzda, yerli halkta çocuksuz evliliklerin ve beraberliklerin her sene arttığını, insanların çocuk istemediğini, çocuk yerine evlerinde kedi-köpek beslediklerini söylediler.
Gerçekten de yaşlılar çoğunlukla yanlarında köpekleriyle dolaşıyorlardı. Fıtrî olmayan bu hayat tarzı, yaşlı nüfusun artışına yol açıyor. Çocuk istemedikleri için yerli nüfus azalırken, çocuklu göçmenlerin nüfusu artıyor. Çocukları olmayan yaşlı karı kocaya kurumlardan para karşılığı gelen hizmetliler bakıyorlarmış. Evlerini temizliyor, yemeklerini yapıyor, hasta olanlara ilaçlarını veriyorlarmış. Bu arada hizmetliler tarafından kötü muameleye maruz kalan yaşlılar da oluyormuş.
Bizi misafir eden aile, bu durumun inançsızlıktan kaynaklandığını, ahirete ve hesap gününe inanmayanlar çoğaldıkça, çocuksuz evliliklerin ve beraberliklerin de artış gösterdiğini; bu tarz yaşantının da yaşlı nüfusun artışına yol açtığını söylediler. Bunları gördükten sonra, insan, “bizi İslam’la nimetlendiren Allah’a ne kadar şükretsek azdır” diyor.